13/12/2010 | Yazar: KAOS GL

“Göçmenler ya da göçmen ailelerinin çocukları, fevkalade Alman vatandaşı olabilirler; fakat bu, beyaz Almanların imtiyazlarına sahip oldukları anlamına gelmiy

“Göçmenler ya da göçmen ailelerinin çocukları, fevkalade Alman vatandaşı olabilirler; fakat bu, beyaz Almanların imtiyazlarına sahip oldukları anlamına gelmiyor. Türkiye’de de olduğu gibi, vatandaşlık eşit hak anlamına gelmiyor Almanya’da. Hiç gelmedi, gelmemeye devam ediyor.”

“Almanya’da artık (varsayılan) din, (varsayılan) etnik kökenin yerini almak üzere. Etnik kökende olduğu gibi, bu «dini» kimlikler gerçekliklerle ilgili değil. Eskiden, Türkiye’den gelen herkes «Türk» oluyordu, şimdi Türkiye’den gelen herkes «Müslüman».”
 
“Komşular ne diyecek? Deden/ninen öğrenirse ne olacak vs. Daha sonra, önem sırasına göre bayağı sonra, belki de, «Ha, dinimiz de caiz bulmuyor» gibi bir argümanla karşılaşmak elbette mümkün. Oryantalizmin başını alıp gittiği bir ortamda sıralamadaki bu önemli ayrıntı gözden kaçırılıyor birçok kez…”
 
Koray Yılmaz - Günay & Salih Wolter

Almanya’da «İslam»’dan ya da «Müslümanlar»’dan bahsedildiğinde gündeme gelen konular, öncelikle şiddet/terörist saldırılar ve hemen sonra cinsiyet(çilik) ve (eş)cinsellik konularıdır. Bir kadının başörtüsü kullanmasının ne anlama geldiği, «namus» cinayetlerinin, eşcinsel düşmanı ya da aile içi şiddetin nasıl önlenebileceği, zorunlu evlilikler ve benzeri konular, Almanya’da hiçbir konunun ele alınmadığı kadar sıkça ve geniş bir platformda ele alınıyor. Medya, siyaset, devlet, bilim ve sivil toplum gibi önemi küçümsenemeyecek tartışma ortamlarının hepsinde hemen göze çarpan özellik ise, bu konuların kendini «Müslüman» olarak tanımlayan insanlarla değil, bu insanlar üzerine konuşarak işlenmesi.
 
Kabaca özetleyecek olursak: Bir insanın cinsiyet kimliği ve cinsel yönelimi üzerine özerkçe karar verebilme hakkı Almanya’nın temel taşlarından biri. Bunun ne zaman nerede kararlaştırıldığını bilmek, görmek – yani bunun ne kadar doğru olduğunu sorgulamak – gerekmiyor. Kırk kere söylersen öyle olur misali, eşitlik söylemi sürekli ve her yerde tekrarlanırken, fiilen gayet mevcut olan kadın-erkek eşitsizliği, heteroseksüel-eşcinsel eşitsizliği, trans kimlikli insanları görmeme «geleneği» kayboluveriyor. Yeter ki, sorana vereceğin cevabı bil. Özgürlük ve özerklik söylemine evet diyenin, 21. yüzyılın Almanya’sında aynı iş için kadınların hâlâ erkeklere oranla %30 daha az kazandığını sürekli hatırlaması gerekmiyor. Özgürlük ve özerklik söylemine evet diyenin, her yıl, etnik kökenine ya da dinine bakmaksızın toplumun her kesiminden erkek şiddetine maruz kalan on binlerce kadının sığınma evlerine kaçmaktan başka perspektifi kalmadığını bilmesi gerekmiyor. Ailesine açılan eşcinsel gencin ya da net bir «kadın»/«erkek» kimliğine uymayan herkesin okulunda, işyerinde, mahallesinde yaşadığı ayrımcılığın ve şiddetin ne derece azalmadığını her gün, her yerde anımsamak zor geliyor birçok insana. Yazılı basında, online forumlarda ve panel tartışmalarında görülen o ki, toplumun «biz» ve «onlar»’a ayrılmışlığı din ve mezhep sınırları tanımıyor. Kime sorsanız sorun, «bizim» değerlerimiz farklı «onların» değerleri farklı. Biz Almanız, onlar «göçmen».
 
