12/04/2012 | Yazar: Deniz Şapka

Burada ise Türkçe bilmeyen bir Kürt kadını ve ABC ye başlarken anadili yasaklanan ve bugün içindeki kadını Kürtçe anlatamayan bir transseksüel söz konusu.

Eski dosyalarımı karıştırırken birden iki yıl önce yazmış olduğum bir yazım ile karşılaştım. Bu yazıyı iki yıl önce anneme açılmayı düşündüğüm dönemlerde yazmıştım. O zamandan bu yana çok şeyler değişti ve ben açılma konusunda bana yardımcı olabilecek birçok kişi ve kaynak elde ettim. Ama halen anneme açılmış değilim. Çünkü koşullar değişti. En önemlisi ise annemin rahatsızlıklarının artması ve benim onun bunları kaldırabilecek durumda olmadığını düşünmemdir. Bazen hiç birşey istediğimiz gibi olamayabiliyor ama ben annemin sağlığını riske atacak bir girişimde bulunmak istemiyorum ya da halen hazır değilimdir. Iki yıl önce yazdığım bu yazı üzerinde herhangi bir değişiklik ve gerekli imla düzeltmelerini (Kürtçe sözcük ve cümlelerde özellikle) yapmadan paylaşmak istiyorum. Ve tabi hala devam eden cümle bozuklukları, düşüklüğü vs...
 
"Ez Nemir" mişim...
 
Zaman aktıkça biyolojik yapımın içine gizlenen ben dile geliyor ve belki de içindeki kadını ortaya çıkarıyor. Evet belki de artık dokuz ay doldu ve dünyaya göz açma vakti...
 
Son zamanlarda annemle iletişim kurmaya çalışıyorum. Onunla aslında ikimizin de farkında olduğu biyolojik yapımdaki trans bireyi konuşmak istiyorum. Çünkü o birey artık orada kalmayı reddediyor. Zaman hızla akıyor ve tabiri caizse ömür geçiyor. Mazaallah ölümlü dünya, yarınımızı kestiremiyoruz. Hergün birileri tecavüz ediliyor, canlara kastediliyor ve kardeş kardeşi homofobi ve namus aptallığı yüzünden katledebiliyor. Hayat, sebeplerini ve faillerini gizleyen katliamlarla dolu.
 
İnsanın doğmadan ölmesi de ayrı bir konu. Hele ki, dünyadaki bütün katliamlara rağmen bazı güzelliklere şahit olup ve yine herşeye rağmen insanın içine gizlenmiş bir kimlikle annesine sarılmadan ölmesi ise sanırım en büyük katliam olur... Benim en değerli varlığım annem olduğu için anne dedim. Tabi bu kişiye göre değişebiliyor.
 
Bütün hayatımız, mücadele ile savaşacağını bilen bir çığlık, sorgulayan bir yaşam ve hakkettiklerinin meyvesinden yararlanacağı ve de mutluluğa varırken ilk basamağını ölüm oluşturan bir üçgenden ibarettir. Dünyaya kulağı tırmalayan bir ağlamayla geliniyor ve buna doğmak diyoruz. Cinselliğimizi tam çözecek iken bazı şeyleri dillendirmememiz için cesaretimiz, kendi cinselliklerini bile fobi haline getiren zihniyet tarafından kırılıyor. Bu noktada kendi içimizdeki mücadele, sonra hayatımızın en zor ve elzem kısmı olan aile ve de hayatımızdan çıkmayan ve ölüme kadar bize eşlik etme nezaketinde bulunan toplumla mücadeledir bizim için yaşamak. Ve de en değerli varlıklarımızla konuşamadığımız bir yaşam...
 
Şuan annemle aynı odadayız ve aynı havayı teneffüs ediyoruz. Bir ona bakıp bir de birşeyler karalamaya çalışıyorum. Ben artık toplumun giydirdiği üniformayı taşımak istemiyorum. Gerçek kimliğime dair hiç bir soru işareti yok  artık kafamda. Kendim ve din ile olan çatışmalarımı bitirdikten sonra annem ve kendim dışındaki insanlar için kendini yaşamayı bırakarak fedakarlık yapmanın ne denli bir aptallık olduğunu anladım. Aslında annemin de bildiği gerçeği ben onunla sesli konuşmak istiyorum. Ama bir sorun var ortada... Annemle bütün çıplaklığıyla konuşabilceğimiz ortak bir dilimiz yok. Annem Türkçe’yi çat-pat anlayıp ama konuşamayan bir kadın. Ben ise kendimi yine bütün çıplaklığıyla Kürtçe ifade edebilecek doğru sözcükleri bulamıyorum. Bir anne ile çocuğunun kendilerini anlatabilecekleri ortak bir dilinin olmaması ne kadar kötü bir duygu. Eğitim sistemi meğer anne ile çocuğunu ne kadar da uzaklaştırmış birbirinden.
 
Oysa ki, birilerine göre herşey yolunda ve herkes hayatından memnunmuş. Anadillerini talep eden insanlar bölücülermiş ve bu bir sorun olmamalıymış. Yozlaştırıldığımız kimsenin umrunda değil...
 
