02/06/2016 | Yazar: Sarphan Uzunoğlu

Sosyal ağlarda ‘gerçek kimlik’ denen kavram ile avatarlar arasındaki sınırlar kalkarken, gerçek kimliği sorgulamak gibi bir fırsat ortaya çıkıyor.

Günümüzde sosyal ağlarla ilgili çizilen portreler özellikle aktivistler tarafından çizildiklerinde oldukça optimist bir karakter taşıyor. Hele ki yeni sosyal hareketlerin öne çıktığı ülkeler söz konusuysa bu optimizm bir afyon gibi işlev görüyor: Sosyal ağların sosyal hareketlerle ilişkisi öylesine abartılıyor ki bu ağlar siyasi etkinliği ya da toplumsal aktivizmi ikame eden alanlar olarak gösteriliyor.

Zira Okan Bayülgen’in meşhur televizyon programında “eylem yapabilirsin; ama burada değil” diyerek sakinleştirdiği kadın protestocuya yönelik tavrı aslına bakarsanız topluma aktivizmin yerinin neresinin olacağının egemenler tarafından gösterildiğinin bir kanıtı. Bu konu zaten birçok kez özellikle 1 Mayıs alanları ve benzeri mevzular üzerinden tartışıldı; ama dijital olarak siyasi tartışmanın ve eylemliliğin yerinin neresi olduğu tartışmasını çoğu zaman ya erteliyor ya da gereksiz buluyoruz.

Medyatikleşen Aktivizm

Örneğin günümüzde Twitter her geçen gün sığ bir şekilde de olsa daha da politikleşen yapısıyla bir kamusal laboratuvar haline geldi. Hepimiz, özellikle de devletler tarafından kayıt altında tutulan Internet trafiğimizin bir kısmını bu ağda zaman geçirerek harcıyoruz. Dahası hayatımızın belirli detaylarını sosyal ağları işlevlerine göre sınıflayarak paylaşıyor olsak da hem devletler hem de şirketler için bizi izlemek ya da gözetlemek çocuk oyuncağı. Başta sosyal ağlar arasında geçişli kimlik seçeneklerini kullanarak (örneğin Facebook kimliğimizle birden çok ağa bağlanarak) kullandığımız sosyal ağlar olmak üzere, bizim birer pankart gibi gördüğümüz, siyasal iletişim tarafında gücünü asla azımsamadığım; ama asla dev aynasında kendimize bakmamıza neden olmaması gereken profillerimiz kocaman bir MOBESE kamerasıyla izleniyormuş gibi.

Buna bağlı olarak da yeni sosyal hareketlerin yeni medyayla ilişkisine dair söz söylemeden önce Türkiye’de son aylarda Cumhurbaşkanı’na hakaretten açılan davalara ve bu davalarda davalı olan kişilerin yeni medya kullanımı pratiklerine tekrar bakmamız şart. Zira pankartta ne yazdığı kadar “iç güvenlik yasasına uygun olmasa” bile doğru maskeyi takarak, kendimizi anonimleştirmek de bizim için tek geçerli yöntem gibi görünüyor.

Burada nasıl bir perspektif belirleyeceğimizi konuşmak şart. Çünkü yeni sosyal hareketlerin içerisinde yer alanlar olarak yeni medyaya öcü gibi bakan bir perspektif tanımlamak elbette anlam ifade etmiyor; zira Andreas Hepp’in (2015) medyatikleşen kültürler olarak tanımladığı kültürlerimizin intiharın dahi medyatikleştiği, her türlü siyasal aktivizmin medyatikleştirilerek değerli hâle getirildiği bir sistemin dışında bir direniş alanı yaratmak zor.  Bu noktada hangi direniş ya da aktivizm tipinin nasıl ve hangi stratejiyle yeni medya alanında uygulanabilir olduğunu tartışmak gerekiyor. Üstelik bunun için sosyal hareketlerin içindeki birçok insanı da her seferinde yeni bir alan için orada olmanın gerekliliğine ikna etmek şart. Zira vaktiyle yaptığımız bir röportajda Tweets and Streets kitabının yazarı (tr. Agora Kitaplığı tarafından yayınlandı) akademisyen Paolo Gerbaudo dijital alanda ortaya çıkan kültürle ilişki kurmanın ve onu kabullenmenin zor olmasına dair şunları söylemişti: “Sosyal medya üzerinde yerleşen kültür çoğunlukla Adorno ve Horkheimer’ın kabuslarına girecek cinsten. Yine de, sosyal hareketlerin bu Alana müdahale etmeleri gerekiyor. Banalize edilmiş içeriği üstesinden gelmeliler ve Ethan Zuckerman’ın gayet doğru işaret ettiği üzere dijital popüler kültür alanına dokunmalılar.”

