05/10/2009 | Yazar: Yıldırım Türker

O çocukların yaşını kimse tam olarak bilemez. O çocuklar çoğunluk kayda düşmeden yaşar, ölümleri de kayıt tutmaz.

O çocukların yaşını kimse tam olarak bilemez.
O çocuklar çoğunluk kayda düşmeden yaşar, ölümleri de kayıt tutmaz.

Çoban kızı Ceylan Önkol için kimileri 12, kimileri 14 yaşındaydı diyor.
Ne fark eder? Onun vurulduğu dağların zamanı bizimkiyle ölçülemez nasılsa.
6. sınıf öğrencisiymiş.

Diyarbakır’ın Lice ilçesini on yıllardır uğursuz bir fısıltı gibi işitmez miydik zaten? Ceylan’ın ölümüyle bir kez daha hatırladık Lice’yi.
Ceylan, geçen gün koyun otlatırken havaya uçuruldu. Karnından vurulmuş. Kolları bacakları sağlammış. Dolayısıyla onu parçalayanın, birçok çoban çocuğunun katili mayınlardan biri olmadığını biliyoruz.

Varlığına her gün şükretmek zorunda kaldığımız Taraf gazetesi olmasaydı, yine sessiz sedasız geçiştirilecek, hayatlarını zulmün kaydını tutmaya adamışların gündemi dışında yer bulamayacaktı hayatlarımızda.

İHD Diyarbakır Şubesi, bir basın toplantısında Ceylan’ın parçalanmış giysisini ve şarapnel parçasını göstermiş. Şapkasını gördünüz mü? Havaya uçmuş besbelli, hiç zarar görmemiş. Uzun siperlikli beysbol şapkalarından. Belli babası pazardan almış. Üstünde bir kurukafa resmi var. Bir de İngilizce yazı: ‘Bad to the bone.’ İliklerine kadar kötü anlamında. Sevsinler.
Anasına, ‘makarna pişir, dönünce yiycem’ demiş evden çıkarken. Ama önce koyunların karnını doyurmalı.

Biraz sonra ailesi bir patlama sesi duyup o yana koşturmuş. Çoban kızın kolları ve bacaklarını bulmuşlar. Bedeninin kimi parçaları ağaç dallarına fırlamış. Aile, Ceylan’ın parçalarını toplayıp ağıda durmuş. Güvenlik kuvvetlerinin, savcının gelmesini beklemişler. altı saat boyunca.
Savcı, doktor ve kolluk güçleri, can güvenlikleri olmadığı gerekçesiyle olay yerine uğramıyorlar.
Hukuk devletimiz, köy imamını gönderip elindeki kamerayla olay yerini çekmesini sağlıyor.
Ceylan’ının parçalarını eteklerine toplayan anası, karakola gidiyor. Karakol nizamiyesinde şıpınişi bir otopsi yapılıyor.

Olay yerini incelemeye Cumhuriyet Savcısı ancak üç gün sonra teşrif ediyor.
Ceylan, bu dağlarda avlanmış. Ama gezmesin de ne yapsın, koyunları otlatmak gerek.
Bize ondan kalan vesikalık bir fotoğrafı.

Orada yaşayanların çoğu hayatlarında bir kez dururlar kameranın karşısında. Onların evlerinde yoksul bir nikâh fotoğrafı, belki bir de askerlik fotoğrafı dışında sabitlenmiş bir suret yoktur. Bir de devlete bakarken; kafa kâğıdına vesikalık.

Ceylan, kameraya nasıl bakacağını bilememiş. Belli, fotoğrafı çeken, gözlerini aç, demiş ona.
Evet, Ceylan da, ‘Bir teneffüs daha yaşasaydı tabiattan derse kalkacak, devlet dersinde öldürülmüş’ çocuklardan biri. Uğur Kaymaz gibi. Bir karışını vermem deyip ölüme adanmış topraklarda mayınlarla patlayan çobancıklar gibi. Taş attılar diye üzerlerine kurşun sıkılan, ölümleri sıkanın yanına kâr kalan çocuklar gibi.

Oraların, Kürt ellerinin kavruk, mutsuz bütün çocukları gibi.
Hayatları gözümüzde beş para etmeyen küçük ölü çocuklar.
Bu memleketin vatandaşları. Siyasileri. Gazetecileri. Hukuk insanları.
Ceylan’ın ölümü karşısında işte anlı şanlı ordumuz sessiz sedasız kırıtıyor yine.

Araştırmışlar da havan atılmadığını saptamışlar. Pekiyi ne? Ceylan’ın o topraklarda yaşıyor olması, o dağlarda geziyor olması ölümü için yeterli bir gerekçe, öyle değil mi?

Hesap vermenize hiç gerek yok elbet. Kendi hukukunuz, kendi savcılarınız nasılsa göğüslerini siper edip koruyorlar dokunulmazlığınızı. Seferberlik halidir, bir hatadır olmuş, öyle değil mi? Hatta bu konuyu deşmek, Ceylan’ın ölümü üstüne suskunluğa gömülmeyi reddetmek de, Allah bilir, vatan hainliğidir.

