18/01/2013 | Yazar: Rıza Yalçın Koçak

Bu yazıyı Kaos GL’de Arjen arkadaşımızın yazdığı ‘Bir Örgüte ‘Acımasız’ Eleştiriler’ başlığını taşıyan yazıdan doğru kimi itirazlarımızı yükseltmek, tartışmayı derinleştirmek ve illa ki birbirimizi daha iyi anlayabilmek kaygısından ötürü kaleme alıyoruz.

Hiç kimse mahpusta yatmayı, işkence görmeyi, eğitim hakkının, anadilinin gasp edilmesini, fişlenmeyi, öldürülmeyi vs istemiyor. Ancak mücadelenin kendisi bunu göze alma/ buna katlanma/ buna göre şekillenme gibi zorunlulukları doğuruyor!
 
Bu yazıyı Kaos GL’de Arjen arkadaşımızın yazdığı ‘Bir Örgüte ‘Acımasız’ Eleştiriler’ başlığını taşıyan yazıdan doğru kimi itirazlarımızı yükseltmek, tartışmayı derinleştirmek ve illa ki birbirimizi daha iyi anlayabilmek kaygısından ötürü kaleme alıyoruz.
 
Yazının başlığının ilk etapta bizi çok heyecanlandırdığını ifade etmek gerekiyor. Çünkü sol örgüt olarak tarif ettiğiniz/ ettiğimiz tüm oluşumların acımasız eleştirilere muhtaç olduğu aşikâr. Hele ki Kaos GL gibi ‘yüreği her şeye rağmen solda atmaya’ ısrarla devam eden ve LGBT mevzusunda neredeyse tüm sol örgütlere öğretebilme yetisine sahip bir hareketin internet sitesinde yayınlanıyor olması, yazıya dair heyecanımızı iyice arttırdı.
 
Yine sol örgütlerin heteroseksist, ataerkil, homofobik bakış açılarına dair bir sorgulama içine girildiğini düşündük ve bunu duymak istedik ne yalan söyleyelim! Oluşan bu algının bir yandan Kaos’un tek ‘işini’ bu olarak görmek gibi bir sakatlığı barındırdığı ortada. Gayet tabi derginizin sayfalarında her türlü meseleyi tartışabilirsiniz. Hâlâ aksi türlüsünü umuyor oluşumuz bir yanıyla sıkıntılı bakış açımızın çarpıklığını ortaya koyarken bir yandan hâlâ bu konuda öğrenme ihtiyacımızı açık ediyor.
 
Hal bu iken Arjen’in yazdığı yazıda da bütünlüklü olarak nelerin eleştiri konusu edildiğini pek ayırt edemediğimizi söylemeliyiz. Sol örgütlere (bütününü kapsamasa da) dair yöneltilen homofobik olma eleştirisini az bile bulduğumuzun altını çizelim. Bu yaklaşımla esasında karşısında durduğu sistemin ekmeğine yağ süren birçok örgütlenme maalesef ki hâlâ mevcut. Bunu ayıp, ahlak dışı, uygunsuz, sapkınlık saymak bile kimi zaman ‘masum’ kalabiliyor. Hele ki yazının bütününde bahsi geçen ‘Yürüyüş Dergisi’ ve derginin sahiplendiği politik anlayış çok daha geri bir noktada duruyor. Eşcinselliği sapkınlık olarak görmek onlara bir türlü ‘yetmiyor’, LGBT mevzusunu tartışmaya açan, bu noktadan kalıplarından sıyrılmak isteyen, homofobik bakış açısını en azından mahkûm etmeye çalışan diğer tüm sol hareketler bu anlayışın saldırganlığından paylarını alıyor.
 
‘Direnmek sizin işiniz değil, siz gidin eşcinselleri örgütleyin.’ ‘Biz direnirken siz ne yapıyordunuz? Eşcinselleri mi örgütlüyordunuz. ‘Çürümenin sınırı yok. Şimdi de oturmuş eşcinselleri tartışıyorlar.’ ‘Eşcinselliği, feminizmi tartışırken bir yandan da tek kurşun sıkmadan teslim oluyorlar.’
 
