16/07/2012 | Yazar: Zeynep Akkuş

Tartışmalı dini hükümlerle; toplumun dirliği düzeni, neslin korunması, Türk aile yapısı, çocukların fiziki ve ahlaki gelişimi, ailenin kutsallığı gibi muğlak ifadelerle çıkmayın sakın karşımıza.

15 Temmuz 2008’de Üsküdar sokaklarında geceyi parçalayan silah sesleri ruhumuzda çınlamaya, hatırladığımızda bizi yerimizden zıplatmaya, yüreğimizi kanatmaya devam ediyor. Gün, Kanada’da, Fransa’da, Brezilya’da fertleri olan kocaman ailesiyle birlikte Ahmet Yıldız’ı anma günüdür.
 
Ahmet, faili dört yıldır yakalan(a)mayan, yargılaması süren ama henüz karara bağlanmamış (açıkçası tatmin edici bir karar da beklenmeyen) bir cinayetin kurbanı olduğunda 26 yaşındaydı. Katil zanlısı babaya lanetler yağıyor. Baba daha bir tek fotoğrafı bile görülmeden nefretin yüzsüz yüzü, simgesi haline geldi zihinlerde.
 
Bu kadar basit mi peki? Bu olayda tek suçlu baba mı? LGBT’lerin neredeyse her hafta işlenen nefret cinayetlerine kurban gitmelerinde tek suçlu; tabancayla, bıçakla, satırla vesaireyle nihai ve ölümcül darbeyi indirenler mi? Bu kişilerin böyle bir vahşete kalkışmalarına yol açan inançlarını; bu topraklarda varlığını hâlâ sürdüren ve gelenek-görenek olarak adlandırılan ilkellikler silsilesini; ama teşvik ederek ama engel olmayarak bu cinayetlerde payı olan akraba, arkadaş ve yakınlarını; toplamda, akıbetleri katil olmaktan öteye gitmeyecek bu kişileri bekçi, çoban, tetikçi tayin eden ve “görev tamamlanınca” tükürüp atan düzeni ne yapacağız?
 
Ahmet özelinden gidersek bütün öfkemizi, dik durmayı becerememiş, “Öldürmeyeceğim” diyememiş; kendini teskin edici, haklı çıkarıcı, sırt okşayıcı, vicdan rahatlatıcı ve fakat riyakâr düzenin şefkatli kollarına teslim etmiş katil zanlısı firari babaya yöneltmek, büyük resmi görmemize engel olur. Bataklık-sivrisinek misali, giriştiğimiz mücadele; bir babanın eline (fark etmez, yerine göre bu bir ağabey ya da çocuk yaştaki kardeş de olabilir, amca da, dayı da, hatta evlat da…) silah verilen sahnelerin yer aldığı filmin senaristleriyle olmalı, figüranlarıyla değil.
 
Hal böyleyken…
 
“Eşcinsellik hastalıktır” diyen, muhafazakâr bir partinin bakanı olduğunu hatırlatıp LGBT’lere aile değerlerini sarsmamalarını şart koşan, ya da muhalefetteyken verdikleri sözler hatırlatıldığında mezar sessizliğine bürünen siyasetçiler
 
En açık fikirli olarak bilinenleri bile “Gey deyince şirin oluyor, gelin biz bunlara ibne diyelim” diyen din adamları
 
Eşcinselliği tedavi ettiğini iddia eden, kimileri profesör unvanı taşıyan haysiyet cellâdı sözde hekimler
 
Oyuncak bebekle oynadığı gerekçesiyle beş yaşındaki erkek çocukları kreşlerden atan eğitmenler
 
“Tıkandıkları” anda çıkışı ibneli iki espri patlatmakta bulan yazar, senarist ve reklamcılar
 
Hiç üzerine vazife olmadığı halde medyada ve sosyal medyada LGBT olmak üzerine atıp tutan magazin figürleri
 
Twitter ve sosyal medya soytarıları
 
…sözümüz size. Ağzınızı her açtığınızda, elinize kalemi-klavyeyi her aldığınızda, karşımıza her çıktığınızda yaydığınız kan kokusu dayanılmaz bir hal aldı. Tartışmalı dini hükümlerle; toplumun dirliği düzeni, neslin korunması, Türk aile yapısı, çocukların fiziki ve ahlaki gelişimi, ailenin kutsallığı gibi muğlak ifadelerle çıkmayın sakın karşımıza. İnsan soyunun tükenecek olması gibi gülünç ötesi iddialarla maskara durumlarına düşmeyin. Ne Ahmet herhangi bir tehdit oluşturuyordu sırça köşkleriniz için, ne de evlerinde ya da ıssız yol kenarlarında cansız bedenleri bulunmuş diğer LGBT kurbanlar. Gidenler ne olursa olsun geri gelmeyecek ama başka canlar alınmasının önüne geçmek gibi bir sorumluluğunuz var. Aynı yuvayı, aynı okulu, aynı ofisi paylaştığımız LGBT bireylerin eşit haklar içinde yaşamalarını sağlamak gibi bir göreviniz var.
 
Yüzünüzü ışığa dönün.
 
İnsan olduğunuzu hatırlayın.
 
Sonra da görev ve sorumluluklarınızı.
 

Etiketler: insan hakları, nefret suçları
nefret