19/11/2012 | Yazar: Hande Çayır

Bir başvuru süreci için yazı yazmıştım. Çıkarken paragraf başı yapmadığımı fark ettim. Minik oklar koydum. Paragraf başı olan yerlere, okuma kolaylığı sağlasın diye… Mülakatta ağırlıklı olarak okları konuştuk.

Bir başvuru süreci için yazı yazmıştım. Çıkarken paragraf başı yapmadığımı fark ettim. Minik oklar koydum. Paragraf başı olan yerlere, okuma kolaylığı sağlasın diye… Mülakatta ağırlıklı olarak okları konuştuk.
 
-          Anlıyoruz, düşünme biçiminiz farklı olabilir ancak başı, sonu, ortası olan bir şey yazabilecek misiniz? Nedir mesela o oklar? Sanki beyin fırtınası gibi…
-          Oklar okuma kolaylığı sağlar diye düşünmüştüm.
-          Hımm, hommm, pammm, pummm…
 
Godard diyor ki her içerikte bir baş, orta ve son vardır; ama sıra ile gerçekleşmek zorunda değildir.
 
Yüzde ellisi bizsek, yüzde ellisi de bizi algıladıklarıyız. Ne tehlikeli…
 
Henüz sinema bölümünden kabul almamıştım. Dergide beni dinlemediler. İki gün sonra, kabul aldığım öğrenildi. Aniden sinema kraliçesi ilan edildim. İki günde ne değişti? Neyin onayıydı bu ve içeriğe gerçekten kim vakıf?
 
Obama’ya Orhan Pamuk kitap tavsiye etmiş. Daha önce, sevgilisi de aynı kitabı oku demiş bir adama. Bakmamış. Pamuk’tan gelen öneri sonunda, almış eline çalışmayı ve okumaya başlamış.
 
Konferansa katıldık. Biri geldi. “X’in sahibiyim” dedi. Birden ilaha dönüştü. Yahu, iki dakika önce, yüzüne bakmıyordunuz?
 
Harvard mezunu, üniversitenin şanı ile örtüşmeyen açıklamalarda bulundu. “Nasıl bir beyin bu” diyen olmadı.
 
Bir proje vardı. Fotoğraflardan oluşan… Hepimiz başladık:
 
-          Bu anneniz mi?
-          Ay, 70’li yıllar mı?
-          Bence siz bu dönemlerde yaşamışsınız aslında. Yani, hep özlem duyuyordunuz değil mi?
 
Öyle değilmiş. Toplamış eskiciden kopuk, tarihi fotoğrafları ve birleştirmiş. Onunla hiç ilgisi yokmuş. Kendi içlerinde bile bağlantılı değillermiş.
 
Victor Erice’den Lifeline filmini izledik. İp sahnesi var. Ardından hemen gördüğümüz sallanan ayaklar intihar hissi uyandırıyor. Oysa salıncakmış o. Salıncakta sallanan ayaklarmış. Algımız o gün de bükülmüştü.
 
Radikal’de yayımlanınca yazım, daha çok like aldı Facebook’ta. İçerik aynı içerik… Üreten aynı ben…
 
Kaplumbağa tepeye tırmanmış. “Yapamazsın, bırak, küçüksün, yavaşsın” demişler yol boyunca. En tepeye çıkmış sonunda. Hiç bırakmamış. “Nasıl yaptın, sen bir kaplumbağasın” demişler. Cevap vermemiş. Sağırmış çünkü.
 
Bu tıngırtıları duymadan ilerleyince hayat daha da güzelleşiyor. Evet, hakkı da vardır bazen ahkâm sahiplerinin, her zaman da böyle değildir, ama saygım kayboluyor etiketlere… Yaşasın ki!
 
Çok sevgili bir arkadaşım dedi ki, “hocam o dediğim kişi var ya, astsubaymış, gözümde büyüdü birden…” Bundan yıllar önce “ama anneciğim, zarar gelmez bence ondan, üniversitede hocaymış çünkü” dediğim gibi… Nereye gelmez? Bal gibi de gelebilir. Geldi de.
 
Yıkıldı işte. Bir bir yıkıldı.
 
Bir yazar, defalarca yayınevleri tarafından reddedilen kitabını, yayımlatmaktan vazgeçmeden önce bir kenara koymuş. Ödüllü bir romanı alıp sadece başlığını değiştirip göndermiş bu kez. Ondan gittiği için yine kabul edilmemiş. Ödüllü romanı basmayı reddetmişler. Gönderen kişinin adı marka olmadığı için…
 
Kimi sanatçılar yabancı mahlas kullanıyor. İtibar artıyor böylece.
 
İtibar yönetimi de acayip. Aman kimse negatif bir şey söylemesin. Bakınca hep olumlu bilgiler dizisi ile karşılaşalım. Oysa o tarihin senin. Geldiğin yer… Ya da ilerleme kat ettiğinin en güzel göstergesi işte! Neyi, neden, kimden saklayacağız?
 
Gün içinde şunlardan bolca gerçekleşiyor:
 
-          Hande, şu projeyi ne zaman teslim edebilirsin?
-          Bugün!
-          Mümkün değil! Baştan savma mı yapacaksın?
-          Haklısınız, en az iki haftaya ihtiyacım olacak(!)
 
Yani, anlamıyorum! Gün içinde bitebilecek işi iki hafta bekletip verirsem daha değerli olacak. Kim ne istiyorsa, ona onu vermek iyidir herhalde.
 
Algıyı bozmak, eğip bükmek birkaç hamle ile mümkün. Bununla nasıl eğlensem şimdilerde onu düşünüyorum.
 
Hani mesela, anlamsızca gelseler, haydi kızım, seni götürüyoruz deseler… Komşular –ki iki kelime konuşmuşumdur herhalde- “vah vah, ne de hanım kızdı” diyecekler. Kaç kişi içini, dibini görecek? (Kız kelimesini de kullansam bir türlü!)
 
Pınar Selek’le ilgili açıklamaları dinlediğim bir gün, oturup hüngür hüngür ağladım. Artık halimize mi, Pınar Selek’e mi, başka bir şeye mi? Bilmiyorum…
 

Etiketler:
İstihdam