22/08/2009 | Yazar: Kaos GL

Deniz, İstanbul’da, psikolojik danışman ve rehber öğretmenlik yapıyor.

Deniz, İstanbul’da, psikolojik danışman ve rehber öğretmenlik yapıyor. 4 yıldır, hayatını paylaştığı bir sevgilisi var. Öğretmenin yanında tavır almayan, medyadan, şundan bundan çok korkan, toplumsal normlarla hareket eden, bürokrasinin çok ağır olduğu bir kurum olduğunu söylediği Milli Eğitim’den söz etmeden geçemiyor. Öğretmen arkadaşlarının eşcinsel öğrencilerle karşılaştıklarında kendisine danıştıklarını söylüyor ve ekliyor ‘İkiyüzlü yaşamak zorunda bırakılmadığımız bir hayat diliyorum’

Psikolojik Danışman ve Rehber öğretmen Deniz ile Kaos GL'den Nevin Öztop görüştü.

"Diğer öğretmenlerle bir heteroseksüel gibi muhabbet etmek zorunda kalıyorum ve bundan utanıyorum. Şizofren bir hayat sürdürtüyorlar bize. Ben bunu istemiyorum."
 
"Bana bu ülkede iş güvencesi verilse; eşcinsellik, işten atılma nedeni olmasa, eşcinselliğimizi değil de, bir başka gerekçeyi kullanarak yapmasalar bunu, umurumda bile olmayacak. Hocam ne düşünmüş, arkadaşım ne düşünmüş… O, onların sorunu olacak."
 
Deniz, öncelikle hoş geldin Kaos’a. Seni biraz tanıyabilir miyiz?
Ben İstanbul’da, rehber & psikolojik danışman olarak çalışıyorum. 29 yaşındayım. Meslekte bu 7. yılım; üniversiteyi bitirir bitirmez tayin oldum. İlk tayinim Doğu’da küçük bir yere çıktı. Mesleğimin ilk 2 yılını orada geçirdim. Yaklaşık 5 yıldır da İstanbul’da görev yapıyorum. 10 milyonluk bir şehirden, 10 bin nüfuslu bir şehre gitmek, çok şeyi değiştirebiliyor. Cinsel yönelimden bağımsız olarak da zor bir yaşantı. Sıkıntılar farklı. İnsan ilişkileri farklılaşıyor. Doğuda yaşadığım 2 yıl, bana çarpı bilmem kaç yıl gibi gelmişti. Ve orada olmak, hayatımın en büyük depresyonlarından birini yaşamama neden olmuştu.
 
Arkadaş çevren nasıl; ondan biraz bahseder misin bize?
Cinsel kimliğimde dolayı şöyle bir formülasyon yapıyorum: Birinci, ikinci ve üçüncü çember. Birinci çemberi benim açık olduğum, her şeyimi açabildiğim, eşim, dostum. Cinsel yönelimine veya kadın-erkek olmasına göz atmaksızın, iletişim üzerinden ilişki yürütüyorum. İkinci çember, cinsel yönelimi sakladığım, ama yine de arkadaş olarak zaman geçirdiğim insanlar. Bir yanımı sakladığım insanlar bunlar. Bir de 3. çember var; tanış-arkadaş ol, dediklerim. Birinci çemberdeki insanlarla zaman geçirmeyi seviyorum. Bir de böyle, sevgilileri olan, yaş olarak yakın olduğum, hayata iyi-kötü aynı baktığım eşcinsel kadın arkadaşlarımla zaman geçiriyorum.
 
