11/08/2009 | Yazar: Cihan Dağ

‘Saklama kabı geldikçe benim avuçlarım morluk içinde olmaya devam edecek, işlerimiz kesilmeyecek ve o, günde on saat yanı başımda olacak.

‘Saklama kabı geldikçe benim avuçlarım morluk içinde olmaya devam edecek, işlerimiz kesilmeyecek ve o, günde on saat yanı başımda olacak. Tek ortak noktamız olan işyerinde bizi bir arada tutan şey ufak bir saklama kabı olacak. Moraran ellerim ona dokunacak, ona dokundukça avuçlarım sızlayacak.’ 

1. Gün / Tarih: 5 Ağustos 2009

İş yerine bugün yeni biri geldi. İtiraf etmeliyim ki çocuk çok yakışıklı. Gecelerimi onunla geçireceğimi düşünmek gerçek anlamda tüylerimi ürpertiyor. Her gün akşam sekizden sabah altıya kadar çalışmak bedenimi yorsa da, artık iş yerinin gözümdeki konumu değişti. Üzerinde yürüdüğüm ve beni iş yerine götüren yolların o sıkıcı havası dağılmıştı bir anda. Oysa yıllarca okuduğum ilin yanı başında gülümseyişiyle, gözleriyle ve kanımı kaynatan samimiyetiyle gözleri ışıl ışıl kocaman bir çocuk yaşıyormuş. Ama iş yerinde yaptığım şakalar yüzünden bana takılan "katil oğlan" lakabı yerini o gün nedense oğlan'a bırakmıştı. "Katil oğlan" efendiydi, neşeliydi, yemek molalarında onlara türküler söylerdi, fabrikanın önündeki parkta sadece kızlar sallanır lafına aldırış etmezdi... Katil oğlan bambaşka biriydi...

2. Gün / Tarih: 6 Ağustos 2009

İnsanın hayatında her şeyin güzel gittiği nadir günlerden biriydi. O kocaman çocuk yemekte yanıma oturuyor, çay sohbetini benimle yapıyor, ani yaklaşmalarıyla, buz kesmeme neden oluyordu. Esprili sohbetlerde gülerek bana bakması ve ellerini bacaklarıma vurup katıla katıla gülmesi yüzüme gergin hatlar çiziyordu. Gün batışı her akşam harika ışık oyunlarıyla gökyüzünü süslüyor, Lorena 'full circle'ı söylüyor ve ben çay saatlerinde herkes aceleyle üst kata çıktıkları anda, bana sarılarak boynumu kokladığını hayal ediyorum. Bugün uzun uzun okuldaki maceralarımızı birbirimize anlattık. Kahkahalar içinde yerlere yığıldık, ses çıkmasın diye kapatılan pencereler yüzünden yaz gecelerinde hareket halinde olan vücudumuz deli gibi terliyordu. Çalışanların kullandığı ve fazla temizlenmeyen bir lavaboda pis kokuları içimize çekmemek için nefes alarak içeri giriyor, yüzümüzü yıkıyorduk. Sigortasız, güvenliksiz, asgari ücretin altında çalışan ve paraya ihtiyacı olan öğrencilerdik. Katlanılması zor olan şartlarda yine de gülüyor, eğleniyor, türküler söylüyorduk. Radyolarımızı açıp tek kulaklıkla  dinleyip, birbirimize sırada ki parçaları armağan ediyorduk. Bu gün o kocaman çocuk beraber mal dizdiğimiz sırada, sonraki parça da bize gelsin dedi. Sonra ki parça Nilüfer'den "Kavak Yelleri" idi.

3. Gün Tarih: 7 Ağustos 2009

İş yerinde bir şeyler konuşuluyor. Gece vardiyası bitebilir diyorlar. Biterse eğer işçiler arasında bir eleme olacak ve iş tek vardiyaya düşecek. Muhtemelen de yeni gelen işçiler elenecek. İş yerinde en nefret ettiğim iş; saklama kaplarını paketlemek. Kapaklarını kapatmak için vurman gerekiyor ve karşıdan sürekli saklama kabı geliyor. Sabaha kadar avuç içim morluklar içinde kalıyor haliyle. Ama işin ilginç tarafı o kocaman çocuğun burada çalışmaya devam etmesi için bu saklama kabı siparişlerinin kesilmemesi gerekiyor. Saklama kabı geldikçe benim avuçlarım morluk içinde olmaya devam edecek, işlerimiz kesilmeyecek ve o, günde on saat yanı başımda olacak. Yani ufak bir saklama kabı tek ortak noktamız olan işyerinde bizi bir arada tutan şey olacak. Moraran ellerim ona dokunacak, ona dokundukça avuçlarım sızlayacak.