Geçtiğimiz üç yılda homofobiyle ilgili haber sayısı özellikle eşcinsel olmayan medyada artarken aynı zamanda şu da ortaya çıkıyordu: Homofobiyi gittikçe sokaktaki saldırıyla eşdeğerleştiren bir algı, eşcinsel düşmanlığının haber niteliği failin kimliğine göre artıyordu. «Sıradan» denecek beyaz Almanlardan kaynaklanan şiddet vakaları gazetelere neredeyse hiç yansımazken ve aşırı sağcı saldırılarda yaralanan eşcinseller sadece arada bir haber olurken failin kimliği «Müslüman» ya da «göçmen» olarak «teşhis» edildiğinde kusursuz demokrat ve hür toplumumuzun tümüne saldırılmış olunuyordu… Fiilen (beyaz Almanlar tarafından işlenen) aşırı sağcı saldırılar çoğunluktayken ve gözle görülmeyen, yani fiziksel şiddete dönüşmeyen – sözüm ona «meşru» – eşcinsel düşmanlığı had safhadayken toplumsal homofobi anlayışının niteliğinin bu kadar banalleşmesi kısmen de «acı gerçekler» üzerinden prim yapmaya çalışan eşcinsel örgütlerinden bizzat kaynaklanıyor.
 
«Göçmenlerden» bahsederken, aslında kimden bahsedildiğini söylemekte fayda var. «Göçmen» kelimesi, siyasette, bilimde, anaakım medyada ve sivil toplumda son on yıldır Almanya’ya göç eden insanların sadece bazılarını tanımlamak için kullanılıyor. Hangi ülkeden gelindiğinin önemi görmezden gelinirken, ait olunan «kültür» ya da «din», her şeyi açıklayan bir anahtar olarak yüceltiliyor… Almanya bağlamında bu demek oluyor ki, «göçmen» eşittir Türkiyeli ya da Arap/Bosnalı. Fakat bu terminoloji, gelinen ülkeyi anlatmak için değil çoğunluk toplumu açısından «biz» ve «onlar» arasındaki netliği vurgulamak için kullanılıyor. «Göçmenlik» kılıfı (yani, kılık, kıyafet, ten veya saç rengi vs. itibariyle yakıştırılan «Müslümanlık»), aynı zamanda yüzyıllardır bu topraklarda yaşayan Romanlara ve Siyah Almanlara da uygun görülebiliyor.
 
Bu bağlamda, «çoğunluk toplumu» ise göçmenlik geçmişi olmayan, Hıristiyan geleneğinden gelen, toplumun normlarını belirleyen ve güç ilişkilerinde belirleyici taraf olan beyaz Almanlar oluyor. Romanlar, Yahudiler, siyah Almanlar, göçmenler ya da göçmen ailelerinin çocukları, fevkalade Alman vatandaşı olabilirler; fakat bu, beyaz Almanların imtiyazlarına sahip oldukları anlamına gelmiyor. Türkiye’de de olduğu gibi, vatandaşlık eşit hak anlamına gelmiyor Almanya’da. Hiç gelmedi, gelmemeye devam ediyor.
 
