29/10/2011 | Yazar: İdil Engindeniz

Bir toplumsal hareketin nasıl dönüştüğü ve dönüşürken, öyle ya da böyle, medyayı da nasıl dönüştürdüğünü / dönüştürebildiğini görmek açısından Türkiye’de eşcinsel hareketin medyayla ilişkisini anlamak önemli.

Eşcinsel hareketin medyayla ilişkisi, çok ciddi teorik temellerle beslenerek uzun uzun anlatılabilecek ve kanımca anlatılması da gereken bir konu. Konunun önemiyse, medyanın hayatımızdaki yeri ve öneminden ziyade eşcinsel hareketin kendisiyle ilgili. Bir toplumsal hare­ketin nasıl dönüştüğü ve dönüşürken, öyle ya da böyle, medyayı da nasıl dönüştürdüğünü / dönüştürebildiğini görmek açısından önemli bu konu ve böylesi bir çalışma. Bu yazıdaysa konuyu daha genel bir çerçeve içinde ele alma­ya çalışacağım.
 
Eşcinsel hareket - medya ilişkisinden bahsederken dikkat edilmesi gereken unsurlardan biri Türkiye’de eşcinsel hareketi nereden başlat­mak gerektiği. Süreklilik sağlamayı başaran örgütlü hareket 90’larin ortasında vücut bulmuş olsa da 80’lerin sonundan itibaren, özellikle de Radikal Parti kuruluş sürecini genel tarihe dâhil etmek medyayla kurulan ilişki açısından da gerekli.
 
İkinci, ve belki de her şeyden daha önemli unsursa büyük şehirlerde ortaya çıkan eşcinsel hareketin Ankara ayağının bizzat kendisinin sürekliliğe sahip bir iletişim aracına sahip olması. Dolayısıyla uzun süredir ana akım medya ve alternatif medya arasında paralel giden bir ilişki/akış söz konusu.
 
Bu unsurlara geçmeden önce açığa kavuşturmak istediğim iki nokta var. Birincisi şu: bu yazı her ne kadar eşcinsel hareketin medyayla ilişkisini inceliyor gibi başlasa da aslında 80’li yıllarda ortaya çıkan ve "kısmi eşcinsel" bir hareket olarak değerlendirilebilecek olan Radikal Parti’ye biraz değindikten sonra, kuruluşundan itibaren Kaos Grubu’nun medyaya yaklaşımı üzerinde duracak. Bunun öncelikli nedeni di­ğer gruplar hakkında yeterli veriye sahip olma­mam. Samimiyetle itiraf etmek istediğim ikinci noktaysa, yazıda zaman zaman öne süreceğim fikirlerin / tespitlerin ne kadarı benim özgün tespitlerim, ne kadarı Kaos’tan duyup içselleştirdiğim cümleler, doğrusu bu sınırı çizmekte şu an için zorlanıyorum. Bundan dolayı, kendi cümlelerime karşı da eleştirel olmaya ve konu­yu olabildiğince sorgulamaya çalışacağım. İlk tespitim, değindiğim bu iki noktanın benim kişisel sorunum olmanın ötesinde, eşcinsel ha­rekete dair çeşitli ipuçları verdiği yönünde ama bu da başka bir yazının konusu olsun.
 
1980’lerin Sonu ve "Yerli Homolar"
 
Bu uzunca girizgâhın ardından 80’li yıllara dö­nüp eşcinsel hareketin ilk nüvelerini aramaya başlayabiliriz. Henüz bir eşcinsel hareketten söz etmek mümkün olmasa da, İbrahim Eren’in 1985 - 1986 yıllarında yaptığı çağrıyla Radikal Demokratik Yeşil Parti ismi altında bir araya gelmeye çalışan gruplar arasında eşcinseller de bulunuyordu. Radikal Parti projesine bağ­lı olarak altı sayı kadar yayınlanan Yeşil Barış dergisinde bir sayfa da "Gay Liberasyon" başlı­ğıyla eşcinsellere ayrılmıştı. Kaos GL ve Lamb­da İstanbul’un oluşum süreçlerinde Express dergisinin de benzer bir "sayfa açma" imkânı sunduğunu hatırladığımızda, hareketin sesini duyurmak için alternatif medya organlarına yö­neldiğini, gerek varolanları bulduğunu gerekse kendi kanallarını oluşturduğunu söylemek yan­lış olmayacaktır.
 
