17/03/2017 | Yazar: Ali Özbaş

İlk filminde annesi ile olan sorunlarını perdeye getiren Xavier Dolan, ‘Alt Tarafı Dünyanın Sonu’ isimli filminde de aile ile hesaplaşmasına devam ediyor.

Xavier Dolan, ilk filminden beri sevdiğim bir genç yönetmen. O kadar genç ki hâlâ 30’lu yaşlara gelememiştir ve ilk yönettiği film “Annemi Öldürdüm” 2009 yılında, yani Dolan 20 yaşındayken vizyona girmiştir.

Ekranı dolduran renk cümbüşü, kıvrak, insanın içini kıpır kıpır eden şarkılar, bolca içilen sigaralar, bağrış çağrış kavgalar… Neredeyse yönetmenini bilmeden oturduğunuz bir filmde bunları görünce Dolan’ın aklınıza gelmesi kaçınılmaz…

Sanırım Türkiye’de sevenleri ve takipçileri dışındakiler, sürekli Cannes Film Festivali’nde büyük ödülde adının geçmesi ve Nuri Bilge Ceylan ile bu ödül için çekişmesinden duymuşlardır Dolan’ı. Merak edip araştırmışlar mıdır, filmlerine bakmışlar mıdır, diye soracağım ama ‘Nuri Bilge Ceylan’ın filmlerini dahi merak etmemişlerdir’, diyerek bu konuyu kapatmak en iyisi.

Xavier Dolan, ilk filminde annesi ile olan sorunlarını perdeye getirmiştir acımasız bir şekilde. Bu filminde de aile ile hesaplaşmasına devam ediyor. Bunu yaparken de seyirciyi kelimenin gerçek anlamıyla karakterlerin burnunun dibine kadar sokuyor. Kamera filmin büyük bölümünde yakın çekim oyuncuların yüzünde. O nedenle oyunculara büyük bir iş düşüyor. Bütün oyuncular bu yükün altından başarıyla kalkıyor. Ancak iki büyük kadın oyuncu bir tık daha öne çıkıyor ya da iyi kadın oyunculara olan zaafım onlara iltimas geçmeme neden oldu. Anne rolünde Nathalie Baye ile abisinin eşi (bildiğimiz yenge) Marion Cotillard.

Louis 12 yıl önce terk ettiği ailesini ziyarete gelir. Her birinin özel günlerini hatırlamış, doğum günleri, evlilik gibi zamanlarda kutlama kartları göndermiştir. Ancak bu sürede ne aileden biri onun yanına gitmiş, ne kendisi ailesinin yanına gelmiştir. Artık büyük bir oyun yazarı olan Louis’nin onca yıldan sonra geliş sebebi, ölmek üzere olduğunu söylemektir. (ki bu zaten filmin en başında belirtiliyor, ayrıca fragmanında da vardı, dolayısıyla spoiler yoktur efenim).

Louis’nin kendisine abilik yapmasına ihtiyaç duymuş kız kardeş, herkesi özellikle karısını küçümseyen, sürekli gergin, şiddete meyilli bir abi, daha önce hiç tanışmadığı ve konuşmaya, bir şeyler anlatmaya hevesli yenge ve kendine has bir anne. Film bunlarla geçirilen 1 günü bile bulmayan zaman dilimini anlatıyor. Anlatılan hikâye yer yer hesap sormaları ve suçlamaları içeriyor. Sürekli sesler yükseliyor, gerilim artıyor. Daha önceki hemen her filminde yer alan eğlenceli taraflar bu filmde yok. Renk ise önceki filmlerindekinden az şekilde belli dar alanlarda kullanılıyor. Önceki filmlerde tüm ekranı kaplayan renk cümbüşleri iki önceki filmi “Tom Çiftlikte” ve bu filminde yok. Katlanılmaz bir sıcak havadan bahsediliyor, ancak hava sürekli kapalı. Zaten ağır olan film, bu atmosferle iyice kararıyor. Ancak ilginç bir şekilde filmi izlediğim seansta sıkılıp, kalkıp giden bir seyirci olmadı. Muhtemelen zaten -az çok- film hakkında bilgi sahibi olarak gelen seyircilerdi. Kazara bu filme girip de 97 dakika sabretmek her seyircinin harcı değil.

Nitekim 2016 Cannes Film Festivali’nde ilk gösteriminin ardından yerden yere vurulmuş ama sonrasında Jüri Büyük Ödülü’nü kazanarak sinema çevrelerini epey şoke etmiş. Bu filmin hak etmediğini düşünseler bile, önceki her filmiyle başarısını yükselten bir yönetmene verilmiş olduğunu düşünüp rahatlayabilir ödül sever sinemaseverler bence.

Aile kendimizin seçemediği bir kurum. Şanslı ve akıllı olanlar kendi alternatif ailesini oluşturur elbette ileride. Ama hayatımızda önemli bir yeri olan çocukluk boyunca kaçınılmaz olarak içinde bulunduğumuz kurumu, zamanı gelip olanağını da bulduğumuzda terk etmek bile ondan kurtulmamıza yetmiyor. Dolayısıyla Dolan, birçok insanın kâbusunu kamerasıyla görünür hale getiriyor. Bunun kolay hazmedilebilir olmaması için de elinden geleni yapıyor. Sırf bu yüzden de bana göre çok başarılı bir yönetmen olduğunu bir kez daha kanıtlıyor.


Etiketler:
nefret