Deniz, söyleşimizin başında, rehberlik branşında görev yaptığını söylemiştin. Diğer öğretmenlere kıyasla, pozisyonun gereği, öğrencilerle daha bir içli-dışlı olman gerekiyor olabilir. Sana gelip de, eşcinsel olduğunu -belki de ilk seninle- paylaşan öğrenciler oluyor mu? 
Öyle olmuyor. Ben, Milli Eğitim içerisinde farklı bir alandayım. Öğrencilerle birebir çalışmıyorum. Daha çok öğretmen arkadaşlarım paylaşıyor benle böyle meseleleri. Eşcinsel olduğumu bilen arkadaşlarım, birebir bana soruyorlar zaten. Bilmeyenler de görevimden dolayı, sorular yöneltebiliyorlar. Bir oğlan çocuğuna dair, ‘Kız gibi. Kızlarla oyun oynuyor. Futbol karşılaşmalarına girmiyor. Çok naif’ gibi açıklamalarla, ne yapabileceklerini sorabiliyorlar. Bazı öğretmenler ise, bir kız öğrenciye dair, ‘Erkeksi bir kız. Devamlı kavga ediyor. Ben ona toka aldım.’ gibi şeyler anlatıyorlar. Görüyorum ki toplumsal cinsiyet rolleri üzerinden çocukları tanımlıyorlar. En büyük korkuları –dile getirmeseler de- çocukların eşcinsel olmaları. ‘O zaman ne yapacağız?’ı soruyorlar. İlk yaptığım onları rahatlatmak oluyor. Onlara toka alarak, çocuğu ‘erkek etkinliklerine’ katarak, sosyalleşmelerini sağlayamayacaklarından; sınıfın ve okulun o andaki tutumunun çok önemli olduğundan ve çocuğun ruhunda açılabilecek psikolojik travmalardan bahsediyorum. Bu çocuklar, büyüdüklerinde özlerine döneceklerdir. Belki eşcinsel olacaklardır; ancak, öğretmenin yaklaşımı çok önemli. Öğrenciler, öğretmeni örnek alıyorlar. Öğretmenin, söz-konusu öğrenciyi kabul edici tarzı, tavrı, örnek davranışı, o öğrencinin, bu çocuğun bu travmayı en az şekilde atlatmasını sağlar. Zorlayıcı olmamaları gerektiğini ben hep söylüyorum. Yani, öğrencilerden ziyade, öğretmenlerden bu tür paylaşımlar geliyor.
 
Öğrencilerle birebir ilişkim pek yok demiştin ancak olup da, elinin kolunun –tabiri caizse- bağlı kaldığı oldu mu? 
Bu aslında, öğrenciler için de gerekli olmayabiliyor. Bakın, bir arkadaşım şunu yaşamış; bir kız öğrenci, erkek arkadaşının olduğundan bahsetmiş. O da öğrenciye, yaşının gereği, tabii ki flört edebileceğini belirtmiş. Kız öğrencimiz de evine gidiyor ve babaya ‘bak baba, öğretmenim de bunu söylüyor’ diyor ve baba okula da gelip şikayette bulunuyor. Ve soruşturma açılıyor. Elinizin kolunuzun bağlı olması bir şikâyete bakıyor. Tamamen, velinin inisiyatifine bağlı. Milli Eğitim, öğretmenin yanında tavır almayan bir kurum. Medyadan, şundan bundan çok korkan, toplumsal normlarla hareket eden, bürokrasinin çok ağır olduğu bir yer. Değil ‘bu tarz’ konular, ‘normal’ olan, ‘kız-oğlan’ flörtlerine dair söylediklerinizden dolayı da çok rahat sorgulanabiliyorsunuz. Soruşturmada bir şey çıkar veya çıkmaz; o ayrı. Ancak her şey, sizin inisiyatifinizde olmayabiliyor.
 
Meslektaş çevrenle sosyalleşiyor musun?
Okulda erkek öğretmenler de dâhil buna ancak, daha çok, heteroseksüel olduklarını düşündüğüm, kadın arkadaşlarla dışarı çıkıyorum. Okul içerisinde arkadaş olduğum erkek meslektaşlarım var ancak –okuyanlar kızacak belki de- okul dışında çok fazla tercih etmiyorum. İstisnalar illa ki vardır ama çok derin olmadıklarını düşünüyorum. Kadın öğretmenler o yönden farklı olabiliyor. Kadınsal meseleleri tartışabiliyoruz. Onlarla da bir heteroseksüel olarak muhabbet etmek zorunda kalabiliyorum gerçi. Ve bundan utanıyorum. Şizofren bir hayat sürdürtüyorlar bize. Ben bunu diyorum. Şizofren bir hayatım var benim. Sürdürtülüyor; bunu ben istemiyorum.
 
Peki… Kavramlar demişken… Kavramlarla aran iyi midir? Şuna geleceğim… Sevgilin, hayat arkadaşın, partnerin, aşkın, biriciğin var mı? 
Var, evet. 4. yılımıza giriyoruz. Güzel bir ilişkim var. Ben ‘partnerim’ diyorum. Birincillikte kullandığım daha çok, ‘sevgilim’dir. Ya da direk ismini söylüyorum. İlişkimizi de bildikleri için insanlar, anlıyorlar. ‘Evliyiz’, ‘eşim’ hiç olmuyor sevgilimle aramda. Tanımlamalar, nitelendirmeler üzerinden gitmiyoruz; birebir yaşayarak bunu ifade ediyoruz.
 