Peki ben gibilerinin hali ne olacak? Nasıl dillendireceğim kendimi? Meğer nasıl da içten fethedilmişiz farkına varmadan. Ama ben özellikle üniversite yıllarımda, bırakın anadilimin Kürtçe olmasını etnik kökenim üzerinden bana fena bir şekilde takan Kürt-fobik bir hocamın benimle uğraşarak bir yılımın uzamasına sebep olduğu yıl içerisinde ilk karşılaşmıştım. O günden beri başlayan farkındalığım şimdilerde ise ana dilimi kullanamamamla devam etmektedir. Böyle hassas bir konu haline getirilen  ”açılma” mevzusunda aynı dili konuşan başka lgbtt bireylerin de güçlük çektiklerini düşünüyorum. Bunu bir psikolog ya da açılmalar konusunda uzman biri aracılığıyla denemeye çalışıyorlar. En azından benim gözlemlediğim kadarıyla, ilk başlarda söz konusu kişinin kendisi değil de hep başka birileri aracılığıyla konuşulmaya çalışıldı. Bu da bir süreç gerektirir.
 
Burada ise Türkçe bilmeyen bir Kürt kadını ve ABC ye başlarken anadili yasaklanan ve bugün içindeki kadını Kürtçe anlatamayan bir transseksüel söz konusu. İstanbul’da bir eşcinsel derneğinin bu anlamda çok önemli ve takdire şayan çalışmalar yaptıklarını duydum. Hiç fırsat kaybetmeden internet ağı üzerinden onlardan biriyle yazışmaya başladım. Tebrik ve takdirlerden sonra ”grupta Kürtçe bilen bir LGBTT annesi olan var mı?” diye sordum. ”Yok” dediler. Böyle bir durum söz konusu olunca neler yapılabildiğini sorunca da doğal olarak bir tıkanma oldu iletişimimizde. Ve ne yapabileceğim üzerinden kafa yormaya başladım. Kürt kökenli bir aileden bir bireyim. Anadilim ile ilgili eksikliklerim var. Anadilim o kadar yasaklanmış ki bugün yeni bir dil öğrenmeye çalışan biri gibi sadece belli başlı şeyleri biliyorum. Eve giriyorum... çawani başi?... Ve annem birşeyler istiyor, iki üç cümleden öteye gidemiyorum. Öyle ki, anne ile dertleşmenin nasıl bir duygu olduğunu bile unuttum. Bir de kalkmış anneme açılmaya çalışıyorum. Sanırım ancak annemin yanında sevgilimin elini tutarak,sevişerek anlatmayı deneyebilirim. :)) Kadın da zaten kalp hastası MAZAALLAH... Bazen annemle annemin de tanıdığı bir takım ihlal ve haksızlıklara uğramış lgbtt arkadaşlarım aramızda söz konusu oluyor. Tabi onlar günümüz  toplum bakış açısıyla anlatıldığı için anneme göre haksızlar. Tam "Daye ew haksız ninın. Tu gellek tıjtan nızani" (anne onlar haksız değiller, bilmediğin çok şey var) gibi çoğu Türkçe sözcüklerle bezeli cümleler kurmaya başlarken bu defa da Kürtçe diye nitelendirdiğim cümleler tamamen Türkçe’ye dönüşüveriyor ve ben yine tıkanıyorum. Annem de her zamanki sevimli gülümseyişiyle bana bir bakıp sonra susuyor. ”Anne” diyorum içimden, ”neden susuyorsun, beni senden başka daha iyi kim bilebilir ki?” gibi Türkçe sözcükler trafiğe takılıyor içimde. Ve yine bir girişimimde " O arkadaşım kadınlara ilgi duymadığı için evlenmek istemiyor" dedim. Sonra ”bu insanlara Kürtçe’de ne deniliyor?” diye sordum. O da bana "nemir" dedi. Demek ki, bir erkek eşcinsele erkek değil anlamında "nemir" deniliyormuş. Ne kadar da yanlış bir tabir. O günden sonra Kürtçe bir lgbtt literatürünün olmadığını düşündüm. Belki de birçok şeyi sonradan farkettiğimiz gibi vardır da ben bilmiyorum. Mutlaka vardır, neden olmasın ki...
 
Bugünlerde bu konu kafamı inanılmaz meşgul etmektedir. Bir takım şeyleri sorguladığımızda  anadilimizin ne kadar önemli olduğunu anlıyoruz. Gerekçe,  ya  eğitim sistemi ya da başka birşey denilsin gerçek şu ki, gerçek benliğimizden ne kadar da uzaklaştırıldığımızın biz bile farkında değiliz. Ama ben bugünlerde farkına varıyorum. Beni dokuz ay karnında taşıyan, bugüne kadar her türlü benimle ilgilenen, beni okutan ve sevgisini sınırsız ve karşılıksızca veren kadınla ne kadar uzaklaştırıldığımı anladım. Adı üstünde "anadili". Ben bu sözcükten anne ile çocuğu arasındaki  önemli bir bağ kavramı ya da adı konulamayan özel bir anlamı çıkarabiliyorum. Ve eğer ben de anadilimi layıkıyla kullanabilseydim, canım bu kadar acımayacaktı ve de annemin "nemir" diye adlandırdığı eşcinsellik için doğru bir kavram bulabilecektim....

Etiketler:
İstihdam