Çoğunluğu Müslüman olan ülkelerden ya da bölgelerden gelen göçmenler ve onların çocukları Müslümanlaştırılırken, Almanya’daki çoğunluk toplum da Hıristiyanlaştırılıyor aynı hamlede. Global çerçevede olup bitenleri «medeniyetler çatışması» olarak görmek isteyen zihniyet bu çatışmanın uzantılarını tabii ki kendi ülkesinde de arayacaktır. Kutuplaşmış medeniyet bloklarının içinde Müslüman olmayan Kürtün, Hıristiyan olan Arabın ya da Müslümanlığa dönmüş beyaz Almanın ya da – nereli olursa olsun – ateistin yeri olabilir mi? Eskiden «kültürler arası» yapılan diyaloglara «dinler arası» diyaloglar eklendi, bu diyaloglara katılanlara kimse, «Burada laik Türk’ün ya da sosyalist kökenden gelen Doğu Almanın ne işi var?» diye sormuyor. Almanya’da artık (varsayılan) din, (varsayılan) etnik kökenin yerini almak üzere. Etnik kökende olduğu gibi, bu «dini» kimlikler gerçekliklerle ilgili değil. Eskiden, Türkiye’den gelen herkes «Türk» oluyordu, şimdi Türkiye’den gelen herkes «Müslüman».
 
Özellikle eşcinsel erkeklere yönelik şiddeti takiben çıkan gazete haberlerine bakılırsa kutuplar bugüne kadar hiç olmadığı kadar uzak birbirine. Bunun sebebi, kamusal alanda genellikle genç erkekler tarafından uygulanan şiddetin yanı sıra özellikle yayınlanan iki makalede aranabilir: Almanya’da görece önemsiz Ahmediye Müslüman Cemaati’ne ait ve özellikle gençlere yönelik bir İnternet sayfasında eşcinsellik, bir hastalık olarak, domuz eti yemekle açıklanırken, 2008 yılının yaz aylarında Berlin’de yayınlanan ve bedava dağıtılan reklam dergisi «al-Salam»’da çıkan eşcinsel (erkek) düşmanı bir makale dalgaları yükseltmişti; «İslam ve homofobi» bir konu olarak, «Müslüman» gençler ise birer potansiyel fail olarak eşcinsel medyada ve günlük gazetelerde yerini bulmuştu. Bu bağlamda vatandaşlık, oturma izni, etnik köken, din ve/veya dinine bağlılık derecesi, yaş, dil bilme ya da bilmeme, eğitim seviyesi, sınıfsal konum vs. gibi etkenler tamamen gözardı edilirken, bu «şiddet kaynağı» genç erkeklerin ırkçı ayrımcılık ve bizzat yaşadığı şiddet deneyimleri de kayboluveriyordu… İster Hamburg olsun, ister Berlin, isterse Münih ya da Köln, Almanya’nın her büyük kentinde (erkek) eşcinsel camiayı en çok meşgul eden konulardan birisi: «Göçmenlerde» homofobinin dini ve/veya kültürel kaynakları. «İslam’ın eşcinsellikle ilgili daha çoook yol alması gerekiyor…»
 