Sosyalleşme sürecine onu da katıyor musun? Ya da onun iş arkadaşlarıyla sosyalleşme sürecinde, sen yer alıyor musun? 
Farklı alanlarda çalıştığımız için, yollarımız çok kesişmiyor. Ancak o benim ortamıma giriyor bazen. İnsanlar da ‘Aaa, nerden tanışıyorsunuz?’ diye sorduklarında, işte o zaman söylemlerimiz oluyor. ‘Benim çok yakın arkadaşımdır, dostumdur.’ diyerek samimiyetimizi açıklıyorum. Bu aslında çok ağır bir psikolojik travma. Baskı. Bizlerin çok güçlü olduğunu falan düşünüyorum. Beni tanıyan heteroseksüel arkadaşlarım, ‘Yaa, sen nasıl yapıyorsun? Sen gerçekten çok güçlüsün. Kime hangi yalanı söyledin… Sevgilini kime, nasıl tanıttın…’ derler. Şizofren hayat diyorum ya… İkili hayat. Dışarıda bir yaşamınız var. Heteroseksüel görünmek zorunda bırakıldığım bir dünya. Bir de, kendim olabildiğim bir dünya. Orası daha küçük ve rahat olduğum yer. İnsanlar, benim gergin olduğumu düşünüyorlar. Aslında gerginliğim öyle bir şey değil. Bu, tetikte olmakla ilgili bir gerginlik. ‘Anlarlar mı acaba?’ diye düşünüyorum sürekli. Ve bu çok büyük bir şiddet bence. Bugün mesela… İkimizin de tanıdığı bir hocamıza gittik. Kahvaltıya. Beraber kaldık dün akşam; sabah taksiye beraber bindik ve eve yakın bir yerde indik. Bari ben para çekeyim, o da benden önce gitsin diye düşündüm. Bu şekilde de, ‘aynı yerden gelmiyoruz’ havasını yarattık. Böyle bir şiddet olabilir mi? Ne kadar yaşanabilir bununla? Ve ben bunu 10 yıldır yaşıyorum. Hele ki son 4 yılda, bunu yoğun yaşıyorum. ‘Bu senin tercihin’ diyebilirsin; hayır, benim kesinlikle tercihim değil. Bana bu ülkede iş güvencesi verilse; eşcinsellik, işten atılma nedeni olmasa -tabii, eşcinselliğimizi değil de, bir başka gerekçeyi kullanarak yapmasalar bunu-, umurumda bile olmayacak. Hocam ne düşünmüş, arkadaşım ne düşünmüş… O, onların sorunu olacak. Ancak şu an, en büyük sorun, benim sorunummuş gibi yaşıyorum. Ruhumun bir yerleri acı çekiyor.
 
Bu şiddeti, sevgilin de paylaşıyordur tabii… 
Ben bunu bir yaşam biçimi haline getirdim. O yalnızca, 4 senedir eşcinsel bir ilişki içerisinde. Yalan söylediğimiz için, kendini çok suçlu hissediyordu. Onunla da ilgilenmek zorunda oluyorum. Onu rahatlatmak için hep şunu söylüyorum; ‘Yalan söyleyene değil, söyletene bak.’ Sen bunu söylediğinde, mutlu olacaklar mı? Olmayacaklar. Yalan söylemeye devam etmek zorundayız. Çünkü ikimizi de mutsuz edecekler.
 