Artık “nereye” gideceğimizi ya da bakacağımızı biliyoruz. Zira bir “date sitesi” olarak kurulmuş olan platformun nasıl siyasileşebileceği ve hatta özgürleşme alanına dönüşebileceğinin, orada oluşturulan kimliklerin nasıl olup da toplumsal “normları” alt üst edebileceğinin farkındayız. O alana dokunmak istiyoruz. Peki nasıl?

Mecranın Ruhu

Daha önce de dile getirdiğimiz üzere Snapchat’ten Tinder’a, Twitter’dan Youtube’a geniş kullanım alanlarında sosyal ağlarda varız. Hatta öyle ki If This Then That (IFTTT) gibi hayatımızı yöneten uygulamalar dahi bu yeni medya düzeninin bir parçası ve her biri Marcuse’un hegemonya içerisinde direniş fikrine selamla kullanımımıza açılmış durumda. Tabii Baumann gibi düşünürlerin aşağıdaki şekilde ifade edilmiş düşüncelerini de not düşmek şart:

Sosyal medya bize diyalog kurmayı öğretmiyor, çünkü anlaşmazlıktan kaçınmak çok kolay. Ancak insanların çoğu sosyal medyayı bir araya gelmek veya ufuklarını genişletmek için değil, tam tersine, kendilerine kendi seslerinin yankıları olan sesleri duyacakları, kendi yüzlerinin yansıması olan yüzleri görecekleri bir konfor alanı yaratmak için kullanıyor. Sosyal medya çok kullanışlı ve keyifli bir tuzak.[1]

Gerçekten de bu görüş sosyal ağlar üzerine çalışanlar  arasında her geçen gün daha fazla popüler oluyor; ancak bu popülerleşen görüşe de popüler olan her şey gibi eleştirel gözle bakmak; alternatif stratejiler geliştirmek gerekiyor.  Örneğin Baumann’ın kendisinin de vurguladığı diyalog ihtiyacının günümüzün hakim kapitalist medya sistemi içerisinde karşılanamayacağı da sır değil.  Yani mecranın ruhuna ilişkin eleştirileri yaparken, geleneksel medya ve oradaki hakim sermaye yapısının dışında bir alandan bahsettiğimizi unutmamak, enseyi karartmamak daha yerinde bir davranış. Peki hangi mecra bize enseyi karartmamamız için yeterince umut sağlıyor?

Şu kesin ki Facebook, Türkiye’deki politikaları ve özellikle de devletçilik, müstehcenlik gibi kavramlara dair tutucu yaklaşımıyla çağdaş sosyal hareketlerin kolay kolay tutunabileceği bir makam değil. Özellikle de anonimlik politikaları ve yalnızca gerçek kişilere destek hizmeti sağlamak konusundaki yaklaşımları, Facebook’ta aktivist bir “avatar” inşa edenlerin işlerini oldukça zorlaştırıyor. Twitter ise “eylem yapacaksan burada yap; ama dozunu kaçırma” alanı hâline geleli uzun zaman oluyor. Devletin Rusya’daki spin yöntemlerine benzer bir şekilde özel “siber birliklerini” görevlendirdiği artık ortada. Dahası @J_I_T_E_M benzeri birçok ırkçı özel harekat hesabının da tekrar piyasaya çıkışıyla Twitter artık ayrık bir kamusal alandan, sığ bir siyasallaşmanın yaşandığı bir alana dönüştü. Üretim de üretime dair talep de aynı insanlarca yapılıyor. Üstelik Laçiner’in o çok ünlü “sol ve mikrokosmos” söylemi Baumann’ın endişelerine konu olduğu üzere ne yazık ki Twitter’da kendini doğruluyor. Twitter adeta muhalifler arası bir “iç iletişim ağı”; ancak gözetime sonuna kadar açık bir ağdan bahsediyoruz; üstelik bizim dışımızdakilerin bizim gündemlerimizle dijital kültüre doğrudan etki edecek hamleler yapmadıkça (örn. Doğa İçin Çal ya da benzeri yaratıcı eylemler)  ne bir diyalog ortamı yaratabiliyoruz ne de hedeflerimize erişebiliriz. Doğa İçin Çal örneğinin önemi şu. Youtube ve benzeri video paylaşım ağlarını kullanan projenin yayılmasında yeni medyanın payı elbette mühim; ancak medyanın bir araç olarak McLuhancı olmayan da bir yorumu var ve ben özellikle de bu meseleye böyle bakmaktan yanayım. Zira sosyal ağlarda içerik öylesine şekillenmiş durumda ki mesajımızı olabilecek en yaratıcı şekilde dizayn etmemiz gerekiyor. Ben Facebook ve Twitter’ın dışındaki sosyal ağların aktivist gruplar için hem iç iletişim de hem de dışarıya yönelik iletişim çalışmalarında (artık içerisi ve dışarısının sınırları aşınmış olsa da) daha etkin olabileceğini düşünüyorum. Örneğin Telegram ya da Slack ortak çalışma grupları oluşturmak için önemli alternatifler sunuyor; dosya paylaşımı gibi imkanlar sağlayarak dijital bir ofis hissi yaratıyorlar. Signal ise “şifrelendirilmiş” iletişim süreçleriyle her yanıyla gözetlenen yaşamlarımıza bir anlam katabilmek için bize bir şans veriyor. Şifrelendirilmiş demişken, gerçekten her şeyin şifrelendiği bir iletişim ihtiyacımız var mı? Maskeler olmadan internette de mi güvende değiliz? Ne yazık ki mesele o noktaya doğru gidiyor. Peki maskenin alametifarikası nedir?