Almanya’da Eşcinsellik ve Homofobi
Bütün kazanımlara rağmen halen Almanya’da eşcinsellik ve eşcinseller «normal» denen durumun bir parçası değil. Okullarda biyoloji dersinin dışında konu ele alınırsa, devlet memuru olmayan eğitmenler tarafından verilen ve zorunlu olmayan vicdan dersinde ancak yer bulabiliyor. Eşcinsellik, toplumsal bir olgu olarak değil, tıbbı, psikolojik ya da en temelinde biyolojik bir olgu olarak var olmaya devam ediyor, devletin okulundan mezun olan çocukların kafalarında. Teneffüslerde her geçen yıl artan homofobik küfürlerle mücadele edilip edilmemesinin getirilerini ve götürülerini düşünmek zorunda hisseden öğretmenler, işe alınmama ya da işten atılma riskiyle karşı karşıya kalmamak için meslek eğitimi ve iş piyasasında açılamayan translar, mahallelerde saklanmayı gerektiren heteroseksist egemenlik… Genç eşcinsellerde hâlâ ilk ve tek olma hissinin ne kadar yaygın olduğunu; intihara teşebbüs vakalarının bu gençlerde heteroseksüel gençlere oranla küçümsenemeyecek kadar yüksek olduğunu; aileleri tarafından sokağa itilen gençlerin evsizler arasındaki eşcinseller oranının ortalamanın çok üstüne tırmanmasına sebep olduğunu, yapılan araştırmalar gösteriyor. Cinsiyet kimliğinin ve cinsel yönelimin henüz şekillendiği bu yaş grubuyla sorumlu bir şekilde çalışabilecek eleman yok denecek kadar az. Öğretmenler, genel anlamda cinsellik konusunu nasıl ele alabileceklerini bilmezken, gençlerin okuldan sonra takıldığı birçok yerde başka konular sözüm ona daha önemli oluyor. Devlet ve egemen siyasetçiler, kadın-erkek evliliklere tanınan ayrıcalıkları «aile» olan herkese açmak konusunda hiç hevesli değil. Bu ilişki tipi en azından şehirlerde yok olurken, uzun vadeli, üreme odaklı monogam heteroseksüel ilişkiler ulaşılması gereken bir ideal olarak toplumun ve devletin neredeyse her alanında hâkim olmaya devam ediyor. Yasalara ya da televizyondaki dizilere ve reklamlara bakıldığında; arkadaş ortamında, okulda, işyerinde ya da bakkalda edilen muhabbete kulak verildiğinde; stadyumda edilen küfürlerin bize neler öğrettiği düşünüldüğünde, acı bir tablo çıkıyor ortaya… Her şey bize, eşcinselliğin doğal ya da olağan olan bir hayatın ve bunun dışında kalan, yani «normal» olmayan bir cinsel yönelim olduğunu gösteriyor. Yılda bir yapılan büyük etkinliklerin dışında kendini karanlık çöktükten sonra var eden bir camia, maalesef bunu sineye çekmiş durumda.
Neredeyse sadece «Müslümanlar» üzerinde yürütülen argüman, «onlar» (heteroseksüel «Müslümanlar») ve «bizler» (beyaz Alman eşcinseller) gibi bir ayrımı «gerektiriyor». Bu durum, azınlık konumunda bulunan grupları birleştireceğine gereksiz ve hatta zararlı bir kutuplaşmaya yol açıyor. Oysa, ismi, görünümü, dil seviyesi ya da başka sebeplerden dolayı «azınlık» olarak kategorize edilen birçok eşcinsel var. Bunların bir kısmı kendisi göç edenlerden oluşurken, Almanya’da doğmuş büyümüş birçok insan, 1980’lerden kalan kimlik kategorilerinin ne kadar ilkel olduğunu gayet net ortaya koyuyor… Göçmen, Siyah Alman, Roman ya da Yahudi eşcinsellerin salt mevcudiyeti bile, homofobinin cinsiyetçilikle ve özellikle ırkçılıkla ne kadar çok içli-dışlı bir görüngü olduğunu gösterirken, sokaktaki, bardaki, medyadaki, siyasetteki ve hatta eşcinsel örgütteki muhabbet homofobiyi ayrıştırıp tek başına halledilebilecek bir fenomen olarak algılamaya devam ediyor…
 
