12/12/2013 | Yazar: Yıldız Tar

Twitter’da bir yoldaşının hayatını kaybetmesi nasıl hissettirir sorusu üzerinden bir tartışma dönüyordu. Aklıma bir sürü isim geldi. En başında da sen.

Merhaba Ali,
 
Twitter’da bir yoldaşının hayatını kaybetmesi nasıl hissettirir sorusu üzerinden bir tartışma dönüyordu. Aklıma bir sürü isim geldi. En başında da sen.
 
Sen de ölüyorsun o an dedim. Kaybettiğin an sen de ölüyorsun. Ölerek yaşamaya devam edebiliyorsun. Ölerek sağ kalabiliyorsun.
 
Biliyorum bu gecikmiş bir mektup. Bir yerlerden bana kızıyorsun, “Neden yazmadın” diye. Gerçi sen alışıksın benim tembelliklerime, yazamayışlarıma…
 
“Hatırla sevgili, o mesut geceyi”
Yani o çılgın Lambda partisini. Ben yeni aktivist lubunya sürekli senin yazılarını okuyorum. Senle tanışmak istiyorum. Herkese soruyorum ama bir türlü tanışamıyoruz. Sonra bir partide sana asılıyorum sen olduğunu bilmeden. Sana senden bahsediyorum, “Aligül diye birisi varmış. Çok güzel yazıyor. Ben sanırım ona aşığım.” O anki kahkahan ve “O benim güzelim” demen hatırımda.
 
Seni kaybettiğimizin haberini ilk aldığımda da o kahkahanı hatırladım biliyor musun? Okmeydanı’nda otururken birden mail’i gördüm. Nasıl taksiye atladım nasıl yanına geldim bilmiyorum.
 
Bizimkileri görene kadar inanamadım zaten. Ben senin hastalığına da inanamamıştım ya neyse… Belki de bu sebepten hiç yanına gelmedim. Sana yazdığımda hep “Koşturmaca be Ali, sen nasılsın” diyordum. Ama koşturmaca filan değildi be Ali. Her zamanki kaçak güreşimdi benim. Tartışmalar hararetlendiğinde de yapıyorum aynısını. Hatta bir 8 Mart toplantısından yarıda kaçtığımda seni görmüştüm Taksim’de. Hatırlıyor musun, sana dert yanmıştım. Kaçtığım için nasıl vicdanımın acıdığını açtım usulca sana. Sense eline kırılgan, kristal bir çay bardağı vermişim gibi özenle konuşmuştun benle. Ne demiştin hatırımda değil. Ama bakışlarını unutmadım be Ali.
 
İşte sana gelemeyişim de belki aynı ruh halinden. Belki seni o kadar kırılganken göremeyecek olmamı bildiğimden… Alınmamışsındır sen ama değil mi Ali? Aynı bakışla bana bakıyorsundur değil mi?
 
Sonra işte bizimkileri gördüm. Ne kadar kalabalıktık bir bilsen. Ne kadar çokmuşuz.
 
Özlem’e sarıldım ilk. Yok yok Leman’dı sanırım. Neyse, öyle işte.
 
Eve dönüp sabaha kadar içtim biliyor musun Ali?
 
Derken seni yolculadık.
 
O an, tam o an fark ettim ben. Üzerine toprağı attığım o an fark ettim ben.
 
Görmüşsündür sen de çok ağladık. Ama telaşlanma, toparladık kendimizi. Seni kendimize, ruhumuza, bedenimize katmanın bir yolunu bulduk hepimiz. Zor da olmadı açıkçası. Ne kadar değmişsen, dokunmuşsan artık bize; zaten istesek de seni kendimize katmadan olamazmışız.
 
Sen giderken ben de bir kitap üzerine çalışıyordum. Önsözü kim yazsın diye cebelleşirken aklıma gelmiştin. Ama hastaydın be Ali.
 
Sonra sen gittin. Kitap çıktı. Okunuyor, beğeniliyor, eleştiriliyor.
 
Önsöz meselesini de çözdüm Ali, merak etme. Yoldaş Ben İbneyim kitabını ancak Amargi’deki Erkek anlar dedim. Sana nasıl aşık olduğumu filan da anlattım. Merak etme her detayı paylaşmadım. Mahremimiz bize kalsın değil mi?
 
Telif meselesi kafamda bir süredir. Nasıl halletsek Ali’m?
 
Ben de yanına geldiğimde şu sana ettiğim ahlaksız teklifi kabul edersen telif işini öyle çözmüş oluruz. Ha ne dersin? Üzerimde mini eteğim filan yok ve tanıştığımız kadar genç değilim belki ama yine de giderim var bence. Olur mu?
 
Beni sorarsan, bildiğin gibiyim. Melankolinin dibinde takılıyorum bir süredir. Kaldıramayacağım yüklerin altına girdim. Boyumdan büyük işlerin ağırlığında ezildim. Kalan parçalarımı toparlıyorum.
 
Şu telif meselesini halletmemiz için uzun zaman geçmeyebilir belki Ali’m. Hayat bu belli olmaz. Yanında yörende yer tut bana olur mu?   

Etiketler:
İstihdam