4. Gün Tarih: 8 Ağustos 2009

Kendi günlüğüme ilk kez bu denli samimi ve cömert davranıyorum. Rahatlamanın yanında büyük de bir korku yaşıyorum. Gerçeklerimi, içimi, bir gün okurlar korkusuyla hiç yazmamıştım. Ama şu an hiç olmadığım kadar cesaretli bir şekilde kâğıda döküyorum yaşadıklarımı. Bugün her zamanki gibi iş bitiminde deponun temizlik görevi bize aitti. Paketlediğimiz malları paletledikten sonra depodaki devasa raflara yerleştirmeye başladık. Sonra benden paletleri üst katlara kadar kaldıran aracın üstüne binmemi istedi. Heyecanla dediğini yaptım. Makinenin kolunu çalışır halde iple bağlayarak hemen yanıma atladı. Beraber kocaman depoda aracın kolları üzerinde yükseliyorduk. Son kata kadar çıktık. Yükseklik korkum olduğu için düşme korkusuyla ona sarıldım. İrkildi, fakat geri çekilmedi. Yanağıma bir öpücük kondurdu ve tam da o anda makine durdu. Deponun en üst katındaydık o an. Yanağıma konan öpücüğün etkisi, yükseklik korkumun önüne geçmişti. Köfte harcı paletinin üstüne atladık ve üzerine uzandık. Üstüme çıktı, iş elbisemin altından elini götürerek penisimi tuttu. Ve o onda gülmeye başladım. Bana neden gülüyorsun diye sorduğunda, ona hiç köfte harcı dolu bir paletin üzerinde biriyle sevişeceğim aklıma gelmezdi dedim. O da güldü ve sonrasında deliler gibi birbirimizi öpmeye başladık. Hala dudaklarını dudaklarımda hissedebiliyorum. Bu gün benim için çok özel ve asla yaşayamayacağımı düşündüğüm bir gündü. Manzarayla yetinmemiş, kapıyı açıp okyanusta yüzmeye başlamıştım. Şarkıda da dediği gibi sonunda boğulmak olsa da benim o sularda yüzmem gerekti ve ben yüzüyordum.

5. Gün Tarih: 24 Eylül 2009

Bu günlüğü tamamlamam gerektiğini düşünüyorum. Bu yüzden hissettiklerimi tümüyle bu lanet olası deftere yazacağım. Şu an hapishanedeyim. Nedeni kendi oğlumu bir erkekle ilişkiye girdiğini öğrendiğim için boğmam. 8 Ağustos sabahıydı. Oğlum işten geldiği gibi günlüğüne bir şeyler yazmış sonra da uyumak için yatağına girmişti. Üç aydır emekliydim. Oğluma çalıştığım süre boyunca hiç vakit ayıramamıştım. Emekli olunca boş vakitlerimi onunla ilgilenerek geçirmeye başladım. Son zamanlardaki neşesi bende hayatında biri var galiba fikrini uyandırdı. Bir baba merakıyla bugüne kadar hiç yapmadığım bir şeyi yapıp günlüğünü okudum. Fakat günlükte yazanlara anlam veremedim. Yanlış mı okuyorum diye defalarca okudum. Dehşete kapılmıştım, öfkeli bir şekilde yumruğumu ısırıyordum. Böylesine iğrenç ve tiksinç bir durumu kaldıramazdım. Götünü sıçmak için değil de, s.ktirmek için kullanan bir erkek benim oğlum olamazdı. Deliye dönmüştüm, dakikalar ilerledikçe sinirim artıyor, kafamda olur olmaz resimler beliriyordu. Bu güne kadarki bütün parçalar bir araya gelip her şeyi anlamamı sağladı. Tekrar odasına gittim ve yatağın kenarına oturdum. Sadece boxer vardı üzerinde. Penisinin sönüklüğü, yatışındaki kadınsılık öfkemi tırmandırdı. Yanı başımdan bir yastık alıp kafasına dayadım. Çırpınmaya başladı, vazgeçmek istedim ama inanılmaz bir nefret vardı içimde. Engel olamadım kendime. Çırpınışını izlemeye kimi zaman cesaretim elvermiyor, gözlerimi kapatıyordum. Elleri yavaşça düştü kollarımdan. Yastığı kaldırdığımda bana bakan açık bir çift göz gördüm. Teslim oluşum, yargılanışım ve hapse mahkûm edilişimden sonra ruhumu yitirdiğimi hissediyorum. Hâlâ beni tiksindirir oğlumun yaptıkları. Fakat boşluğa bakan bir gözün hesabını bir kulun karşısında veremediysem, tanrının karşısında nasıl vereceğim bilmiyorum. Şimdi biliyorum ki oğlumun bu yaptığı kesinlikle bir ölüm sebebi değildi, olmazdı.


Etiketler: yaşam
nefret