29/03/2012 | Yazar: Sarphan Uzunoğlu

Artık bilmeliyiz ki 90’larda kalan Oya Bora ve Tayfun’du, Hakkı Bulut’tu. Onları ’acı tatlı hatıralar’ olarak anabiliriz, ulus devletin zulmü kimsenin hatırası değil, başa çıkmamız gereken bir toplumsal travma, devletin temeline ilişkin bir problemdir.

Türk Siyaseti, uzun yıllardır "90’ları hatırlatan görüntüler" gibi tanımları kullanmaya başladı. Miladi takvim, sosyal takvimle kardeş değil, gölgesi hiç değil. 10 dakika boyunca Cizre BDP İlçe Başkanlığı’nın tarandığı, Özgür Gündem’in kapatıldığı şu son on günlük süreci dahi "90’lar süreci" olarak adlandırmak Öcalan’ın yakalanmasından sonraki tüm devlet politikaları sürecini kabullenmek, süreci ehven-i şer ilan etmek anlamına gelir.
 
Uzunca bir süredir Türk medyasında BDP’ye sansür uygulanıyor. Habertürk hariç hiçbir kanalda BDP’li siyasetçilere yer verilmiyor. Kürt sorunu, sosyalistlerin talepleri ve dahi ulusalcıların söylemleri bile sansürleniyor. Değişen kapitalist yapı bir yandan da sözüm ona çözüm siyasetlerini gönülden rütbeli AKP’lilerin ağzından ortaya dökerken, öte yandan da meclise "cruise füzesi" fırlatırcasına işgalci mantıkla yolladığı yasalarla emek, sağlık, eğitim gibi alanlarda saldırısını sürdürüyor. Uludere’de gerçekleşen ölümler, daha geçen hafta 25 gerillanın katledilmesi, Newroz’da hayatını yitiren BDP yöneticisi derken 2012 yılının nasıl geçeceği yolunda gerekli veriyi sağlıyor.
 
 Özellikle bu aralar Suriye’nin muhaliflere yönelik tavrı haberlere sürekli olarak konu oluyor. Peki ya PKK’li bir gerillanın meşruiyetiyle Suriyeli bir muhalifi ayıran nedir? Dünyayı algılama biçimimiz dünya üstünde bulunduğumuz noktayla birlikte tabi olduğumuz "vatandaşlık bağı" tarafından mı belirlenmektedir? "İktidar söyleminin içselleştirilmesi" sıradan bir oy verme yahut referandum işlemine bağlanamayacak kadar büyük bir iddia. Bu iddiayı doğrulamanın en güzel yolu da içselleştirilen dil ve kavramların yerle bir edilmesi.
 
Bugün yerle bir edilmesi gereken varsayımların başında AKP’nin Türkiye demokrasisi için "devrimci" bir parti olduğu varsayımı vardır. AKP, Sünni Müslüman Örgütçülüğü, Heteroseksizm ve Ulus Devletin tüm hastalıklarının tümünün en az Kemalizm kadar alışılmış bir temsilidir. AKP’nin 28 Şubat mahsulü olduğunu söylemekte zarar yoktur. Keza AKP, milli görüş perspektifini paylaşan partilerden neoliberalizmin seçtiği sınıf başkanı ve abdestli kapitalizmin yeni yüzü rolü gerekçesiyle ayrılmaktadır; dahası AKP’yi milli görüşten ziyade MHP çizgisiyle özdeşleştiren, İdris Naim Şahin kadrosunun da var olduğunu söylemek çok zor değil. Elbette Şahin ve benzerleri MHP’li değillerdir; ancak "biz değiliz ama fikirlerimiz iktidarda" söyleminin ağırlığını taşıyabilecek bir ırkçılığın söylemsel temsilcileri olmadıklarını söylemek için maaşı yatan bir liberal olmak gerekir.
 
90’lar kitlesel ölümlerin gerçekleşmesi, beyaz arabalardan inen kirli adamlar gibi klasikleşmiş özelliklerinin ötesinde bir anlam taşımaktadır. Roboski’de 34 yurttaşı katleden zihniyet 90’lardan kalma değildir, bizzat 90’larda da iktidarda olan zihniyettir. Etrafındaki kabuk 2000’lere ait değildir, yapının tamamı aynı faşist unsurlardan oluşmakta, anayasa değişse de hukuk değişmemiş, Kürtler "ümmetin yetim çocukları" olarak ahlaki yahut dini olarak bile ’kardeş’ görülmemiş, aksine imha politikaları sistematikleştirilmiştir.
 
Bugün gerçekleşen KESK, geçtiğimiz günlerde gerçekleşen Fenerbahçe’nin şampiyonluk dönüşü uygulanan şiddet vak’alarına baktığımızda, sosyal medyada en sık rastlanan tepkilerden biri şu: "Bu kadarını PKK’lılara bile yapmıyorlar."
Burada ortaya koymamız gereken irade "Kürtlere reva görülen"i normalleştirmek değildir elbette. Velev ki Kürt=PKK söylemi yayılsın mühim olan bu söylemle değil "Türk olmayan Türkçü olmayan her unsur şiddeti hakkeder" söylemiyle mücadele etmektir. Bu söylemle mücadele 90’lardan beri süregelmektedir, tıpkı Kürt basınına yönelik uygulamalar gibi, tıpkı sosyalistlerin tepesinden inmeyen cop gibi, Cumartesi annelerinin yüreğindeki ağrı gibi...
 
Artık bilmeliyiz ki 90’larda kalan Oya Bora ve Tayfun’du, Hakkı Bulut’tu. Onları ’acı tatlı hatıralar’ olarak anabiliriz, ulus devletin zulmü kimsenin hatırası değil, başa çıkmamız gereken bir toplumsal travma, devletin temeline ilişkin bir problemdir.
 
 

Etiketler:
İstihdam