Maskelerin Önemi

Subcomandante Marcos ve Guy Fawkes’la özdeşleşen “maske” fikri Signal’in ve daha nice platformun bize sunduğu anonimleşen iletişim evreninde somutlanıyor.  Sosyal ağlarda “gerçek kimlik”  denen kavram ile avatarlar arasındaki sınırlar kalkarken, gerçek kimliği sorgulamak gibi bir fırsat ortaya çıkıyor. Tam da bu nedenle insanların kendilerini daha kişisel olarak ifade ettiği Tinder, Whatsapp, Snapchat gibi sosyal ağlarda aktivistlerin var olması bana kalırsa bu “devletçe verilmiş kimliklerin” yıkılabilmesi için  elimizdeki tek çare gibi geliyor. Kendini daha iyi ifade eden, daha çok sözü “kim olduğundan bağımsız” olarak söyleyerek demokratik anlamda bir tartışma ortamı ortaya koyan, güvenlik gibi kaygılardan uzak bir şekilde özgürce fikirlerin arz edildiği ortam nepotizmin yoğunluklu bir şekilde tedavülde olduğu aktivist alanı da demokratikleştirmek için kullanılabilir.

Neticeye Bakalım

Netice olarak söylenmesi gereken şu: Baumann gibi entelektüellerin kararttıkları ufuğa doğru hayıflanarak bakmanın kimseye faydası yok, Tıpkı Clay Shirky gibi sosyal ağlarda yeşeren küçük hareketlere büyük mucizeler atfedenlerin kayığında su almadan uzağa gidilemeyeceği gibi. İlk yapılması gereken dijital aktivizm ile aktivizmin dijital ağlardaki temsilinin ayrı iki kategori olduğunu kabullenmek. Sosyal ağlarda hesabı olanlar dijital aktivist değil. Yeni medyada temel seviyede okur yazarlığı olmayan sivil toplum örgütlerinin özellikle de yeni toplumsal hareketlere dahilseler yaşama şansları yok; üstelik yalnızca popüler sosyal ağlarda hesap açmak amacınızla örtüşmediği sürece bir çıktı oluşturmayacak. Günümüzde sivil topluma yönelik yapılan yeni medya  eğitimlerinin arttırılması; ancak bu eğitimlere paralel yeni toplumsal hareketleri besleyecek fikir ve projelerin de gerçekleştirilmesi önemli bir gereksinim olarak öne çıkıyor. Belki o zaman, yeni medya evreninde aktivizme ilişkin ilk aşamayı atlamış oluruz.

Bazı Kaynaklar:

Gerbaudo, Paolo (2014). Tweet’ler ve Sokaklar.  Çev. Osman Akınhay. Agora Kitaplığı.

Hepp, Andreas (2015). Medyatikleşen Kültürler. Çev. Çiğdem Bozdağ; Elif Posos-Devrani. Dipnot Yayınları.

[1] http://vesaire.org/zygmunt-bauman-sosyal-medya-bir-tuzak/  

*Bu yazı ilk olarak Kaos GL Dergisi’nin “Sanal Alem” dosya konulu 147. sayısında yayınlanmıştır.


Etiketler:
İstihdam