04/02/2011 | Yazar: KAOS GL

 Ji bo bîranina Evrim Alataş      Yazının başlığında anarşizan olandan dem vurmam,

 Ji bo bîranina Evrim Alataş   
 
Yazının başlığında anarşizan olandan dem vurmam, anarşizmden değil, anarşizan olandan yana olduğumdan; kışkırtmaktan bahsetmem ise bedenle olan ilişkiden yani arzunun ve ilhamın birlikte çoğaldığı bir siyasetten yana olduğumdandır. Pek tabii Kaos GL’nin “Homofobi ve Cinsiyetçiliğe Karşı Mücadelede Anti-otoriter Pratikler ve Perspektifler” dosyasını bir soru olarak ele alıp, bu soruyu güncel anarşizmin sularına taşımak ve o mecrada bir kışkırtma denemesi yapmaktır. Bu minvalde kendini anarşistlere yakın gören birisi olarak, bu metni bir anarşistin metni olarak değil, anarşizan bir arkeologun ya da bir işçinin metni olarak okumak daha doğru olacaktır. Yeni bir toplumsal anarşizmin öngörülmesi açısından Türkiye’deki koşulları düşünerek ve zaman zaman Avrupa özelinde temas ettiğim anarşizan grupları da göz önünde bulundurarak anarşizan siyasetin ivmesi, miras siyasetinin alt üst edilmesi, özgün koşulların “fark” edilmesi ve yaşanan iç savaş nezdinde tahakkümün ve baskının değerlendirilmesi yönünde olmalıdır. Anarşizan bir siyasetin nasıl gel-ecekleşebileceği (Derridacı bir kip olarak) (1) ve ittifakın ancak kategorik gruplar (lgbtt ile anarşistler) arasında değil de farklı gruplar içindeki anarşizan temaslarla gerçekleşebileceği meselesi hâlâ netleştiremediğim ama, arkadaşlarımla yollarda yürürken, hararetli tartışmalar sürdürürken beni hep meşgul eden bir soru olarak karşım(ız)a çıkmaktadır.
                                                                                    
Miras siyaseti
Bugün Türkiye’de güncel anarşizmin mevcudiyetini konuşmak için geçmişi buraya özgü dinamikler çerçevesinde göz önünde bulundurmak gerektiği kanısındayım. Ve tabii bu biraz da geçmişi sorunsallaştırırken neden hâlâ geçmemiş bir “şey” olduğunu düşünmeye tekabül ediyor. Bence bu sorunun kısa ve öz cevabı miras alınan her neyse, ona yeterince ihanet edilemediğinde saklıdır. “Mirası bizi seçmedik” diyemeyiz; miras oradadır ve öylece bizledir. O bir fırtınanın savurduğu kum taneleri gibi göz çukurlarımıza, küçük dilimizin kıvrımlarına, ciğerlerimize kadar nükseder. Miras meselesinde can alıcı nokta o mirası seçmediğimiz halde, o mirasla nasıl hesaplaşacağımızdadır. Türkiye gibi mirasın millet bağı olarak sahiplenildiği bir coğrafyada, geçmişle hesaplaşmak hem zor hem de elzemdir. Theodor W. Adorno, “geçmişin işlenmesi” üzerine kafa yorduğu bir yazısında geçmişin ancak geçmiş olanın nedenleri ortadan kaldırılırsa işlenmiş olacağından bahseder. Fakat geçmişin nedenleri hâlâ süregittiği için onun büyüsü de bugüne dek kırılamamıştır diye ekler. (2) Türkiye’de geçmişin kırılamayan büyüsü, otoriter Türk modernleşmesi ile perçinlenmiştir. Modernleşme  serüveni miras siyasetini perçinlerken aynı zamanda değişik biçimlerde mirası yeniden üretmiştir. Bu anlamda gel-ecek olan bir anarşizan siyaset, modernleşme sürecini incelerken mirasın dönemlere ve kırılmalara özgü dönüşümlerini de iyi incelemelidir. Bu yüzden muhalif hareketlerin ilk elden kurcalayacağı şeylerden birisi, mirası nasıl anlamlandırdıkları ve işleve soktukları hususunda olmalıdır. Miras sadece tarihsellik bağlamında değil, toplumsal muhalefet etme rejimleri bakımından da değerlendirilmelidir. Çünkü miras siyasetinin vesayeti,  toplumsal hareketlerin Türkiye’de özgün koşulları doğru analiz edebilmesinde bir engeldir.
 