Sözde «Müslümanlar»
Almanya’daki «Müslümanların» kim olduğu sorusuna dair bir yanıt yok. Fransa’ya Kuzey Afrika’dan, İngiltere’ye ise Güney Asya’dan gelen birçok insan için dinin ve dindarlığın önemi yüksek ve bir sosyal kimlik olarak «Müslüman olmak» gayet doğal iken Almanya’ya gelen en büyük göçmen grubu için bu hiç de doğal değil. Buraya göç eden ve burada kalan en büyük grup, dini sosyal kimlik olarak yaşamayan ve söz konusu doğallığı benimsemeyen Türkiyelilerden oluşuyor. Birçok alanda Almanya’dan daha laik olan Türkiye’den gelen ya da Türkiyeli bir ailede doğan insanların büyük bir kısmı dini ve dindarlığı devletle ve toplumla ilişkilenirken «özel mesele» olarak tanımlamayı tercih ediyor. Birçok cami derneğinden ve cemaatten oluşan «community» bundandır ki, çok dağınık ve kendi içinde bölünmüş. Göçmenler, «Kürtlük», «İranlılık» ya da «Filistinlilik» üzerinden örgütlenmeyi tercih ediyor çünkü. Bu, hiyerarşik ve tekil kilise örgütlerine alışık olan devleti zorladığı için uzun vadede «İslam»’ın da tek adresi ve telefon numarası olmasını isteyen büyük bir kesim var. Ne var ki, onlarca farklı ülkeden gelen, ruhani ve cismani hayatları birbirine hiçbir şekilde benzemeyen farklı toplulukları bu şekilde biraraya getirmek mümkün olmuyor ve olmayacaktır da. Çünkü çoğunluğun Müslüman olmadığı Almanya’da, özellikle siyasal İslam’a ilgi duymayan kesimler, tek bir cemaat gibi davranmıyor ve örgütlenme biçimleri de kilise(ler)in örgütlenme biçimine benzemiyor.
 
Tekilleştirilen «İslam»’ın, Kuran’ın ve/veya sorumlu ilan edilen imamın eşcinsellik ya da eşcinseller konularındaki fikirleri ön plana çıkarıldığında aslında cinsiyet, yaş, sınıf vs. gibi önemi asla küçümsenemeyecek etkenler yok ediliyor. Toplumun her kesiminde olduğu gibi, tabii ki göçmen ailelerde de dinin öncesinde ve ötesinde bambaşka konular gündeme geliyor birey ailesine açıldığında. Komşular ne diyecek? Deden/ninen öğrenirse ne olacak vs. Daha sonra, önem sırasına göre bayağı sonra, belki de, «Ha, dinimiz de caiz bulmuyor» gibi bir argümanla karşılaşmak elbette mümkün. Oryantalizmin başını alıp gittiği bir ortamda sıralamadaki bu önemli ayrıntı gözden kaçırılıyor birçok kez…
 
Homofobi insana doğumunda hediye edilmiyor, sonradan zembille de inmiyor. Eşcinsel düşmanlığı Allah’ın vergisi, doğanın kanunu ya da tesadüf değildir. Gençlere, yetişkinler tarafından öğretilen homofobi, nesilden nesle geçiyor. Fakat homofobik bir yapıya sahip olmak, otomatikman şiddet uygulamaya götürmüyor insanı aynı zamanda. Yoksa her gün her yerde homofobik saldırı görüyor olmamız gerekirdi. Dolayısıyla homofobiyi yenmek için yetişkinleri (de) hedef kitlesi olarak tanımlamak gerekiyor; özellikle spor kulüplerine, meslek gruplarına, derneklere ve dini cemaatlere düşen bir sorumluluk var burada.
 
İlahi Pozisyonlar
Almanya’daki Müslüman anaakımın algısı bugün eşcinselliği bir günah ya da zararlı bir şey olarak adlandırmayı tercih ediyor. Bu algıyı kutsamak için günümüzden hadislere ve hatta Kuran’a varan bir tarihçe kurgulanıyor, sanki her zamanda ve her yerde insanlar bugünün anlamında cinsel yönelimler üzerine kafa yorup bugünün anlamında bunu nasıl ele alacaklarını düşünmüşler gibi… Almanya’da günümüzde dominant olan yorumlardan yola çıkacak olursak eşcinsellik bir günah olmakla kalmıyor, en azından erkek eşcinsellerin belirli şekillerde cezalandırılması da gerekiyor. Kuran’daki Lut hikâyesi aynen Musevilikte ve Hıristiyanlıkta olduğu gibi algılanıyor, yani «livat» günümüze ait olan «eşcinsellikle» özdeşleştiriliyor. Bunun ne kadar yersiz olduğunu görmek için tarihe bakmak gerekmiyor. Ama tarihe bakmanın faydaları da olabiliyor…
 