Sayfalarında yer almasından imtina etmedikleri tüm alıntılar bahsi geçen dergiye ait. Bu şekilde cümlelere dökülen anlayışın nasıl bir düşmanlığı barındırdığı ortada. Ve tam da Arjen’in ifade ettiği gibi ‘halkın değerlerine’ yedeklenme durumuyla doğrudan ilintili olduğu da sır değil. Devirme ve dolayısıyla ilerletme kaygısı olan/ olması gereken devrimcilerin  ‘kolayına kaçtıkları’ en belirgin mevzulardan biri de budur sanırız. Değiştirme iddiasını bir kenara atıp varolana yedeklenme en çok halkın sahiplendiği değerlere dair olmuştur. Eşcinsel bu anlamda yıllarca tam bir tecride tabi tutulmuşken, ‘normal’ sayılan ikili ilişkiler (heteroseksüel ilişkiler!) de bu halden payını fazlasıyla almıştır. Devrimciler arasındaki birliktelikler –muhakkak ki izin verilen yapılarda- tam bir giz perdesi arkasında yaşanmış, sokaklarda el ele tutuşmak, kalınan evlerde yan yana uyumak ayıp sayılmış, halkın gözünde bilhassa devrimci kadınlar ‘erkek gibi- namuslu’ kızlar profili çizmek için gayret etmiş çoğu zaman da aksi türlüsü bir anti propaganda alanı olarak kullanılmıştır. Devrimciler ise halkımıza bu ‘namus’ algısını sorgulatmak şurada dursun, kendilerini bu bakışa tam nizam yedeklemişlerdir. Bir zaman sonra da maalesef ki bu değer yargıları devrimcilerin kültürünün bir parçası haline gelmiştir. Devrimci kültürün değil devrimcilerin kültürünün! Devrimci ahlakın değil devrimcilerin ‘ahlakının’! Devrimcilerin ahlakı devrimci olma özelliğine sahip olmakla birlikte, sahip olmadığı zamanları da bolca olmuştur. Ancak bu sorun ‘devrimci ahlakla’ değil, devrimcilerin meseleyi kavrayamadığından ötürü kültürlerinde oluşan ve devrimci olmayan nüvelerle ilintili bir tartışmadır!
 
Bu genel belirlemelerden yola çıkarak Arjen’e karşı yükselteceğimiz ilk itiraz devrimci ahlaka dair yaptığı tespitler doğru olacaktır. Diyor ki; ‘“Devrimci ahlak” denilen kutsanmış, duvarlara hapsedilen değişimden uzak, bunun dışındaki anlayışlara tahammülsüz katı düşünce sistemi toplumsal ahlaka çok benzer.’  İlk nokta devrimci ahlakı toplumsal ahlaka indirgeyen bakış açısının yanlışlığıdır. Devrimci ahlak maalesef çoğu zaman halkın geri değer yargılarına yedeklenmiş, ilerletme misyonunu yerine getirememiş olsa da, yer yer genel kabul gören doğruların bile gerisinde kalmış olsa da bir dolu olumlu özelliği de içinde barındıran bir dinamizme sahiptir. Devrim mücadelesiyle geçen birçok yaşam pratiği incelendiğinde fedakârlık, duyarlılık, dürüstlük, çalışkanlık, anlayışlılık, emektarlık, bencil olmama, geniş bakabilme gibi erdemlerin devrimci ahlakın harçları olarak yaşandığını görmek mümkündür. Bu sebeple yanlış pratiklerden ötürü toptancı bir yaklaşımla devrimci ahlakı Arjen gibi tarif etmek bir yanıyla –üzücü ama- bir dolu öğretici deneyimi kaldırıp çöpe atmaktır. İkinci nokta yine buna bağlantılı olarak aslında Arjen de vuku bulan ‘kutsanma’ halini olumsuzlama yaklaşımıdır ki burası epeyce tehlikeli! Beyhude bir kutsama halinden bahsetmiyoruz! Ancak kimi değerler vardır ki kutsamak gerekir! ‘Ajitasyon üzerinden örgütlenmek’ gibi olmasın ama, hangimiz Kaypakkaya’nın işkencedeki tavrını, Deniz’in ‘yaşasın halkların kardeşliği’ diyerek sehpaya çıkmasını, Mahir’in Kızıldere Destanını güzel günler düşü kuran insanların temek değerleri üzerinden kutsamayız? Bunun nesi kötüdür? Mitleştirmek, sorgusuz sualsiz benimsemek, sorgulamamak muhakkak ki büyük bir açmazı ifade eder ama cümlede ifade edilen bundan öte bir anlama mazhar! ‘Kutsamak’ kelime olarak seni ireti edebilir ama bazı şeyleri kutsamak gerekir! Kutsamaktan kastımızın yeterince anlaşıldığı kanaatini taşıyoruz ama altını çizmek de fayda var. Filistin’de, Kürdistan’da çocukların zulmün önüne dikilme heybeti -tüm derinlikli tartışmalardan azade- kutsanması gereken bir tavırdır. Ya da sürgünde geçen bir ömür boyunca içine doğduğun kültüre dair büyüttüğün hasret!
 
Devamla, devrimcilerin bedel ödeme yükümlülüğüne dair yapılan tespitlere katıldığımızı ifade edelim. Kimsenin bedel ödemeyi dizginlemeyecek bir biçimde arzulamadığı ortada! Hiç kimse mahpusta yatmayı, işkence görmeyi, eğitim hakkının, anadilinin gasp edilmesini, fişlenmeyi, öldürülmeyi vs istemiyor. Ancak mücadelenin kendisi bunu göze alma/ buna katlanma/ buna göre şekillenme gibi zorunlulukları doğuruyor!
 