O dönem oluşumun içinde olan kişilerle görüş­me imkânımız olmadığı için medyayla kurulan ilişki hakkında ancak gazete haberlerine baka­rak bir fikir sahibi olabiliyoruz. Arşivinin erişile­bilirliği açısından Milliyet gazetesi bu konuda iyi bir kaynak olmakta. Gazetede, Radikal Parti’yle ilgili yayınlanan haberlere baktığımızda bugün de devam etmekte olan bir tutumu görebiliyo­ruz: konu, beklenen "eşcinsel" imajından ne ka­dar uzaksa gazeteler de haber dilini kurmada o oranda zorluk yaşamakta. Örneğin, 3 Temmuz 1986’da yayınlanan bir haber, İbrahim Eren’in o sırada Türkiye’de toplanmış olan bir kısım Av­rupa Parlamentosu üyesine yaptığı konuşmayı aktarmakta. Siyasi bir olay söz konusu olduğu için gazete bu haberi görmezden gelemiyor ve tamamen hafife alamıyor ama kullandığı başlık ve ara başlıklarda da kendini tutamıyor: "Yerli homolar Avrupa Konseyi’nde", "Sorunları sahneye çıkamamak", vs. Radikal Parti’yle ilgili yayınlanan başka haberlerde de benzer bir ha­fifseme tonunu görmek mümkün. Bununla bir­likte, bu yazının ana konusuna dönersek, eldeki verilere bakarak şunu söyleyebiliriz, eşcinseller ezber bozdukları ölçüde kendileri hakkında oluşturulan o klasik imajın yeniden ve yeniden üretilmesinin de önüne geçiyorlar. Dönemin güncel olaylarıyla bağlantılı olarak bekâret, çevre kirliliği, İsrail’in yürüttüğü politika vb. konularda yapılan açıklamalar, yazılan haberlerin de giderek daha az kışkırtıcı ve daha çok bilgi­lendirici olmasına yol açıyor.
 
Görünürlük meselesi, yine tıpkı bugün olduğu gibi o yıllarda da eşcinsellerin medyayla kur­duğu ilişkiyi ciddi ölçüde etkilemekte. Radikal Parti sürecinde görünür olan tek isim İbrahim Eren, kendisiyle yapılan bir söyleşide hareket içinde başka insanların varlığından bahsediyor ama isimlerini veremeyeceğini belirtiyor. Ka­sım 1986’da yapılan bir toplantıya sadece tek bir gazeteci, Milliyet’ten M. Hakan Türkkuşu, kabul ediliyor ama katılımcılar yüzleri görünür şekilde fotoğraflanmak istemiyorlar. Çok sınırlı bir şekilde de olsa, örneğin Şubat 1987’de yü­zünü göstermekte bir sakınca görmeyen kişiler biraz daha fazlalaşıyor ve hatta eşcinsel grubun sözcüsü olarak M. Kemal Yılmaz ismi, ikinci görünür kişi olarak, ortaya çıkıyor. Kendileri­ne uygulanan baskılar nedeniyle açlık grevine giden travesti, transseksüel ve eşcinseller, bu dönemde yabancı basının da ilgisini çekiyor ve Le Monde gazetesinden Michel Ferrere kendileriyle bir röportaj yapıyor. 5 Mayıs 1987’de yayınlanan haberinde Ferrere de görünürlük sorununu hatırlatıyor ve görünürlüğün sadece son derece sınırlı sayıda insan, özellikle de trans kişiler, tarafından sağlanabildiğini belirtiyor.
 
Elimizdeki veriler ve onlara ulaşım imkânımız sınırlı olsa da, 80’lerin sonunda eşcinsellerin medyayla kurduğu ilişkinin karikatürleştirilmiş bir görüntüye karşı mücadele etmek ve görünürlük sorununu aşmak temelinde şekil­lendiğini söyleyebiliriz. Le Monde örneğinden yola çıkarak şunu da söyleyebiliriz: yıllar sonra Lambdaistanbul’un kapatılma davası sırasın­da da görüleceği gibi, "muasır medeniyetlere ulaşma hevesindeki Türkiye’de bu süreçte eşcinsellere az da olsa medyada meşruiyet kazandıran şey Avrupa menşeli kurumlar ve yabancıların ("yani" Avrupalıların) konuya yak­laşımı olmakta. Dolayısıyla o yönden gelen bir destek, "yabancıların" etkinliklere katılması ya da haber yapması, ülke içindeki bu meşruiyeti elde etmek için de kullanılabilmekte. Bu cümle­nin yanlış anlaşılma olasılığını düşünerek şunu eklemek isterim ki burada eşcinsellerin her şey­den bağımsız olarak böyle bir tercihte bulun­duğunu ima etmiyor, Türkiye genelinde hemen hemen tüm azınlıkların karşı karşıya kaldığı bir durumun tespitini yapmaya çalışıyorum.
 