İslam hukukçuları hemcinsler arasında yaşanan ilişkileri ve cinselliği doğal bir gerçeklik olarak algılarken, sanayi toplumlarının metropollerinde 19’uncu yüzyılın ortalarından itibaren bambaşka bir şey çıkıyor ortaya: birer sosyal kimlik olan «lezbiyenlik» ve «geylik». Bu etiketler üzerinden cinsiyet kimliklerinin «normalliğini» gittikçe büyüyen bir başarıyla savunan geyler ve lezbiyenler ise, çok yakın tarihimizde «trans» kimliklerin ortaya çıkmasını zorlar.(1) Dolayısıyla, «İslam ‹eşcinselliği› lanetliyor ve yasaklıyor» demek, «İslam ‹eşcinselliği› kabul ediyor» demek kadar sakıncalı. İnsanların cinsel yönelimlerine göre «heteroseksüeller» ve «eşcinseller» olarak ayrılması yer ve zaman olarak sadece bazı yerlere ve zamanlara tekabül ediyor – ve söz konusu toplumun sadece bir kısmını etkiliyor. Önemli olan, «İslam» değil, Müslümanlar ve bu Müslümanların pratikte yaptıkları ya da yapmadıkları.
 
Dünyevi Açıklamalar
Bu bağlamda, Almanya’daki bazı Müslüman dernekleri tarafından yapılan iki açıklamanın oldukça büyük bir önemi var. Almanya Müslümanlar Merkez Konseyi’nin genel sekreterinin açıklaması:
 
«İslam dininin eşcinselliğe bakış açısını Kuran belirler. Kuran, eşcinselliği İslam’ın doğa ve insanlık anlayışına uygunsuz bulur fakat dünyada bir cezalandırma öngörmez.
Özellikle altını çizeriz ki: Eşcinsellere karşı şiddet ve ayrımcılık olmamalı! 20 Şubat 2002 tarihli «İslam Şartı»’nda ve Müslüman çatı kuruluşlarının imzaladığı diğer belgelerde de açıkladığımız gibi, biz Müslümanlar, Almanya’nın Anayasasını kabul etmekteyiz. Hareketlerimizi bu belirler; dinlerin, azınlıkların ve grupların – bunlar arasında eşcinsellerin de – ayrımcılığa maruz kalmasını kınarız.»
 
Bunun dışında, bazı Berlinli Müslüman dernekleri (ve ulusal çapta çalışan derneklerin Berlin temsilcilikleri)(2) dinden kaynaklanan homofobik pozisyonlarla ilgili bir açıklamada bulunmuştu:
 
«Bu yılın [2008] Nisan ayında bir yazar, Arapça yayınlanan reklam dergisi al-Salam’da çıkan bir makalesinde eşcinsellikle ve eşcinselliğin götürüleriyle ilgili kişisel homofobik görüşlerine yer vermiştir. Bu makaleye karşı kamunun reaksiyonu haklı olarak hiddet olmuştur, anlayış gösterilmemiştir. Yazar her ne kadar yalnızca kendi fikirlerini beyan etmişse de bu makalenin yayınlanmasından sonra Almanya’daki Müslümanların, eşcinselliğe bakış açısıyla ilgi geniş bir tartışma çıkmıştır.
 
Kuran’ın tutumundan yola çıkarak Müslüman bilginler arasında bir fikir birliği vardır; eşcinsel davranışlar ilahi anlamda günah olarak ele alınır. Bilindiği üzere aynısı alkol tüketimi ve evlilik dışı ilişkiler için de geçerlidir. İslami ilahiyattan yola çıkarak günah olarak algılanan davranışları tasvip etmemiz mümkün değildir.
 