Ancak bu konunun ötesinde ifade edilenler niyetten bağımsız, bu kez de sistemin kültürüne, ahlakına, değirmenine su taşıyor! ‘Çok derin bir kaygıyla şunu söylemeliyim ki ajitasyonu örgütlenmenin en önemli aracı olarak gören anlayış ölen yoldaşlarını bir ajitasyon aracı olarak kullanabiliyor. Yani kısacası birileri bedel ödeyerek ölmeli ki daha fazla örgütlenelim. Bu tamamen mekanik, akıl ve vicdandan yoksun bir anlayıştır.’ Ajite etmek kelime anlamı itibariyle ‘kışkırtmak’ demektir. Evet, biz ölen yoldaşlarımız üzerinden sisteme karşı kışkırıyoruz. Güzel bir dünya özlemiyle hareket ederken yaşam ile bağlantısı kesilen insanlara, şehitlerimize dair büyük bir öfke hissediyoruz. Bu duygu salt bir öfke değil. İçinde derin bir üzüntüyü, şehit düşenle tanışıklık durumuna göre de büyüyen bir boşluğu, acıyı, kederi de içinde barındırıyor. Ancak onun hayatına kast eden –en yalın ifadesiyle- ‘karşı taraf’ gerçekliğini de zihnimize kazıyoruz. Biz istemesek de kazınıyor. Yalnız emin ol, sisteme kışkırma sebeplerimizden yalnızca birisi bu! Misal esasına ekolojik kaygıları alan bir oluşumun tek ajite etme aracı ağaçların kesilmesi midir? LGBT bir örgütlenme yalnızca nefret cinayetlerini mi gündemleştirir? Ya da bahsi geçen örgütlenmeler sayılan halleri de işlediklerinde bir ‘kullanma’ durumundan söz edebilmek mümkün müdür? Ölümün artık ağır bir ahvali ifade ediyor oluşu gerçekliği, çokça kez mevzu kılınmasına yol açıyor doğru. Bazı bazı ölüm üzerinden ziyadesiyle propaganda yapılma yanlışlığına da düşülüyor. Ancak bu yapılanı ‘hata’ olarak görmeyip, sistematik bir anlayışın dışavurumu saymak epeyce acımasız olmak demek oluyor!
 
Yazının başında ‘örgütlerin kendi elemanları’ diyerek kafadan puanımızı verdiğin hissi uyandı üzerimizde. Örgüte bir şirket muamelesi çekip onun canlı, dinamik parçaları olan ve devrimcilik iddiası taşıyan insanlara eleman diyebilmek bir tek düşmanın kara çalma aracı diye biliyorduk. Dost meclisinde bu tabiri işitmek zorumuza gitti açıkçası. Eleman nedir? Devrimcilerden bahsetmiyor muyduk?
 
Meselenin esasını ise işte tam da bu bakış açısı oluşturuyor. Arjen arkadaş örgüt ile birey arasındaki ilişkiyi böyle kurguladığı için meseleleri sübjektif tartışmaktan sıyrılamıyor. Hayal dünyasında vuku bulan sert-soğuk- astığım astık- ulvi bir örgüt gerçekliği ve onun altında kullanılmaya hazır ve nazır elemanlar! Bahsi geçen durumun Türkiye Devrimci Hareketi içerisinde düşülen bir yanılgı- yanlış bir şekilleniş olarak mahkûm edilmesi gerekir. Ama Arjen bunu yapmıyor. Derdi de bu değil! İlerletmek istemiyor. Tepeden yine puanını veriyor. Ona göre zaten bunun dışında bir anlayış yok! Bu düşülen bir hata değil, doğal sonucun ta kendisi!
 
Eli sopalı bu örgüt ne mi yapıyor? Elemanlarını gözünü kırpmadan ölüme gönderiyor. Hem de yakın zamanda devrim olmayacağını kendisi de bilirken! Yani bilinçli bir şekilde! Bu da yetmiyor bu zalim örgüte ölen elemanları üzerinden ajitasyonu çekiyor, örgütlenme yapıyor. Bir zaman sonra bakıyor bu kapıda ekmek çok örgütlemek için kendi elemanlarını öldürmeye başlıyor!
 
Ticari bir işletmenin kar hırsıyla yanıp kavrulurken ‘her yol mubahtır’ anlayışına sarılması gibi değil mi? İşte Arjen arkadaş ‘savaşta insanın dinamik rolünü’, ‘örgütlerin kendini oluşturan bireylerin toplamını ifade eden bir canlı organizma olduğu gerçekliğini’, ‘devrimciliğin temel derdinin insanı mutlu kılmak olduğunu’, ‘yanlış şekillenişlere dair yapıcı eleştirilen ilerletici bir misyon sahip olabileceği gerçekliğini’, ‘toptancı, genellemeci, işine gelince de indirgemeci anlayışın acımasızlıkla malul oluşunu’ red-de-di-yor, görmüyor, önemsemiyor! Devrim mücadelesinde yaşamını ortaya koyanlar gibi hassas bir mevzuda çok tepeden bir çıkış yapıyor. Acımasızlık ediyor!

Etiketler:
İstihdam