11/06/2014 | Yazar: Pelin Kalkan

Yürüyüşteki kimseyi hiçbir şeye mecbur bırakmadan kendi sözümüzü söylemek çok mu zor?

Türkiye’de herkes bir köşeyi tutmuş ve o tuttuğu köşeden ezber konuşmayı çok iyi öğrenmiş olsa da bazı konuları tekrar ve tekrar yıllarca anlatmak ve altını çizmek gerekiyor sanırım.
 
AKP hükümetiyle birlikte başka anlamlar kazanmış (içi boşaltılmış) özgürlük, eşitlik, barış, temsil, demokrasi gibi kelimeler bir şekilde bizler için de anlam kaymalarına ya da karşımızdakini anlamak istemediğimizde tıpkı hükümetin yaptığı gibi kavramı kendi lehimize çevirerek bağlamından koparmaya sebep oluyor sanki. Peki, neyi kastediyorum?
 
“LGBTİ (lezbiyen, gey, biseksüel, trans, interseks) Onur Yürüyüşü Komisyonunun aldığı karar üzerine yazılıp çizilenler” diye özetleyebilirim. Komisyonun kararı; bu seneki yürüyüşte hiçbir örgütün pankartı olmaması, dileyen kendi sözünü, örgüt ismini vb. dövizlere (kartonlara) yazarak getirmesi ve alanda gökkuşağı bayrağının görünürlüğünün öne çıkması. Bu karar üzerine bir akıl tutulması yaşanıyor sanki, o yüzden bu yazıyı yazma ihtiyacı hissediyorum.
 
Son birkaç gündür Lice’de yaşanan katliama sessiz kalanların bayrak derdi, bayrakların anlamsızlığı ve insan hayatından daha çok önemseniyor oluşu hayli canımı sıksa da buradaki bayrak ve pankart konusu tabii ki bu bağlamda değil. Komisyon kararı sonrası herkes kendince bir şeyler söyledi, yazdı. “Yasak ne ayol derken pankart yasağı da ne ayol”, “bu karar liberal bir tutumdur, ısrarla pankartla gelicez”, “herkes işine baksın”… Meseleyi yani komisyon kararını, yasakçı, muhafazakâr, faşist zihne çekmeye çalışmak, bu kararı oradanmış gibi gösterip kendini özgürlükçü bir yere koymak tam da hükümet yaklaşımının bir kopyasıdır. Burada herkes bir durup neden böyle bir karar, nasıl ortak yol bulunur vb. şeklinde düşünmesi gerekiyor. Sırf muhalefet olmak, sırf kendi örgütlenmesi içinde alınan kararı dayatmak, aman ben de bir laf söyliyim yürüyüşe bile gitmiyorum ama diyerek kimsenin kimseyi hırpalamasına gerek yok.
 
Buradan kast ettiğim şu da değil, “LGBTİ hareketi politikalar üstüdür” çünkü ben buna da katılmıyorum. Kimlik siyaseti yapıyoruz ya da pek çok nedenden yapmak durumunda kalıyoruz ve elbette ki tek bir kimlikten oluşmuyor, tek bir kimlikten yara almıyoruz. Pek çok farklılığımız var ve LGBTİ hareketinin temel duruşu olan farklılıklarla bir arada olmak ve bunu alana, sokağa taşımak bu talebi görmek de hayli önemli.
 
Tam olarak neyi anlatmaya çalıştığımı kadın hareketi özelinde feminist hareket ile bağlantı kurarak anlatmaya çalışayım, belki çok daha anlaşılır olur.
 
Pek çok örgütlü bireyin bildiği ve vakıf olduğu ortak konulardan biri 8 Mart gibi önemli günlerde yapılan kadın yürüyüşlerinin, feminist yürüyüşlerin kapsamı ve yöntemi. Peki, bu kapsam ve yöntem nedir?
 