Fakat aynı zamanda çok eminiz ki, cinsel yönelim, alkol tüketimi ve İslam ilahiyatında günah olarak ele alınan her şey kişinin özel meselesidir. Bizim bir şeyi tasvip etmemiz ya da etmememiz, hiç kimsenin kişisel özgürlüğünü kısıtlayamaz, kısıtlamamalı da. Her insan kendisinden ve davranışlarından sorumludur ve ahrette yaratanı önünde bunların hepsi için hesap verecektir. Bu, İslami inancımızın vazgeçilmez bir öğesidir.
 
Her ne kadar eşcinselliği eşcinsellik olarak tasvip etmesek de, eşcinsellerin maruz kaldığı her türlü kovuşturmayı ve hatta şiddeti kınıyoruz. Büyük bir kararlılıkla herhangi bir toplumsal grubun karşılaştığı her türlü ayrımcılığa karşı çıkıyoruz; bu gruplara eşcinseller de dâhildir.
 
Son olarak söylemek isteriz ki, adı geçen makalenin yayınlanmasından sonra bazı yazarlar, dolaylı ya da dolaysız olarak eşcinselliğin günah olarak algılanmasını eleştirmektedirler. Böylece, bu anlayışın homofobinin kaynağı olduğunu ima ediliyor. Oysa homofobinin sebebi dini inanışlar değil bireysel özgürlük anlayışının az gelişmişliğidir. Müslümanlar, inanışlarını ve ahlak anlayışlarını eleştirerek bireysel özgürlük mücadelesi için kazanılamayacaktır, belki de tam tersi bile olacaktır. Belirleyici olan, hür düşünen insanların, kendi düşüncelerinden bağımsız olarak, bireyin ve ötekinin çoğulcu özgürlüğünü daha iyi kavramaktır.»
 
Bu örgütler «Müslümanların» tümünü temsil etmediği gibi «İslam»’ı da temsil etmiyor. Fakat yine de toplumsal bir sorun olarak homofobiye karşı yaptıkları bu açıklamalar olumludur. – Her iki açıklama da eşcinselliğin bir günah olduğunu ama aynı zamanda bu günahın yargılanması ancak ahrette olabileceğini savunmaktadır. Dünyada, bugün ve burada, şiddet uygulanmasına karşı olmakla kalmayıp üstünde durarak bireysel hak ve özgürlükleri desteklemektedirler.
 
İmzalayanlar arasında üye sayısı itibariyle Almanya’daki en büyük Müslüman örgüt olan DİTİB (Diyanet İşleri Türk İslam Birliği) de yer alıyor. Dini inanışlarının temelindeki «fikir birliği»’nden bahseden örgütler, aynı zamanda bireysel iradenin de altını çiziyor. Böylece Almanya’nın bireysel özgürlüğü koruyan hukuk düzeninin gereksinimlerini yerine getiren kuruluşlar aynı zamanda kendilerine karşı kullanılan en güçlü tezlerin birisini – «bizden geri kalmış, bizden daha ataerkil, bizden daha homofobik» – görece çürütmüş oluyor…
 
Değerlendirme
Hem siyasal İslam hem de beyaz Almanlardan oluşan kamu, çoğunluğu Müslüman olan ülkelerden gelen insanları (tekrardan) Müslümanlaştırmak ve tekil bir Müslümanlığı toplumsal kimlik olarak meydana getirmek istediği için, bu tür açıklamaları dikkatle okuyup dikkatle değerlendirmek gerekiyor. Kökünden ırkçı bir yapıya sahip olan Almanya’da birazcık eşitlik için aklı selim herhangi Müslüman grup herhangi açıklamayı yapacak durumda bulunuyor, maalesef. Sürekli potansiyel terörist muamelesi gören dernekler, cemaatler ve kişiler, bu durumda stratejik karar alıyor olabilir, bu da gayet anlaşılırdır. Ama onun dışında, Papa’ya veya Protestan Piskoposlara benzer bir otorite merkezine zaten sahip değil İslam. Dolayısıyla, toplumsal arenada bu tür açıklamaların ne kadar değerli olacağını kestirmek o kadar da kolay değil.
 