Özgün koşullar
Özgün koşullar olarak adlandıracağımız şey, elbetteki her coğrafyanın kendine özgü koşullarıdır. Bu koşulları analiz etmeden siyaset üretmek adeta imkânsızdır. Bu imkânsızlık sol hareket için hâlâ geçerlidir. Bu geçerlilik hali, Kürt Sorunu’nun bir “ölçek” işlevi görmesine yol açmıştır. Diğer yandan Türkiye’deki anarşistlerin (bir elin avucu kadar olsa bile) Kemalizmle imtihanının gerçekleştiğini söylemek kolaycılık olur. Kemalist mirasın anarşistler tarafından da kabul edilebileceğinin en belirgin göstergesi Kürtlerin iradesini anlama konusunda sarf edilen asgari düşünsel çabadır. Öyle ki Türkiye’de yükselen milliyetçiliğin Kürtlerin kendi hak talepleriyle eş gören Baskın Oran’dan Murat Belge’ye kadar birçok liberal sol aydının öne sürdüğü bu çift taraflı gelişen milliyetçilik söyleminin anarşistler içinde de makbul sayılması mirasın nasıl işlediğini bize göstermektedir. Bir halkın, kişinin, kadının, çocuğun yasaklı olan dil, örgütlenme ve yaşama hakkını talep etmesini milliyetçilik olarak görmek demek ancak meşru bir “toplum”un yaşabileceğini söylemenin başka bir yoludur. Karşımızdaki ister etnik-kimlik mücadelesi ister cinsel-kimlik mücadelesi olsun önemli olan o hareketin ivmesinin ne yönde seyrettiğidir. Aksi takdirde şu sorularla yüzleşmemiz muhtemeldir: Cezayirlilerin Fransız işgaline karşı direnişini Arap milliyetçiliği olarak mı değerlendireceğiz? Kara Panterleri kimlikçi bir hareket olarak mı göreceğiz? 68 Mayısı’nın cinsel politikadaki yerini unutacak mıyız? O çok hayran olduğumuz Zapatist yerlilerin EZLN’sindeki Nacional’i nereye koyacağız? (3) Bütün vâveyla şunu gösteriyor ki özgürleşebilmenin en güçlü damarı Kürt Sorunu’nda düğümleniyor. Ulus-devletçiliğe karşı özerklik, kadınlara yönelik şiddete karşı kadınların her düzeyde siyasete katılımı, dikey parti örgütlenmesine karşı taban örgütlenmesi gibi birçok anarşizan momentler muhalif Kürt hareketinde cisimleşmiş durumda. Örneğin, anayasa referandumdaki yüzde 90’ları bulan ve aşan boykot, Türkiye gibi otoriter-temsili demokrasilerde bir ilk ve son olacağa benziyor. Ayrıca okul boykotu batıdan doğuya çocukların özgürleşebilmesinde ve zorunlu din dersinin kaldırılmasında simgesel bir öneme sahip. Okul boykotu yalnızca anadilde eğitim isteği olarak değil, tahakkümcü eğitim sisteminin kendisine yönelmiş bir direniş olarak yorumlanmalıdır. Burada önemli olan bir partinin-hareketin başarısı değil, öznelerin kendi eylemlilikleri doğrultusunda bir hareketi örgütlemesidir. Tekel direnişinde sendika temsiliyetini kıran ve sendikayı aşan özne-işçilerin eylemlilikleri ve siyaseti gibi. Velhâsıl kelam, Kürtlerin siyasal liberalizmden mülhem haklar temelli taleplerini anarşizan siyasetin eleştirisiyle daha da genişletmektir.
 