90’lar: "Topyekûn mücadele"den "içten fet­hetme" politikalarına
 
Kaos GL özelinde eşcinsel hareketin medyayla ilişkisine dair kurabileceğimiz en somut cüm­le, yine Kaos GL derginin ikinci sayısında (Ekim 1994) yayınlanan "Çok önemli not"ta dile geti­rilmiş durumda. Zimbabve tarihinde eşcinsellik üzerine yapılan ilk medya (radyo yayını) röpor­tajı hakkında görüşlerin aktarıldığı yazının al­tındaki notta şöyle diyor Kaos GL:
"Medya konusunda, Zimbabveli kardeşlerimiz­den farklı olarak Türkiye’de eşcinsellerin ve ka­dınların kurtuluşunun aynı zamanda medyaya karşı da topyekûn bir mücadeleden geçtiğini düşünüyoruz".
 
Keza, derginin 21. sayısında (Mayıs 1996) Yeşim Başaran tarafından yazılan "Nasıl bir eşcinsel hareket tartışmasına çağrı" başlıklı yazıda da aynı yaklaşımı görmek mümkün:
(...) medyadan eşcinseller hakkında homofobik olmayan bir program yapmasını beklemek ne derece anlamlıdır; bu tarz bir sonuç için çaba sarfetmek, sistemin içinde bir boşluk açmaya çalışıp, Aman, kimse bana dokunmasın!’ anla­yışıyla yerleşmek istemi değil de nedir? Eşcin­sellerin, beyin prangalama aracı olan, köleleş- miş ruhları hergün yeniden üreten medyadan bekleyecek neleri olabilir ki? Görsel medyayı, ciddi bir iletişim aracı zannetmek, korkunç bir yanılgıdır, medyanın kokuşmuş sistemle bağın­tısını görememek demektir ve/veya sistemden rahatsız olmamak demektir."
 
Yaklaşık bir buçukyıl arayla sarf edilen bu cüm­leler arasında benzer daha pek çok örnek bul­mak mümkün. Kaos’un ilk yıllarında belirleyici olan, bugün de devam eden, sistem sorgula­ması medya alanında da kendisini gösteriyor.
Bu dönemde Kaos grubu ana akım medya or­ganlarıyla olabildiğince az görüşüyor, anlattık­larının doğru bir şekilde aktarılacağından emin olmadan konuşmuyor, bundan emin olmak için de yine sistem dışında varolmaya çalışan medya organlarına başvuruyor. Bu noktada, Kaos’un medyayla ilişkisindeki handikaplar­dan birinden bahsedebiliriz. Tuğba Özkan’ın "Türkiye’de eşcinsellik ve Kaos GL grubu" adlı yüksek lisans tezinde başka bir açıdan da de­ğindiği gibi, "mesajı doğru iletme kaygısı" ya da "doğru mesajı iletme kaygısı", hareket içinde zaman zaman fazla steril bir eğilimin baskın hâle gelmesine neden olabiliyor. Zihinlerdeki o klişe eşcinsel imajından (efemine erkek, erkeksi kadın, saldırgan trans, vb) uzaklaşmaya çalışıl­dıkça, tam da o imaja denk düşen kişilerin söz­lerinin daha geri planda kalması gibi bir tehlike ortaya çıkmakta. Benzer bir örnekle, uluslara­rası homofobi karşıtı gün vesilesiyle Fransa’da Grenoble Belediyesi’nin düzenlediği bir belge­sel gösterimi sonrasında karşılaştım. Yönetmen "belgeselde, eşcinsel klişelere yer vermemeye çalıştık, kareli gömlekli, kamyoncu tipli bir lez- biyen olsun istemedik" dediğinde salonda bu­lunan "kamyoncu lezbiyenler"den biri bu ifade­den ne kadar rahatsız olduğunu dile getirdi ve "biz de varız" diye bitirdi sözlerini. Bu, "ötekinin ötekisi"tuzağına düşmeden çözülmesi gereken bir sorun olarak düşünülebilir.
 