Ama her nasıl olursa olsun, homofobiye karşı yapılan bu açıklamalar manzarayı renklendiren, olumlu birer başlangıç da teşkil ediyor. Almanya’da ne eşcinsellerin ne de transseksüellerin temel hak ve özgürlükleri somut gerçekler olarak var. Tam tersine, medeniyet öncesi ya da ötesi, kolektivist birer topluluk olarak görülen göçmenler sayesinde ve sadece soyut olarak var ediliyorlar. «Biz», aydın, eşitlikçi vs. Avrupalılar olarak tabii ki «lezbiyenleri ve geyleri» modernitemizin birer simgesi olarak el üstünde tutuyoruz… Asıl bu «biz»’leri irdelemek gerekiyor. «Biz» Almanlar, «onları» (göçmenleri ve/veya diğer ötekileri) gerektiriyoruz, çünkü onları gereksiniyoruz. Sadece «onlar» varsa biz, «biz» oluyoruz çünkü…
 
Bu açıklamalar özellikle anti-Müslüman ırkçılığa karşı mücadele etmek için yarıyor, anlaşılan. Homofobiye karşı mücadele için önemleri o kadar da büyük görünmüyor. Bu açıklamaları yapan dernekler, çatı kuruluşları vs. şimdiye kadar homofobik açıklama yapmıyordu, dolayısıyla yaptıkları anti-homofobi açıklamalar da önemli bulunması gerekmiyor. Görece laik bir anlayış sergileyen adı geçen Berlinli ve Almanyalı örgütlerden Katolik kilisenin özellikle İtalya ve İspanya’da gerçekleştirdiği şekilde büyük eşcinsel düşmanı kampanyaları beklemenin bir manası da yok ama. Bu olumludur, çünkü cemaatler içinde gizli ya da açık yaşayan lezbiyenleri ve geyleri biraz da olsa güçlendirecektir. Belki de mutabakat gibi görünen o günah konusunda sağlanan fikir birliği günün sonunda o kadar da katı değildir…
 
Bu makalenin Almancası, Mayıs 2010’da Informations- und Dokumentationszentrum für Antirassismusarbeit (IDA) Derneğinin «Facebook, Fun & Ramadan. Lebenswelten muslimischer Jugendlicher» adlı broşüründe yayınlanmıştır.
 
Türkçe çevirisi ufak değişikliklerle makaleyi yazanlar tarafından KAOS GL için hazırlanmıştır.
 
Broşürün Almanca kopyasına
http://www.idaev.de/cms/upload/PDF/Publikationen/IDA_Facebook_Fun_und_Ramadan.pdf adresinden ulaşılabilir.
 
(1)İslam bilginlerinin tarih boyunca eşcinsellik üzerine görüşleri için bkz.: Georg Klauda: Die Vertreibung aus dem Serail. Europa und die Heteronormalisierung der islamischen Welt, Hamburg 2008.
(2)Açıklamayı imzalayan dernekler: Deutschsprachiger Muslimkreis (DMK), DİTİB, İnssan, İnterkulturelles Zentrum für Dialog und Bildung (İZDB), İslamisches Kultur- und Erziehungszentrum (İKEZ), Muslimische Jugend, Neuköllner Begegnungsstätte (NBS).
(3)ABD’de ve Britanya’da eşcinsel Müslümanların kurduğu örgütler mevcutken Almanya’da bu tür örgütlenmeler bugüne kadar başarılı olamadı. Bu, göç alınan ülkelerin farklılıklarıyla ilgili olabilir, aynı zamanda, Almanya’da oluşan göçmen kültürünün farklı şekillerde sosyalleşmeyi sağlayabilmesiyle de. Almanya bağlamı için cemaat içi çalışmaları olan Müslüman bir eşcinselin perspektifleri için bkz.: http://home.arcor.de/yadgar/mohr/islam_homo2.html (Almanca).
 


Etiketler: yaşam, dünyadan
İstihdam