30/07/2013 | Yazar: Sarphan Uzunoğlu

AKP’nin ulusalcılaşması yoktur, AKP bir devlet partisidir ve tarihsel misyonunu liberallerin ahmak bakışları arasında gerçekleştirmiştir.

Yakın dönemde ‘ulusalcılaşma’ tabiri altında birçok örgüt, insan ve kurum yaftalandı. Bunların arasında sosyalist soldan, sosyal demokrat görünümlü kuruluşlara birçok örnek vardı.
 
Her şeyden önce ‘ulusalcılaşma’ adı altında ortaya koyulan refleksin bize özgü olmadığını Ulus Baker’e referansla anmakta fark var. Ulus Baker’in vaktiyle Yeni Şafak gazetesi ve Papirüs dergisinde yayınlanan Birikim’in ‘yerlileşme’ sayısına yönelik eleştirilere cevaben kaleme aldığı yazıda yaptığı yerlileşme tanımının örnekleri büyük önem taşıyor. 
 
Baker, Weimar Almanya’sına dönerek başta isimler olmak üzere dilin ‘yerlileşmesi’ konusuna eğilerek o dönemki sosyalist partilerin isimleri üzerinden yerlileşmeyi ele alıyordu: Ulusal Devrim Partisi, Ulusal Bolşevizm Partisi vd. gibi. (Baker, 2012, 276) Bu yerlileşme tanımına gidişini ise dil sosyolojisinin temellerini atan Mannheim’a dayandırıyordu.
 
Weimar’daki ‘yerlileşme’ durumunun neticede nerede vardığı aşikârdır. Günümüzde dahi göçmen işçi düşmanlığı konusunda devam eden bu ‘yerlilik sevdasının’ geri dönüşsüz bir yol olduğunu anımsatmak şart; peki ya Weimar ile ulusalcı Aydınlık kanadı yahut AKP’nin ne gibi bir benzerliği olabilir?
 
Son aylarda AKP’nin devlet refleksine  daha sık tutunur olması aslen onun ‘ulusalcılaştığı’ teziyle karşılanmaya başladı. Bu iki anlam taşıyor olabilir: Birincisi faşizan ırkçı eğilimleri gizlemek için kendilerine ‘ulusalcı’ diyen grupların koruyucu çekirdeğine AKP’yi de dâhil etmek. İkincisi ise bir kavram olarak ‘ulusalcılığa’ açılan cepheyi AKP üstünden de sürdürmek.
 
Burada T24’ten Umut Özkırımlı imzasıyla yayınlanan ‘Ulusalcılaşan AKP’ yazısına bakmakta büyük fayda var. Özkırımlı nereden geldiği belli olmayan bir bakış açısıyla geçmişten gelen milliyetçilikle devlet milliyetçiliğinin 2002’den sonra birleşip AKP ulusalcılığına zemin yarattığını söylüyordu.
 
Bir Marksist olarak ulusalcılaşma yahut milliyetçileşme kavramalarının bu kadar ‘geçişli’ kullanılabilmesine fazlasıyla şaşırıyorum. Keza Türkiye’deki siyasal İslam’ın Bonopartizm’iyle bizim Aydınlıkçılar’ın Bonopartizm’i arasında çok büyük bir fark olduğu söylenemezdi. 
 
Türkiye siyasal İslamcılığı’nın ‘Aydınlanma’dan demokratik olarak farklılaştığını söylemek güç. Keza öğretmek için öğretmeni, iyileştirmek için doktoru eğiterek toplumsal hiyerarşiyi güçlendiren bu sistemin benzer hiyerarşilerle İslami eğilimlerce de kullanıldığı aşikâr. Ama Türk ‘Aydınlıkçısı’ ile Türk İslamcısı arasındaki asıl ortak nokta devletin temel reflekslerine sahip çıkmaları. Örneğin bugüne kadar birçok siyasal İslamcı parti ortaya çıkmasına rağmen bu partilerin çoğunluğunun dini devletleştiren ve tek mezhep etrafında dini devlet eliyle örgütleyerek ‘milli meselelere de alet edilen’ Diyanet İşleri Başkanlığı konusunda ses çıkarmamaları yahut Kürt Sorunu konusunda imha politikalarına dair takındıkları ortak tavır unutulmamalarıdır. Bu birçok anlamda her iki hareketin de devlet refleksinin Kemalizm’den kalma kötü alışkanlıklarına doğrudan sahip çıktıklarının göstergesi olmakla birlikte hiçbir şekilde bu partilerin tarihsel anlamda ‘iktidar kavgası’ hariç farklılaşmadıklarının, Sünni İslam’ın bir ‘devlet dini’ olarak ta Atatürk zamanından bu yana gayriresmi ama pratikte resmi biçimde ilanını tartışmadıklarının fotoğrafıdır.
 
Hegemonya mücadelesini kazanmış olması ile ilgili olarak AKP’nin 2011’deki referandum ‘zaferini’ adres gösterenler için 27 Mayıs ve 28 Şubat’a neden olan toplumsal eğilimleri görmemek daha da fenası AKP’nin neoliberal zirveye ulaştığı günlerde daha dağın eteklerindeki yolun yüründüğü ANAP gibi partileri tamamıyla görmezden gelmek gerekir. 
 
AKP’yi tek bir dönem ve tek bir parti olarak görmek hem 28 Şubat’ta ‘şoklanmış’ siyasal İslam’ın devletçileşme eğilimini görmezden gelip siyasal İslam’ın haysiyetsizleşen kolu olarak devletçi İslam’ın liberallere açtığı kolları görmemek, hem de devlet geleneğinin içerisinde AKP’nin eriyip gittiği bir süreçten bahsedecek kadar AKP’nin ‘devletin içinden’ bir parti olduğunu görememektir.
 
Bu memleketin onlarca yıldır ‘muktedir koltuklarında’ oturanların, tıpkı Cemil Çiçek ve Melih Gökçek gibi, koltuklarını yitirmediği, devletin tüm baskı kurumlarının, YÖK vs. yerinde kaldığı noktada AKP’nin devletçi ve dahi otoriter kapitalist bir parti olduğunu ancak 2011’den sonra görmenin şu noktada alkışlanacak bir yanı yok.
 
Aksine, AKP’nin ulusalcılaşmasından yakınmak daha 2002’deki gelişlerinden itibaren AKP’yi asla tanımamış olmaktan ileri gelmektedir. 
 
‘Askerle boğuşarak geçen 10 sene’ gibi tabirlerin açıkça sosyalistler, emekçiler ve Kürtler’le boğuşarak, onları kırarak geçen 10 sene ile değiştirilmesi gereken böylesine yazılar, AKP’ye her daim pembe gözlükleriyle bakan şaşkın liberallerimizin ‘ulusalcılık’ üstünden yaptıkları tüm eleştirilerin geçmişte çok tutmasından hala ekmek yemek istemeleri dışında bir anlama gelmemektedir.
 
AKP’nin ulusalcılaşması yoktur, AKP bir devlet partisidir ve tarihsel misyonunu liberallerin ahmak bakışları arasında gerçekleştirmiştir. Hâlâ AKP ulusalcılaşıyor diyenler olsa olsa mahcup ve zavallı AKP’liler olabilir.
 
Baker, Ulus (2012). Dolaylı Eylem. Derleyen: Ege Baransel. İstanbul: Birikim.

Etiketler:
nefret