Yıllar içerisinde LGBTİ hareketinin temasıyla kadın kavramının çerçevesi de sokaktaki eylemlerin yöntemi de genişleme göstermiştir. Çok uzak tarihlere gitmeye elbette gerek yok, kadın yürüyüşlerinde trans kadınların yaşadığı sıkıntıları hatırlamak için. Hiçbir hareket tam ve bitmiş değil, sürekli gelişime ve eleştiriye elbette ki açık. Fakat yine de görece bu tartışma için yönteme bir bakalım.
 
Platformların çağrıcılığında gerçekleştirilen gündüz eylemlerinde kadın örgütlerini pek çok kimliği ve görüşü ile birlikte alanda görmek görece mümkün. Çeşit çeşit dövizler, renkler, kıyafetler… Fakat her yıl aynı tartışma yaşanır, “biz örgüt olarak pankartla bayrakla gelcez.” Bu temelden sıkıntılı bir tavırdır. Neden mi? Çünkü adı üstünde ortak bir eylemdir, ortak kimliğin ve mücadelenin hep birlikte altını çizmek önemlidir, mücadele ettiğine karşı güçlü bir ses çıkarmaktır. Bu sürecin örülmesinde toplantılara tüm gruplardan katılımcılar katılır, çeşitli görevler alır, slogan önerileri söyler, herkes kendi işini yapsın denilmez. Feminist gece yürüyüşlerinde ise tavır çok daha nettir, hiçbir feminist kurumun adı yazılmaz, tek bir feminist grup organize etse dahi, ortak pankart imzası feministler diye geçer, dileyen dilediği dövizi yazar getirir. Lakin örgüt bayrağı, flaması ya da ayrı bir pankart olmaz.
 
Bunun yanı sıra unutmamak gerekir ki sokak, kamusal bir alandır ve kim organize ederse etsin, kontrol edilemez, kimseye şunu yapma bunu yapma denemez. Lakin eylem içerisinde yapmak demek o insanları yok saymak demektir ki bu da dayanışmayı zedeler. Birlikte hareket etmeyi zorlaştırır ve herkes kendi safında durmaya başlar. Burada herkesin ne dediğini, ne gibi hassasiyetleri olduğunu iyi anlamak ve kendi sözümüzden ve eylemimizden de vazgeçmeyerek yeni bir formül bulmak gerekir bence.
 
Alternatifi olamaz mı?
 
LGBTİ Onur Yürüyüşü Komisyonun aldığı bu kararı ve arka planındaki hassasiyeti çok iyi anlıyorum. Çünkü mesele sol örgüt korkusu filan değil, mesele maalesef sol yapıların Gezi’den hiçbir şey anlamadığı, sen ısrarla bayrakla sokağa gelmeye ve orayı, oradaki tüm insanları bir tarafa yönlendirmeye ısrar edersen bu ister istemez geri teper. Unutmayalım ki sol örgütlerin varlığı -tüm eleştirilerimi bir kenara koyayım- elbette ki önemlidir lakin Gezi’yi siz örgütlemediniz, üzgünüm. Gezi’nin yıl dönümünde bu bayrak flama takıntınız yüzünden de insanların eklenemediğini de deneyimlediniz öyle değil mi?
 
LGBTİ Onur Yürüyüşü, Gezi’den önce de Gezi ruhuna sahipti, Gezi’den sonra da bence öyle devam edecektir. Bayrak yarıştırmak yerine mücadele etsek daha iyi olmaz mı canlar? Yine bayrağı as bir binadan aşağı, sokak hepimizin, kamusal alan hepimizin, elbette farklı yöntemlerle farklı işler yapmak isteyeceğiz ve tabii ki bunu yapacağız. Yürüyüşe gelme pankartla, hazırla pankartını yürüyüş kortejinin görebileceği bir binaya asıver, yürüyüş sırasında neyse sözün yeri spreyle, yürüyüşteki kimseyi hiçbir şeye mecbur bırakmadan kendi sözümüzü söylemek çok mu zor? 

Etiketler:
İstihdam