Tepki vermekten yorulduğun olmuyor mu ya da diğer konulardan çektiğin oluyor mu yani... Bir nevî, paranoya? 
Oluyor. Zaten muhalif bir kimliğim var. Okulda, bahsettiğim birinci çemberin içinde yer alan, bir arkadaşım var. Bazen eşcinsellikle ilgili homofobik yorumlar oluyor. O arkadaşım rahat konuşabiliyor. Çünkü kendisi heteroseksüel. Ancak ben biraz daha savunur olduğumda, aramızdaki cin arkadaşlar, ‘bunun da yaşı zaten 29. Bekar da… Acaba ‘öyle’ mi?’ diye yaklaşıyorlar. İşte o zaman, arkadaşım beni uyarıyor, açık vermemem ve bundan da zarar görmemem için. Bana soru sorulduğunda, bazen öyle evirip çeviriyorum ki, arkadaşım bana hayran hayran bakmak zorunda kalıyor. Erkek arkadaşım olduğunu biliyorlar şu an; mecbur kaldım bunu yapmaya. Onlara anlattığım aslında şu anki kadın sevgilim. Ancak onlar, anlattığım kişinin, erkek arkadaşım olduğunu düşünüyorlar.
 
Bazen gerçekten, ‘yoruldum’ dediğim zamanlar oluyor. Geri çekilmem, dinlenmek istediğim zamanlar oluyor. Bazen gerçekten çok yoruluyorum. Hem özel hayatını koruyacaksın, hem açık vermeyeceksin, hem politik olacaksın, hem olmayacaksın… Bir de benim tek kimliğim, eşcinsel olmam değil; bunu da belirtmek istiyorum. Ben her şeyden önce, bir kadınım. İkincisi, eşcinsel bir kadınım. Ve diğer etnik ve sosyal kökenlerim var. Onlardan dolayı da eziliyorum. Yani yalnızca bir alanda muhalif değilim ki ben… Eşcinsel olmam, evet, benim bir parçam. Ancak bu, diğer kimliklerimle beraber, bir ebru gibi. Hepsi birbirine girmiş. Her yerde muhalifim ve yoruluyorum.
 
Kadın öğretmenler bir araya geldiklerinde, diyelim bir çay molasında, cinselliklerine dair kolaylıkla konuşabiliyorlar mı? Aralarında, fiziksel/cinsel şakalar, paylaşımlar, şunlar, bunlar oluyor mu? 
Valla, aşklarında bahsediyorlar. Kocalarından bahsediyorlar. Ancak yatak ve seks muhabbetine, karşı tarafa ‘çok mutluyum’ hissi vermek için, çok fazla girilmiyor. Ya da her şey bu şekilde lanse ediliyor. Bazıları da, her şeyin anlatıyor; şöyle yaptık, böyle yaptık diyor. O anlatırken, hep bir çerçeveden bakınca hayata, sen de diyorsun, ‘bu kadın eziliyor ciddi ciddi, her anlamda.’ Bunun farkında değil; bir güzellikmiş gibi anlatıyor. Aralarında şakalaşma oluyor; ‘grup mu yapsak’ muhabbeti, ‘kız kıza’ gibi söylemler, ara ara oluyor. Ama tabii, hiçbiri hiçbir zaman ciddiye alınmıyor. Ben dans etmeyi çok seviyorum mesela; kadın arkadaşlarla dans ettiğimizde, bazıları çok geriliyor. Fiziksel temas başladığında –benim eşcinsel olduğumu bilmedikleri halde- geri çekiliyorlar. Dokunmadan dans edelim istiyorlar herhalde (dokunmadan edilen dansı gösteriyor). İş ciddiye binince, farklılaşabiliyorlar.
 
