14/12/2010 | Yazar: Orhan Tekelioğlu

Kültürel muhafazakâr hegemonyanın bir övünce dönüştüğü bir ekran durumunun sadece popüler TV programlarında yaşandığını asla düşünme

Kültürel muhafazakâr hegemonyanın bir övünce dönüştüğü bir ekran durumunun sadece popüler TV programlarında yaşandığını asla düşünmeyin.
 
Kültürel muhafazakârlığın bir kültürel refleks gibi ekrandan yüzümüze vurduğu durumlarla daha sık karşılaşacağız anlaşılan. 7 Kasım akşamüstü ATV’de ‘Esra Erol’da Evlen Benimle’yi izlerken zaman içinde sunucunun moderatörlükten “kanaat önderliği”ne kendince terfi ettiğini şaşırarak fark ettim. Esra, evlenmeye aday olarak programa katılanları bir araya getirme, yani aracılık (moderasyon) görevinden sıkılmış, istediği gibi davranmayan adaylara ya doğrudan “ayar” veriyor ya da stüdyodakileri yönlendirerek “sorunlu” adayın direncini kırmaya çalışıyordu. Kılık kıyafetleriyle “orta sınıf” makyajına tâbi de tutulmuş olsalar, liberal bir dille konuşmaya da başlasalar, dil bir süre sonra kendine dolanıyor, izdivaç stüdyosunun atmosferi kesif bir kültürel muhafazakârlıkla doluyordu. “Kızım sana söylüyorum gelinim sen anla” üslûbunda, kadın adaylar ve onların taliplerinden isteklerini hatırlatarak, “şimdi bir de şu çıktı, neymiş efendim, kızlarımız erkeklerin çalıştıkları şehre gitmezmiş, erkek onların yaşadıkları şehre gelecekmiş! Adam, neden çalıştığı düzeni bozsun ki?” Destek sağlayacağını umarak, tribünde oturan bir erkek adaya, “Bilmemne Abi, sen kabul eder misin böyle bir şeyi Alla’sen?” diye soruyor. İstediği cevap gelmeyince, “Neden olmasın, seversem, taşınabilirim” denince, bu sefer aşağılayıcı bir soruyu tevcih ediyor: “Ne yani, hanımköylü mü olacaksın?” Hegemonya dikleştikçe direnç de güçleniyor. Tüm açık-gizli baskıya rağmen genç kız, gelen adayı reddedince Esra ve stüdyo sakinlerinin yüzü asılıyor, kız tekrar sigaya çekiliyor, “neden” diye defalarca soruluyor, “genel kanaata” direnen kadın ötekileştiriliyor. 

Doğal evlilik
Kültürel muhafazakâr hegemonyanın bir övünce dönüştüğü böyle bir ekran durumunun sadece popüler TV programlarında yaşandığını asla düşünmeyin. Yine aynı akşam, bu sefer NTV’de Sedat Küçükay’ın ‘NTV Soruyor’ programında, en sertinden akademik bir muhafazakârlık dalgası ve ona direnenler meydan muharebesindeydiler. Moderatör tarafsız, taraflar daha donanımlı ve hazırlıklıydı. Konu bir akademik konferansın sonuç bildirgesinden şekillenmişti. Konferans, Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı tarafından ‘Din Gelenek ve Modernite Bağlamında Bir Değer Olarak Aile’ başlığıyla 26-27 Kasım tarihinde Antalya’da düzenlenmiş ve yaklaşık 50 ülkeden gelen katılımcılar modern dünyada ailenin durumunu tartışmış, sorunlarla boğuşan aileyi kurtarmak üzere bir de sonuç bildirisi yayınlamışlardı. Bildirgenin ilk maddesi şöyle: “Tüm ulusların yeni nesillerinin sağlıklı, verimli ve sevgi dolu yetişmeleri için doğal ailenin yapısının erkek ile kadının evliliğine dayandığına inanıyoruz”. Serde sosyologluk olduğundan, cinsiyetçilik açısından muhafazakâr ton bir yana gözüme takılan ilk şey “doğal evlilik” kavramı oldu. Sosyoloji eğitiminde evliliğin sosyal bir kurum olduğu (iki bireyin toplumsal ve yasal birlikteliği) öğretilmemiş miydi, “doğal” ne ola ki? Biraz araştırınca, bu terimin mucidinin Katolik Kilisesi olduğunu, kadın ve erkeğin vaftiz olmadığı meşru evlilik için kullanıldığını öğreniyorum. Vatikan’ın bir başka icadı ise “doğal aile planlaması”, yani modern doğum kontrolünün kullanılmadığı geleneksel (takvime dayalı, geri çekilme, uzun süre bebek emzirme gibi) yöntemler. Bakıyoruz, sonuç bildirgesinde, benzer akılla yazılmış iki temenni var: “Tüm ulusların genç nüfusa ihtiyaç duyduklarını göz önünde bulundurarak doğal evliliklere dayalı çocukların çoğalmasını destekliyoruz” ve “kürtajı önleyen ve azalan doğum oranlarının artmasını sağlayan politikaları ve projeleri destekliyoruz”. Bir de en azından “üç çocuk” deselermiş. 

