26/01/2012 | Yazar: Selçuk Candansayar

Ne dalavere çevrilirse çevrilsin iktidar bloğunun sosyalistlere sunduğu hâlâ iki seçenek var; ya kodese ya mezara.

Ne dalavere çevrilirse çevrilsin iktidar bloğunun sosyalistlere sunduğu hâlâ iki seçenek var; ya kodese ya mezara.  
 
Çocukluğumuzun tekerlemesiydi; alavere dalavere Kürt memet nöbete! Devlette oyunun bitmeyeceğini ama oyun ne denli çeşitlenirse çeşitlensin, ne kadar kuralları değişir gibi olursa olsun aslında sonucun değişmediğini anlatırdı.

Türkiye’de en azından 1950’li yıllardan bu yana ne dalavere çevrilirse çevrilsin sonuçta olan bitenler sosyalistlere yönelik baskı, yıldırma, işkence ve cinayetlerin ‘olağan’ seyrinde sürdüğünü gösteriyor.

Hrant Dink’e bakalım. Cumhurbaşkanı’nından savcısına, Adalet Bakanından hâkimine iktidar bloğu söz birliği etmişçesine kendi aldıkları kararın içlerine sinmediğini söyleyip duruyorlar. Hani Cumhurbaşkanı’nın ‘ülkemizde yabancı uyruklular da adalete önünde eşittir’ ideolojik sürçmesi de eklenince insanın aklına içlerine sinmeyenin cinayet zanlılarının tümünün beraat edememesi mi olduğu geliyor. Hrant Dink’i yabancı olarak gördüklerini Cumhurbaşkanından daha iyi kimse anlatamazdı.

Farkında mısınız Hrant için iktidar bloğu ve avenesinden gelen hıçkırıkların temelinde ‘ülkemizin tatlı renklerinden bir yabancının kaybına’ duyulan burukluk yatıyor. Bir çeşit ‘ah ah bizim zamanımızda buralar hep dutluktu, eskiden domateslerin tadı da kokusu da çok nefisti, nerde o güzelim Ramazanlar’ ağıdı. Kültürel zenginliklerimizden birinin daha kaçınılmaz yokoluşuna duyulan mahzun kabulleniş!

Sürekli Hrant’ın sadece Ermeni olduğu için üç beş kendini bilmez tarafından öldürüldüğü fikri toplumun aklına kazınmaya çalışılıyor. İşte sorumsuz gençler, tıpkı haris müteahhitlerin yeşil alanları betonlaştırması gibi, ülkemizin bir zenginliğini daha çar çur etmişler, sanki.

Hrant Dink’i unutmayan, unutturmamaya çalışanların yaptıklarını anlamayan ve kızanların tepkileri bile bu tarz; ‘sonuçta bir Ermeni için bu kadar bağırıp çağırmaya ne gerek var’ serzenişlerine baksanıza.

Bir de şu ‘Hrant’ bu ülke için bir barış umuduydu, lafı var. Söyleyenlerin bir kısmı ne kadar iyi niyetli olmuş olsalar da aslında bir ‘Ermeni’yi hoşgörmeyi barışa giden yolda destek olarak görmenin Ermenileri yabancı olarak görmenin kanıtı olduğunun ayırtında bile değiller.

İş Ermenileri hoş görmekle bitecek olsa, iktidar bloğunun kuyruğuna yapışmış bir sürü Ermeni var ve ikbal de almış durumdalar. Tıpkı bazı Kürtler gibi ya da kendilerini solcu addeden liberaller. İktidarın dümen suyuna girenlerin Ermeni, Kürt, solcu vs olması sorun olmuyor, hatta az bulunduğu için değerlenen Çengelköy hıyarı muamelesi bile yapılıyor.

Hrant Dink, yabancıydı ama sadece Ermeni olduğu için değil. Hem Ermeni hem de sosyalist olduğu için yabancıydı. Hoşgörünün sınırının dışına çıkmış, yaşadığına şükretmesi ve ‘bölünmez birlik ve beraberliğin’ nazar boncuğu olmakla yetinmesi gerekirken sosyalizmden vazgeçmemişti.

Bakın Kürtlere. Her Allahın günü medyada bir sürü ‘şirin’ Kürt diledikleri gibi döktürüyorlar ve kimse onlara bir şey yapmıyor, üstüne yanık bir Kürtçe türkü bile söylenebiliyor. Ama sosyalistse işler değişiveriyor. Bakın Ahmet Altan’a, Başbakana edebiyata ebediyen kalacak, ilerde güzel ve manalı yazı sanatı derslerinde örnek olarak okutulacak eleştiriler attırıyor ama ‘sıcacık aşım kaygusuz başım’ tadında yaşayabiliyor. Bir de Ahmet Şık’a bakın ya da örneğin Cihan Kırmızıgül’e; yumurta atan öğrencilere, Hopa direnişçilerine, HES muhaliflerine.

Sosyalistlere hiç de öyle ülkemizin doğal ve kültürel zenginliğimizin nazar boncukları muamelesi yapılmıyor. İleri demokrasimizin ve imparatorluk bilincimizin derin hoşgörüsünden bir gıdım bile koklatılmıyor. Ne dalavere çevrilirse çevrilsin iktidar bloğunun sosyalistlere sunduğu hâlâ iki seçenek var; ya kodese ya mezara.  
 

Etiketler:
nefret