Bu söyleşiden önce, seninle empati kurmaya çalıştım. Deniz’le değil de, ‘bir öğretmen’le söyleşi yapacağımı düşündüm. Seninle empati kurmak, inanılmaz bir yükü omzuma koyuyor sanki. Bu başka bir mesleğe benzemiyor. Öğretmenliğe kutsallık yükleniyor sürekli. Ve bu başka bir boyut kazandırıyor bu mesleğe. Görevini yaparken, her bir boyutu düşünmek zorunda olduğunu hissedeceğine dair bir inancım var. Ve seninle empati kurarsam, bu çok ağır geliyor. Bunun altından nasıl kalkıyorsun? Daha doğrusu, bunu her zaman düşünüyor musun? 
Yok, hayır düşünmüyorum. Bunu düşünürsen, yaşayamazsın zaten (gülüyor). Ama hani, ‘yük’ diyorsun ya. Genç bir erkek öğretmenle, şöyle bir konuşma geçti aramda. Ben açık değilim ancak bana soruyor: ‘Hocam, eşcinsel öğretmenler var mıdır?’ ‘Tabii ki var.’ dedim. ‘Peki hocam, sizce doğru mu bu?’ diye ekledi. ‘Neden?’ diye sorduğumda, ‘Çünkü biz çocuklara örnek oluyoruz; bu, çocukları etkilemez mi?’ gibi sorular geldi arkasından. Bunlar korkunç sorular. Bir sürü göbekli, kel, heteroseksüel, çocukları taciz eden öğretmenler var. Bundan daha tehlikeli bir şey yok benim için. Siz o insanlara çocuklarınızı rahatlıkla teslim ediyorsunuz; ancak eşcinsellere teslim etmiyorsunuz ya da etmeyeceğinizi düşünüyorsunuz. Benim eşcinsel bir öğretmen olmadığımı sanıyorlar; bu nedenle, çocuklarını ve kendilerini bana teslim edebiliyorlar, dediklerimi ciddiye alıyorlar. Benim kimle yattığım, öğretmenliğimi etkileyen bir şey değil. Tam tersi, beni duyarlı kılan; kadına ve ‘öteki’ye olan duyarlılığımı yükselten bir şey. Meslekî yeterlilik ve eşcinsel öğretmen –ya da yalnızca eşcinsel- olmak ayrı kategoriler. Ben, insanların yatakta ne yaşadıklarının mesleklerini etkileyip etkilemediği yargısıyla kimseye yaklaşmıyorum; bana ve diğer eşcinsel meslektaşlarıma bu şekilde yaklaşılması beni çok rahatsız ediyor. Ben hep şunu söylerim: Her şey özüne döner. Çocuk sizi örnek aldığı için eşcinsel olmaz.
 
Seni soruna gelecek olursam; evet, bu bir yük. Ancak ben bir şey anlatırken, ‘aman ben eşcinselim, dikkat edeyim, şurada da şunu demeyim’ diye düşünmüyorum. Evrensel ve bilimsel çalışmalar var; bunlar üzerinden yönlendirmemi ve açıklamalarımı yapıyorum. Rehberlik servislerine genellikle, sorunlu öğrenciler yollanır; orası sorun merkeziymiş gibi. Biz aslında rehberiz, yol göstericiyiz. Böyle algılandığı için, eşcinsel olmak artı bir şey. Farklılıklara karşı duyarlılık açısından. Ancak bazen ne oluyor biliyor musunuz? Ailelerle konuşurken, sizin çocuk sahibi olup olmadığınız, aile kurup kurmadığınız önemli oluyor. Veli geliyor, elimde yüzük olup olmadığına bakıyor. Duruma göre, beni ciddiye alıyor ya da almıyor. ‘Çocuğun yoksa sen ne anlarsın çocuk yetiştirmekten’ oluyor. Bazen, ‘Hocam sizin çocuğunuz olsa, eşcinsel bir öğretmenden ders almasına izin verir misiniz?’ diye soruyorlar. Yaşım itibariyle, evli ve çocuklu olmam gerektiği düşünülüyor. Yani sorun yalnızca, eşcinsellik değil. Sorun aynı zamanda, kadının üzerindeki bu evlilik kültürü.
 
Hayali bir erkek aşkından bahsettin. Diğer öğretmenlerle paylaştığın bir aşkmış bu. Bunu nasıl yaptın? 
Yapmak zorundaydım. Yaklaşık bir sene önce oldu bu. Sevgilimin doğum günü, 8 Mart’a yakın bir tarih. Ve ben çok romantik bir insanım ve ona klasik olmayan bir şey yapmak istedim. Tabii bu fikrim çalınmasın diye detaylara girmeyeceğim (gülüyor)… Belki yapmış insanlar vardır, bilemiyorum. El emeği, süslemeli bir çalışma yaptım. Yaparken, bir arkadaşımdan yardım aldım. Tabii, ‘bunu kime yapıyorsun’ gibi sorularla karşılaştım. Ve bu merakların üzerine, çok yakın bir erkek arkadaşımı, sevgilim olarak tanıtmıştım öğretmen arkadaşlarıma. Şüphelerini gidermek için…
 
Seninle ettiğim sohbetler, bana her zaman zevk veriyor. Bu da onlardan biriydi. Sana ve sevgiline, yalan söylemek zorunda bırakılmayacağınız bir dünya diliyorum. 
Ben de, iki-yüzlü yaşamak zorunda bırakılmadığımız bir hayat diliyorum hepimize. 


Etiketler: insan hakları, eğitim
İstihdam