Eşcinsel hareketin medyayla ilişkisini, toplu­mun ve devletin eşcinsellere yönelik tutumun­dan bağımsız düşünmek de mümkün değil. Örneğin istanbul’daki oluşumun (henüz Lamb- daistanbul adını almadan da önce) ilk yıllarında valilikten gördüğü baskı, yürüyüşlerin, toplan­tıların son dakikada yasaklanması gibi unsurlar bir süre sonra etkinliklerin sokaktan tamamen çekilmesine ve medyaya da kapalı hâle gel­mesine yol açtı. Dolayısıyla, son yıllarda İstiklal Caddesi’nde yüzlerce kişinin katılımıyla gerçek­leştirilen eşcinsel onur yürüyüşlerinin "verilmiş" değil "alınmış" bir hak olduğunu unutmamak gerek. Böylesi bir mücadele söz konusu olunca, yürüyüşle ilgili haberlerin karnavalvari fotoğraf­larla "süslenmesi", aktarılmak istenen mesajın önüne geçebilmekte. Bu durumda da "seneye kostümlü kimse olmasa mı acaba" tartışmala­rını bir sesi susturma eğiliminden ziyade yeni­den ve yeniden üretilmeye çalışılan bir imajın önüne geçme çabası olarak değerlendirmek çok daha mantıklı.
 
Basına kapalı toplantılardan, ana akım medya organlarının topyekûn reddinden, kısacası 90’lı yıllardan bu yana, eşcinsel hareketin medyayla ilişkisi ciddi bir dönüşüm gösterdi ama medya­ya yönelik şüpheci tutumun değiştiğini iddia etmek için biraz erken. Ancak eskisinden farklı olarak, en azından Kaos GL örneğinde göz­lemlediğimiz kadarıyla, gazetecilerle kurulan iletişimin kontrolünü elde tutmak için ciddi çaba sarfedildiğini söyleyebiliriz. Bu çerçevede, gazetecilere bilgi aktarılırken kendilerine ne­redeyse hazır (ve çeşitli şekillerde kullanmaya, uzun - kısa, uygun) metinler gönderilmekte, gazetecilerle birebir ilişkiler kurulmakta. Bu sü­reç her zaman son derece planlı programlı ve dahi bilinçli ilerlemiyor, tesadüfler de süreçte büyük rol oynamakta. "Şu şu şu gazetecileri se­çip onlarla çalışalım"dan ziyade, LİSTAG’la çalı­şan birini tanıyan birinin bir arkadaşı gazeteci olabiliyor örneğin ve bu tanışıklık vasıtasıyla konudan haberdar olan gazeteci, sonrasında da konuyla ilgili yazılar yazmaya devam ede­biliyor çünkü süreç içinde bilgileniyor ve bilgi­lendiriliyor. Eşcinsellikle ilgili pek çok yazı yaz­masına karşın Kaos GL’yi hâlâ "Kaos ci el" diye telaffuz eden gazeteciler olduğu düşünülürse bu bilgilendirme sürecinin önemi biraz daha iyi anlaşılabilir.
 
Bu yazıda, eşcinsel hareketin medyayla ilişkisi­ne dair genel bir çereçeve çizmeyi amaçladım ama onun dahi eksik kaldığını itiraf etmem gerekir. Bu eksiklerin doldurulması yanında, ya­zının anlamlı bir bütünlüğe kavuşturması için mutlaka incelenmesi gereken diğer iki konu da, yukarıda da kısmen değinildiği gibi, med­yanın eşcinsel hareketle nasıl bir ilişki kurduğu ve eşcinsel hareketin kendi yayın organlarını (medyasını) ne şekilde kullandığı. Bu doğrul­tuda yapılan çalışmaların kendi köşelerinde kalmaktan kurtulup birbirini bularak Türkiye sınırları içinde oluşan eşcinsel harekete katkı sunması dileğiyle...
 
* İdil Engindeniz Şahan, Galatasaray Üniversitesi İletişim Fakültesi Araştırma Görevlisi.
* Bu yazı Kaos GL’nin üçüncü Anti-Homofobi kitabında yayınlanmıştır.

Etiketler: medya
İstihdam