11/06/2011 | Yazar: Özlem Sönmez Ertem

"Üzerinde fazlaca düşünmeden bir norm olarak benimsediğimiz, bize yüklediği görevleri nefes nefese yerine getirmeye çalışırken avantajlarını da sonuna ka

"Üzerinde fazlaca düşünmeden bir norm olarak benimsediğimiz, bize yüklediği görevleri nefes nefese yerine getirmeye çalışırken avantajlarını da sonuna kadar kullanmaktan geri durmadığımız ‘erkeklik’ halini bir an önce gözden geçirmeliyiz. Çünkü şiddetin de eşitsizliklerin de kaynağı burada.” 
 

Kemal Kılıçdaroğlu,  Recep Tayyip Erdoğan’ın, Dilşat Aktaş’ı kastederek ‘Kadın mı kız mı bilemiyorum. Panzere saldırıyordu” sözlerine, haberde yazdığına göre “sert” çıkmış: “Bu nasıl söz? Bir başbakan bunu söyler mi? Gitsin kontrol etsin o zaman,” demiş. Çok da iyi etmiş! Zira kendini bir diğerinin alternatifi olarak konumlandıran iki partinin/liderin, tıpkısının aynısı olduğunu nasıl anlayacaktık! Bu ifadelerin üzerine, “kadın olma” hallerine dair elbette pek çok şey söylenebilir. Ama ben öyle yapmamayı tercih ediyorum. Aylar önce girdiğim bir kaydı hatırlayarak, yeni tanıştığım bir inisiyatife yer vermek istiyorum.

Blogun ilk kayıtlarından biri olan yandaki çalışma, Oliver Munday’a ait. “Çocukluğunda oyuncaklarını, özellikle plastik askerlerini yakmamış çocuk yoktur,” diyerek pek çok insana tanıdık geleceğini düşündüğü projesini, kendi çocukluk deneyiminden yola çıkarak hazırlamış. Bana ise, kollarını, bacaklarını yakarak yeni formlar verdiği askerlerle oluşturduğu bu ALFABE, Munday’in küçükken öğrendiği bu dile, yeni bir alternatif geliştirme çabası gibi görünmüş. Tam da inşa edileni bozmak için geriye gitmek gerektiği gibi. Onun böyle bir kaygısı var mı yok mu bilemeden kendi temennimle bitirmişim: Erkeklerin de en az kadınlar kadar ne çok ihtiyaçları var kendilerini yeniden okumaya…”


Bu sebeple, “erkek olmanın dayanılmaz hoyratlığına artık tahammül edemeyen ve dayatıldığı gibi erkekler olmayı reddeden” Biz Erkek Değiliz İnisiyatifi’nden Ufuk Ahıska’ya bırakıyorum sözü:

“Erkeklik kavramı ‘ulus’ kavramıyla paralellikler taşıyor. Erkeklik de kendi toprakları olan, sınırlarını çizmiş, bu sınırlara bekçiler koymuş, kendi değerlerini oluşturmaya çalışan bir çeşit milliyetçiliğe sahip. Kadınlar, eşcinseller, transseksüeller, yaşlılar, çocuklar, sakatlar, gibi erkeklik tanımından dışlanmış herkese de ’sınır ötesi düşman’ gibi yaklaşıyor, şiddet ve ayrımcılık uyguluyor. Şiddet ise ‘erkeklik’in kurucu öğelerinden.
 
‘Erkek’ şiddetinin hedefinde, yalnızca kadınlar ve ‘erkeklik tanımından dışlananlar’ yok. Toplumsal cinsiyet kimliği ‘erkek’ kabul edilen ve öyle muamele görenler de müthiş bir baskı altında. Nasıl vatana ihanet kavramı varsa erkekliğe ihanet kavramı da var. Nasıl ki vatandaşlık görevini yerine getirmeyenlere kötü gözle bakılıyorsa, erkekliği o gün için tanımlayan sınırları aşanlar da, baskı ve şiddet görüyor. Şiddeti meşru kılansa, erkek olarak tanımlanan gruba dahil olma, kabul görme ve ötekini uzaklaştırma kaygısı.

“Erkek” şiddetinin eğitimle ya da kentli olmakla ilgisi yok; bir uygarlaşma meselesi hiç değil. Kadına yönelik şiddetin temelinde ‘kadına bakış’ ve onu ‘tanımlama’ sorunu, daha doğrusu ‘erkek olmayanın tanımlanması’ sorunu yatıyor.

Üzerinde fazlaca düşünmeden bir norm olarak benimsediğimiz, bize yüklediği görevleri nefes nefese yerine getirmeye çalışırken avantajlarını da sonuna kadar kullanmaktan geri durmadığımız ‘erkeklik’ halini bir an önce gözden geçirmeliyiz. Çünkü şiddetin de eşitsizliklerin de kaynağı burada.” 
 

Etiketler:
nefret