Bence susun!
Gelelim ailenin değerini anlamaya yönelik sosyolojik okumaya: “Modernitenin kaçınılmaz sonuçları olan kentleşme, sanayileşme, göç, savaşlar, salgın hastalıklar ve bencil bireycilik düşüncesinin  derin aile bağlarını zayıflatmasına karşılık her ulusun onu ulus yapan manevi değerlerine yeniden dönmeleri ve böylelikle aileyi yeniden yapılandırmanın gerekliliğini savunuyoruz”. “Bencil bireycilik”, tartışmanın mihenk taşlarından biri oluyor o gece, Psikiyatr Nevzat Tarhan “birey” düşüncesinin egoizme dönüşeceği konusunda o kadar emin ki, Yasemin İnceoğlu’nun bireylikle özgüven arasındaki ilişkiye dikkat çekmesini duymak bile istemiyor. Tarhan’ın eşcinsellikle ilgili tavrı da tuhaf ve düşündürücü, hem psikiyatri literatüründe hastalık kategorisinden çıktığını söylüyor hem de toplumsal bir tehlike olabileceğine işaret ediyor. Tuğrul Eryılmaz’ın gazetecilikten gelen bir refleksle söylenenleri tashih etmesi çok yerinde oluyor: “Bence susun, çünkü söyledikleriniz Türkçede bir anlam ifade etmiyor!” Eşcinsellik de nereden çıktı? Sonuç bildirgesinin en sorunlu cümleleri çünkü şöyle: “Eşcinsellik ve aile içi zina (ensest)ya karşı yeterli tedbirlerin alınmasını talep ediyor, her toplumu tehdit eden bu hastalıkların önüne geçmek için elbirliği ile çalışılmasını destekliyoruz.” Eşcinsellik ve ensest aynı kategoride! Antropoloji okuyanlar çok iyi bilir, ensest insan toplumlarının neredeyse tamamında tarihin tüm dönemlerinde kabul görmüş bir tabu iken eşcinsellikle ilgili pratikler tarihsel ve toplumsal olarak ciddi farklılıklar gösterir. 

Suspus olanlar
Beni sosyolojik olarak en şaşırtan öneri, “sosyal değişim” dersi hocam Bahattin Akşit’in kulakları çınlasın, değişmenin en temel göstergelerinden olan geniş aileden çekirdek aileye olan modernist dönüşümün tarihselliğinden koparılması oldu. Şöyle deniyor: “Yine modern çağın kaçınılmaz sonuçlarından biri olan çekirdek aileyi, geniş aile ile olan ilişkilerini azami derecede güçlendirerek ‘geniş aile ile ilişik çekirdek aile’ modelini özendirmeliyiz.” İyi de, “çekirdek” aile kalmaz ki o zaman. Ayrıca, iki model arasındaki “ara dönem” (‘geniş aile ile ilişik çekirdek aile’) Türkiye dahil birçok ülkede yaşandı, bitti. Muhafazakârlığın çıkmazı burada zaten, önce geçmişi mitleştireceksin, sonra da restore etmeye çalışacaksın. Başbakanlık Aile ve Sosyal Araştırmalar Genel Müdürü Ayşen Gürcan program boyunca “aile güzellemesi” yaparak, “sorunları çözen” müthiş bir kurum olarak aileden bahsederken sorunların bir kısmının bizzat aileden gelebileceğini aklına bile getirmiyordu. Demokrasinin ilk olarak aile içinde kurulması, bireysel ve özgür düşüncenin aile içinde teşvik edilmesi gerektiği söylendiğinde suspus olanlar, geleneksel Türk ailesinin otoriter düzenini bilmiyor olabilirler mi? Muhafaza etmek istedikleri bastırılmış bir toplum, güdük bireylerse bir şey diyemem. 

ORHAN TEKELİOĞLU : Bahçeşehir Üni.


Etiketler: medya
İstihdam