15/03/2012 | Yazar: Emre Özcan

Taşra ve taşra burjuvazisinden küllenen AKP, artık tek merkez güç haline gelmiş ve devlet olmuştur.

 Merkezden uzaklaştıkça gerçeğe yaklaşırsınız…

                                                                                                                      Michel Foucault

Taşrayı en iyi betimleyen kelimelerden birinin “öfke” olduğunu düşünüyorum. Bu öfke kuşkusuz ki dışlanmanın, yok sayılmanın, kenara itilmişliğin, merkez olamamanın, marjinalleştirilmenin doğurduğu bir öfke. Tanıl Boran’nın Tarık Buğra’dan yaptığı alıntıya istinaden “yok sayılmama açlığı” …  Kanımca merkezde yer alma çabasının, merkezden daha da uzaklaşma ile sonuçlandığı bir öfke… Nurdan Gürbilek’in söylediği gibi merkez karşısında içinin boşaldığını hissetme duygusu. Nurban Gürbilek böyle söylüyor; ancak ben merkez tarafından içinin boşaltıldığını hissetme duygusu diyorum.
 
Modernizmin en temel özelliği kendisine ait bir ötekiyi yaratıyor olmasıdır. Çünkü modernleşme, ontolojik kökenini “öteki” ye borçludur. Kurgulanan bu “öteki” ise içinin boşaltıldığı bir ötekidir. Tıpkı Kemalist Modernleşmenin yaratmaya ve içini boşaltmaya çalıştığı “öteki” ler gibi veya Foucault terminolojisi ile söyleyecek olursak “içeride” ve “dışarıda” olma hali... Fakat unutulmasın ki gerçek dışarıdadır, yani merkezin uzağındadır.
 
Taşraya da eğer modernizmin merkezinden bakarsanız modernleşememiş bir öteki görürüsünüz. Uygarlıktan nasibini alamamış, hurafelere inanan, görmemiş, cahil, kaba-saba bir ötekilik durumu… Nasıl ki “iyi” nin tarifi “kötü” , “çirkin” in tarifi “güzel” üzerinden yapılıyorsa “taşra” nın tarifini de “merkez” den hareketle yapmıştır Türkiye’nin Kemalist modernleşmesi. Dolayısıyla taşra, kendini “merkez” den yola çıkarak tanımlamak zorunda bırakılmış, merkezin bakışları altında hep ezilmiş ve dışlanmıştır, yani bir “öteki” lik psikolojine mahkûm edilmiştir. Şükrü Argın’ın söylediği ise; nasıl ki Türk Modernleşmesi, kendisine model aldığı Batı karşısında taşra konumundaysa aynı Türk Modernleşmesi de kendi taşrasına karşı Batı’nın durduğu pozisyonda durmaktadır. Yani burada Türk Modernleşmesinin ikiyüzlü konumuna dikkat çekilmektedir. Batı’nın bir anlamda ötekisi konumunda olan Türkiye ve Ortadoğu toplumları karşısında, Kemalist Modernleşme kendi ötekisini de Anadolu taşrası olarak belirlemiştir.
 
Kemalist Modernleşme yapılanma sürecinde, büyük şehirlerden bir iktidar kuşatması gerçekleştirirken taşranın gelenekselliğini ise bertaraf edip Batı’dan aldığı ideallerini taşrada da hayata geçirme düşüncesindeydi. Bunun en somut örneğini de taşrayı modernleştirme projesinin bir ürünü olan Köy Enstitüleri’nde görmekteyiz. Burada bir parantez açmakta yarar var: Kemalist Modernleşme, hiçbir zaman dine karşı cepheden ve doğrudan bir tutum sergilememiştir. Temel mesele, devlete bağlı modern bir din ve modern milliyetçilik gömleğini taşranın üzerine oturtma çabasıydı ki bu çaba başarısızlıkla sonuçlanmıştı. Fakat taşra Kemalist Modernleşmeden ziyade giderek muhafazakârlaştı ve milliyetçileşti. Peki, buradaki açamaz neydi? Yani taşrayı milliyetçiğin ve muhafazakârlığın merkezi yapan madem Kemalist Modernleşme değil de neydi? Buradaki ana motif; Orta ve Doğu Anadolu’nun devlet eliyle mülk edinme, devlet tarafından istihdam edilme, azınlıkların / gayri Müslümanların mallarına sahip olma talepleri ile Türk ve Sünni olmayanları dışarıda bırakma arzuları taşranın devlet ve devlet ideolojisiyle örtüşmesini sağlıyordu. Bu örtüşme 1946 seçimlerinde Adalet Partisi’nin, anti-komünizmi taşranın vazgeçilmezi kılmasıyla taçlanmıştır. Taşra bu bayrağı, AP ve daha sonra da MNP-MSP’ye bırakmıştır. Böylece 1946’ da siyasi arenaya çıkan taşra, bu güne kadar Türk siyasetinin birinci aktörü, belirleyicisi konumuna gelmiştir. Nitekim Türk Siyaseti’nin inişlerini, çıkışlarını belirleyen daima taşra olmuştur diyebiliriz. Turgut Özal dönemi ile de taşra artık zenginleşen ve zenginleştikçe güçlenen, güçlendikçe de merkeze yaklaşan, merkeze yaklaştıkça da küreselleşen bir konuma gelmiştir. Dolayısıyla 12 Eylül ve ardından 28 Şubat süreci taşrayı merkeze iten bir güç olmuştur.
 
Turgut Özal döneminde zenginleşen taşra, taşra burjuvasının partisi olarak da AKP’yi belirlemiştir. AKP’nin ise AB-D’ den aldığı siyasal güç taşradan aldığı politik, ve sermaye gücüyle birleşmiştir. AKP de taşradan aldığı bu güce karşılık onların taleplerini merkeze taşıyarak cevap vermiş ve aralarında kanımca ayrılması imkânsız bir bağ oluşmuştur. AKP taşranın taleplerini, yaşam biçimini, kendini ifade etme tarzını hatta ve hatta sanat ve estetik anlayışını da merkeze taşımıştır.
 
2012 yılında ise şunu gayet net bir şekilde söyleyebiliriz ki: Taşra ve taşra burjuvazisinden küllenen AKP, artık tek merkez güç haline gelmiş ve devlet olmuştur.

Etiketler:
İstihdam