Askeri bir karakoldan atılan, henüz bilmediğimiz bir silahla katledilmiş olduğu ortada olan Ceylan’ın ölümünü de örtbas edivereceğinize inancınız tam, değil mi?
Uğur Kaymaz’ın katilleri haklı bulundu, biliyorsunuz. Onun öldürüldüğünde yazmıştık. Tekrarlayalım:
Bu memlekette, en hassas koruma altına alınmış olan; güvenlik güçleridir. Emniyet ve askeri güçlerin moralinin bozulmaması için kendilerine sonsuz bir özgürlük alanı tanınmıştır. Güvenlik güçlerinin incinmemesi her şeyin önünde gelir. Devlet diktesinin de gücüyle ÖZGÜR basın, bu konudaki dikkatiyle vatandaşına göz yaşartıcı fedakârlıkta bir rehberlik görevi üstlenmiştir. Elinde silahı olan ve güvenliğimizi sağlamakla yükümlü emniyet güçlerinin isabetine yönelik en ufak bir kuşkuyu dile getirmek, sizi bir çırpıda ‘marjinal’ yapacaktır. Avrupalı olma yolunda atmakta olduğumuz hiçbir adım, bu gerçeği değiştirebilecek kudrette değildir. İşkenceci polisler hâlâ ve mümkünse hiçbir zaman cezalandırılamaz. Gözaltında ölümüne sebebiyet verdikleri kurbanlarının hesabı da kendilerinden sorulamaz. Zaman aşımı onların yanındadır. İşkence yuvaları kurmuş cuntacı generalleri bile rahmetle anmak zorundayız. 33 Kürdü kurşuna dizip idam cezası alan Orgeneral Mustafa Muğlalı’nın adı, daha geçtiğimiz Mayıs ayında bir Jandarma Sınır Taburu’na verilmedi mi?

Meselenin adını koyuverelim.
Bu topraklarda polisin ve askerin morali her zaman bir çocuğun canından önce gelir.

Onları eleştirmek, bu kurumların ıslahının gerektiğinden söz etmek son derece tehlikelidir. Güvenlik paranoyasının topyekûn ülke sathına yayılması, sık sık düşman listelerinin çıkarılıp kendi fikir tartımızla dünyaya bakabilmemizin engellenmesi şarttır. Hepimize tek yol olarak gösterilen, kimi sertlikleri, münferit zalimlikleri olmakla birlikte bu kurumların en ufak bir eleştiri esintisinden uzak tutulmaları gerektiğidir. Bu, güvenliğimizin bedelidir. Onların da   burnundan kıl aldırmayan bu ruh hali içinde düşman bellediklerinin yaşama hakkına yönelik en büyük tehdit oluşturuyor olması doğal.

Şimdi bir kez daha kendimize sormak zorundayız.
Çocuk ölüleri karşısında ne hissediyorsunuz? Karanlıkta koca adam gibi durduğu için, başını sokabileceği bir evi olmadığı için, aç kaldığı, tedavi görmediği için, savcının bile adım atmaya korktuğu topraklarda koyun otlattığı için ve daha birçok nedenle katledilen çocukların ölüleri nasıl oluyor da infial yaratmıyor bu toplumun bağrında? Asılabilsin diye yaşı yükseltilen çocukların cellatları nasıl hâlâ saygın kimliklerine bürünmüş, sıcak evlerinde ecel bekliyor? Bu toplum, bu koca nüfus, vatan sevmekten çocuk sevmeye vakit bulamamış savaşçılar ve kasaba tüccarlarından mı oluşuyor?

Çocuk dünyasına yakın durmayan, hayatında bir tek çocukla hazmedilmiş bir tevazu içinde birlikte vakit geçirmemiş, bir tek çocuğun dilini asal kabul edip onun karşısında saygıyla titrememiş bir yetişkin için çocuk, elbette kolay unutulacak bir insan küçüğüdür. Çocuk dilini, çocuk gözünü hiç merak etmeyen; onları bir an evvel eğip büküp güruha katmaya çalışan bu toplum, daracık dünyasında nefes darlığı içinde yaşayıp gidecek.

Bir çocuğun saçının bir tek telinin bu toplumun emniyetine feda edilemeyeceğini, edildiği takdirde emniyet duygumuzu sonsuza dek yitireceğimizi haykırmak gerek.
Sessizlikle geçiştirmeye çalıştığımız bir çocuğun katledilişidir.
Bu memlekette bir ana, havaya uçurulmuş çocuğunun parçalarını bir bir eteğine topluyor.
Bu anın bilgisiyle, artık unutuluşa gömemeyeceğimiz bu görüntüyle nasıl yaşamaya devam edeceğiz?

Ceylan’ı o dağlarda vurdular. Vuranlar hiç utanır gibi durmuyor.

Pekiyi siz utanmıyor musunuz?
 


Etiketler: insan hakları
nefret