15/02/2010 | Yazar: Kaos GL

ABD’li psikiyatrist-ler yeni bir hastalık icat etmiş. Adını da koymuşlar. Geletofobi. Hastalığın henüz Türkiye’ye uğradığını sanmıyorum.

ABD’li psikiyatrist-ler yeni bir hastalık icat etmiş. Adını da koymuşlar. Geletofobi. Hastalığın henüz Türkiye’ye uğradığını sanmıyorum. Ama dünyada birçok ülkede olduğu gibi Türkiye’de de zekâ testlerinden ruhsal bozukluk kategorilerine kadar psikolojimizin ölçütleri Amerika’dan ithal edildiğine göre bu da yakında gelir.

Belki de gelmez. Hele Türkiye’de olup bitene bakılırsa bugünlerde hiç gelmez.
Hrant Dink davasında suçluların korunmasında birileri bizle alay ediyor. Tekel işçilerinin açlık grevinde, birileri bizle alay ediyor. Belediye başkanlarının hapse atılmasında birileri bizle alay ediyor. Ergenekon davasında birileri bizle alay ediyor. Asıl alay edilecek konumda olanlar kendilerini ciddiye alıyor. Geletofobi, alaya alınmak korkusu.

Yoksa devlet erkanının ciddiyeti korkunun maskesi mi? Türkiye’nin siyasi parti liderlerini, askerlerini, hakimlerini, üniversite hocalarını, demokrasinin daha yerleşik olduğu ülkelerdeki muadilleriyle şöyle bir karşılaştırın. Kıyafetlerini, vücut dillerini gözünüzün önüne getirin. Özendikleri her hallerinden belli olduğundan, spor gömlek giyerken (pek böyle görünmeye de cesaret edemiyorlar ya) ceketlerinin düğmelerini iliklemezken bile rahatsızlar. Ancak ruh hastalıkları kapsamına giren davranış ve düşünce biçimleriyle ilgili sorun başka bir çok ülke gibi Türkiye’yi de aşıyor. Mesele, ruh sağlığımızı ölçüp biçenlerle ilgili. Kimlerin, kimlere ‘deli’ diye karar verdikleriyle ilgili.

‘68 kuşağının adalet arayışında eylemli duyarlılığının Fransa, Çekoslovakya gibi ülkeleri devrimin eşiğine getirdiği, yeni kullanılmaya başlanan doğum kontrol hapının etkisiyle cinsellik anlayışımızı özgürleştirdiği, sanatta anti-kahramanları kahramanlaştırdığı az çok bilinen şeyler. Pek kimsenin bilmediği Amerikan Psikiyatri Cemiyeti’nin kimlere ruh hastası dediğini değiştirmeye zorlanmış olması.

Bugün ABD’de, Avrupa’da ve başka ülkelerde eşcinsel çiftlere yasalar önünde eşit davranma zorunluluğu var. Örneğin birisi öldüğünde çiftin diğer ferdi ölenin miras hakkına sahip. Oysa, kesin tarihi hatırlamıyorum, 1970’lere kadar eşcinsellik ABD ve onun sultası altındaki ülkelerde tedaviye muhtaç ruh hastalığı olarak tanınırdı. Dönemin özgürlük hareketleri, bilimsel geçinmesine rağmen çoğu son derece öznel olan psikiyatrinin bu teşhis kategorisini de tepetaklak etti.

1980’li yılların başında Boğaziçi Üniversitesi psikoloji bölümünde öğretim üyesiydim. Yıllık akademik iznimi kullanma sırası bana geldiğinde, Türkiye’de delilik tanımlarını incelemek istedim. Amacım Anadolu’da halk arasında kimlerin kimlere hangi davranış ve düşüncelerinden ötürü deli diye baktığını araştırmaktı. İzin vermediler. (Böyle bir araştırma bildiğim kadarıyla hâlâ yapılmış değil.) Üniversite yasasına göre yıllık iznimi yurt dışında (Batı demek istiyorlar) ‘bilgi ve görgümü’ artırarak kullanmak mecburiyetindeydim.

Türkiye’de sosyal bilimlerde alan araştırmalarının yok denecek kadar az olması, üniversite hocalarının, hastanelerde psikiyatrist ve psikologların (romancı ve şairlerimizin tersine) insanımızı tanımadan onu Batı’dan gelen kuramlar ışığında algılamasının bir nedeni de bu. Bana izin verilmeyince Batı Avrupa’ya gittim, ‘Daha Sesimizi Duyurmadık: Avrupa’da Türk İşçi Çocukları’ adlı kitabımı yazdım.
Amerikan Psikiyatri Cemiyeti ruh hastalığı tanımlarını 1960’ların sonunda esen özgürlük rüzgarlarının etkisiyle değiştirmişti. O günden bu yana dünya düzeni muhafazakarların, köktencilerin etkisi altına girdi. Parlamentolarda sol muhalefet bile kalmadı. ‘70’li yıllarda, bireyin potansiyelini geliştirip geliştirememesinde sosyal faktörlerin önemi, adil ve zengin bir çevrenin oluşumu üzerinde durulurdu. Günümüzde, vahşi kapitalizmin egemen olduğu 20. yüzyıl başlarında da inanıldığı gibi, tekrar kalıtım vurgulanıyor. Genleriniz iyi, beyin dalgalarınız uygunsa kurtardınız. Kötüyse yandınız. İnsan davranış ve düşüncelerinin, kalıtımıyla çevresi arasındaki karşılıkla ilişkiyle belirlendiği gerçeği gene hasıraltı ediliyor. Allahın insanı beş parmağı bir yaratmadığı düşüncesi gene revaçta. Psikiyatristler psikoterapiyle ilişki kurmak yerine ilaç dayıyorlar. Reçete müptelası oldular
Amerikan Psikiyatri Cemiyeti, Mayıs 2013’de son halini açıklayacağı yeni psikopatoloji tanımlarını bu ortamda şekillendiriyor.(bknz. DSMV.org) Ağırlık semptomlardan çok kalıtımdan kaynaklandığı sanılan olası patolojiler üzerine. Böylece, özellikle gençler, egemen düzenin beklentilerine biraz ters düşen ergenlik çağındaki çocuklar, dünyanın dört bir yanında ‘psikopat öncesi özellikler gösteriyor’ diye damgalanacak. 

Dünyada milyonlarca çocuk aşı bile olamadıklarından ölürken yeni yapay kategorilere yeni ilaçlar geliştirerek karlarına kar katan ilaç şirketleri işin cabası. Dünya demografisinde Batı merkezli 1. Dünya yaşlanırken, 3. Dünya gençleşiyor. (Sosyalist ülkelerden oluşan 2. Dünya artık kalmadı). 2030’lu yıllar için ortaya şöyle bir ürkütücü tablo çıkıyor.

Yaşlı Batı genç dünyaya ‘deli’ diyecek.


Etiketler: insan hakları, sağlık
nefret