12/08/2009 | Yazar: Aydın Öztek

Amsterdam Pride, İstanbul Onur Haftası’ndan çok daha hareketli ve renkli geçti. Tabii ki bunda, kazanılan ve talep edilen hakların da etkisi büyüktü.

Amsterdam Pride, İstanbul Onur Haftası’ndan çok daha hareketli ve renkli geçti. Tabii ki bunda, kazanılan ve talep edilen hakların da etkisi büyüktü.

Bizler burada anayasada bile var olamazken, böyle bir hakkı talep ederken, onların talepleri daha farklı oluyor. Tam olarak bilmemekle birlikte, muhtemelen heteroseksüel bireylerle aynı haklara sahiplerdir.

Evlenebiliyorlar, çocuk sahibi olabiliyorlar, vs. Bizler ise daha toplumda kabul göremiyoruz, ailelerimize açılamıyoruz, işyerlerimizde cinsel kimliğimizi saklamak zorunda kalıyoruz. 

‘Farklı insanlar, Eşit haklar’
İyi şeylerden bahsetmek gerekirse, 500 bin kişinin katıldığı bir pride’a tanık oldum. 1 milyon kişinin katılması bekleniyormuş ve katılım düşük olmuş bu sene! Aşağı yukarı 60-70 botun katıldığı kanal pride’ta, Uluslararası Af Örgütü’nün botundaydım. Elimde, ‘Farklı insanlar, Eşit haklar’ yazılı bir döviz taşıdım kanal boyunca. Tahminen 4 saat kadar sürdü, sürekli ayaktaydım, çok yorucuydu, ama insanların gözlerindeki sevinci, neşeyi görmek bütün yorgunluğa bedeldi. El sallayan insanlara karşılık verip ben de el salladığımda, herkes birbirine beni işaret ediyor ve daha hızlı, daha neşeli bir şekilde el sallamaya başlıyorlardı. Islık çalanlar, bizimle birlikte dans edenler, boyunlarındaki kolyelerini fırlatanlar, şeker ve çikolata atanlar…

Kazanımların son noktasının geldiğini düşünürken, pride’tan bir gün önce, köprülerden birine eşcinsellerin ölmesi gerektiği üzerine bir yazı yazılmış. Yani Hollanda’da da devam eden bir ayrımcılık söz konusu. Elbette ki, Türkiye’deki nefret cinayetleri kadar büyütülecek bir durumdan söz edemezsek de, hâlâ kabul etmeyenlerin, faşizan yaklaşımlarda bulunanların da olduğu ortada. Bu arada, öğrendiğim kadarıyla, Hollanda’daki namus cinayetlerinde, başı Türkiyeliler çekiyormuş. Senede ortalama 26 kişi namus cinayetine kurban giderken, bunların çoğunun Türkiyeli olması, adaptasyon konusunda problem yaşandığını gösteriyor. 

Hivos’un, Uluslararası Af Örgütü’nün, 50 Plus’ın, Hiv&Aids Foundation’ın en ilgi çeken botlar olduğunu söylemek gerek. Hivos’un botunda 5 genç vardı ve ellerinde, hapishane parmaklıklarını andıran şeyler tutuyorlardı. Teknenin üstünde ise, ‘Everybody should be free to celebrate’ yazılıydı. En anlamlı sloganıydı pride’ın. 50 Plus ise, adından da anlaşılabileceği gibi, 50 yaş üstü LGBT’lerin botuydu. Beyaz saçlı teyze ve amcalardan oluşan bot, konsept gereği de bembeyazdı. Çok anlamlı geldi bu bot bana, hâlâ varlıklarını gösterebildikleri için. Hiv&Aids Fonduation’ın kendi botunun yanı sıra, iki tane kayıkla dolaşıp, insanlara büyükçe bir prezervatif şeklinde uzattıkları kepçelerle bağış toplamaları da çok ilginçti. 500 bin insanın katıldığı bir gösteride para toplamanın en ilginç ve yaratıcı yoluydu bence.
 
‘Bizler öyle değiliz, hepimiz öyle değiliz’ 
Botlar, televizyon ve gazetelerde gördüğümüz üzere, çıplak ve kaslı abla ve ağabeylerden oluşmuyordu sadece. Ama çoğunluğunu oluşturuyorlardı, yani politik bir kaygıdan öte, sadece bir gösteriydi. Görsel bir sahne şovu diyelim. Fakat bu kadar eğlenceli geçen bir pride’a karşı çıkan yok mu? Elbette ki var. Yine sonradan öğrendiğime göre, liseli gey ve lezbiyenlerin % 70’i bu tarz bir pride’a karşıymış. Nedeni ise, bu tarz bir gösterinin stereotip yaratmasıymış. ‘Bizler öyle değiliz, hepimiz öyle değiliz’ diyen liseli gey ve lezbiyenler, bu nedenle böyle bir pride’ın yapılmasını istemiyorlarmış ve tektipleştirme yarattığı konusunda da rahatsızlık duyuyorlarmış.

 
Yine iyi bir şeyden bahsetmek gerekirse, kaldığım dört gün boyunca parti vardı. Evet, hepsine katıldım ve hepsi de açık hava partisiydi. İlki, Nazi soykırımı sırasında katledilen eşcinsellerin anısına yapılan Homomonument’teydi. Boy George da sahne alan şarkıcılar arasındaydı ve Lambdaistanbul’lu ve Kaos GL’li eşcinseller olarak bizi de sahneye çıkartıp sorular sordular. Kapanış partisi ise belediye binasının önündeydi ve büyük bir sahne, bir sürü grup, dans, şov, eğlence vardı. Üstelik öğlen 3’te başlayıp, akşam 11’de biten bir partiydi. Yani, geceye hapsedilen, karanlık mekânlara itilen partilerden değil, herkesin katılabileceği, güpegündüz kutlanan partilerden bahsediyorum.
 
Hangisi daha güzel! 
Kısaca, güzeldi. Kimileri, İstanbul’dakinin de samba dansçıları eşliğinde geçmesi gerektiğini düşünse de, konuştuğum birçok kişi, İstanbul’daki Onur Haftası’na özlem duyuyor. Büyük markaların sponsor olduğu, her kafadan ayrı bir sesin çıktığı bir sahne şovu mu, yoksa ellerde dövizlerle slogan atarak yürünen bir İstiklal mi? İkincisi daha güzel. En azından şimdilik…
 

Etiketler: yaşam, dünyadan
nefret