Anarşizan müttefiklik ve siyaset
Anarşizan müttefiklik, parti rejimi yaratan her türlü kitlesel örgütlenme ve mücadele arayışlarının reddidir. Bu ilke, bir ortak hat olarak “iktidara karşı mücadele” edenlerin iradeleri için bir alan yaratımı ve öznellikler oluşumudur. Müttefikini yaratmak, siyaseti de yaratmaktır. Siyasal olanın kendisi üzerine düşünmektir. Çünkü ittifak hatlarının örüldüğü her satıh siyasetin kendisini yeniden katmanlaştırdığı bir sürece ilişkindir. Müttefiklik büyük kategorik gruplar, hareketler, partiler arasında gerçekleşecek bir “deneyim” değildir. Müttefiklik farklı kategorik gruplar veyahut hareketler içinde mevcut olan anarşizan öznelerin ve öznelliklerin dayanışmasıyla vuku bulabilir. Bunun dışında kurulacak ilişkisellikler, örgütlenme çabaları bir bakıma siyasetin vasatlığa evrilmesidir. Klâsik siyaset biçimlerine özgü kitlesel siyaset, kendimizi doğrulayacak fikirler üzerinde mutabık, olabildiğince çok kafa sayısına tekabül eder. Zor ve yapmamız gereken azınlıkların içinde bile anarşizan olan o azınlığın siyaset üretme kabiliyetini mümkün kılmaktır. Siyaset, değme biçimlerini görünür kılan bir tarzdır. Felsefi bir düşünce gibi kendi bedeni üzerine düşünen bir canlıdır. Anarşizan müttefiklik bir süre sonra hareketin kendisine dönüşmeli ve siyaset, siyaset yapma tarzları daima bir krizi öngörmelidir. Anarşizan siyaset, muktedirlerin kapitalist aygıtlarıyla belirleyip, kodlayıp, arşivlediği ve tutuklaştırdığı programatikliğe karşı kriz anları yaratmalıdır. Anarşizan müttefikliğin ve siyasetin yaratılması hususunda bazı anarşist özneler ile lgbtt öznelerin bir momenti halihazırda mevcuttur. Fakat, tartışma ve çatışmaların belli zeminlerde daha da güçlenmesi gerekmektedir. Bu zeminler sadece belli günleri kapsayan buluşmaları değil, takvim yapraklarının birer birer döküldüğü günleri de kapsamalıdır. Anarşizan müttefiklik her şeyden önce fikirlerin ve fikirlerin duygularının hatlarını kalplere nakşetmekdir…
 
Kaynakça
1- Jacques Derrida’nın gel-ecek olan kavramı ile anarşizan siyaset arasındaki ilişki şu bağlamda kurulabilir: [“Gel-ecek demokrasi” birgün “mevcut” olacak olan, gelecekteki bir demokrasiyi kastetmiyor. Demokrasi asla şimdiki zamanda varolmayacak; o sunulabilir, Kantçı anlamda regülatif bir ide değil. Fakat, vaadini demokrasinin yazdığı bir olanaksız var – daima bir tehlikeye dönüştürülme riskini taşıyan ve taşımak zorunda olan bir vaat. Olanaksız olan var ve olanaksız olan demos’un aporia’sı yüzünden olanaksız kalıyor. Demos bir taraftan herhangi birinin, herhangi bir “özne-olma” durumu karşısındaki hesap edilemez tekilliği, vatandaşlığın ötesinde, her “devletin” ötesinde, yani her “halkın” ötesinde ve hatta canlı bir varlığın bir canlı “insan” olarak tanımlandığı mevcut durumun ötesinde, toplumsal bağın saygı duyulması gereken bir sır tarafından olası çözülmesi, öte yandan da rasyonel hesaplamanın evrenselliği, vatandaşların yasa karşısında eşitliği, sözleşme olsun ya da olmasın bir arada yaşamaktır.] Jacques Derrida (2008). Otoimmünite: Gerçek ve Simgesel İntiharlar - Jacques Derrida’yla Söyleşi. Terör Günlerinde Felsefe. Çeviren: Emre Barca. İstanbul: YKY. s.151
 
2- Theodor W. Adorno (1999). Geçmişin İşlenmesi Ne Demektir?. Çev. Tarhan Onur. Defter dergisi. Sayı:38 İstanbul: Metis Yayınları. ss.121-137.
 
3- Madunların milliyetçiliğini tartışırken Hardt&Negri’ci yaklaşım eski sömürgelerin ve devletsiz ulusların aslında baskıya karşı bir direniş oluşturduğunu söyler. [Orada milliyetçilik yüz değiştirir ve hakim olanların karşısında bir savunma hattı olarak, zayıfların tehdit edilen kimliğinin tasdik edilmesi ve İmparatorluğa karşı bir direniş unsuru olarak ilerici bir boyut kazanır. Ancak bu durumda dahi “iyi” olan uluslar henüz var olmayan uluslardır. Çünkü ulus, devlet olarak varlık kazandığı andan itibaren ilerici fonksiyonlarını yitirir.] Antonis Liakos (2008). Dünyayı Değiştirmek İsteyenler, Ulusu Nasıl Tasavvur Ettiler?. Çev. Merih Erol. İstanbul: İletişim Yayınları. s.113.
 
 
Fotoğraf: Lesbos Pagani Mülteci Kampı 

Etiketler: yaşam, siyaset
nefret