29/03/2010 | Yazar: Ahmet Tulgar

Ak Parti'nin 'Anayasa Değişikliği Paketi'ne Barış ve Demokrasi Partisi'nin getirdiği karşı önerilerden bazıları Türkiye'nin nasıl bir anayasaya ihtiyacı olduğunu ortaya koyuyor.

Ak Parti'nin 'Anayasa Değişikliği Paketi'ne Barış ve Demokrasi Partisi'nin getirdiği karşı önerilerden bazıları Türkiye'nin nasıl bir anayasaya ihtiyacı olduğunu ortaya koyuyor.

BDP, hükümetin değişiklik taslağındaki 'Türk toplumu tanımının' 'Türkiye toplumu' olarak, 'Türk vatandaşı' tanımının da 'Türkiye vatandaşı' olarak değiştirilmesini talep ediyor.
Ki tam da böylesi değişikliklerle 'Türkiye toplumu' yeniden bir toplum olabilir, 'Türkiye vatandaşlığı' bu toplumun tümünü tanımlayan bir siyasi ve hukuki kimlik olur. Olacaktır.
Çünkü bu coğrafyayı vatan edinmiş milyonlarca insan tarihleri ve kültürleriyle 'vatandaş' olsalar da, tekçi ve inkarcı ulus-devlet tarafından siyasi ve hukuki vatandaşlar olarak kabul edilmedi. Bu milyonların kerhen ve hayatta kalma amacıyla kabul ettikleri anayasalar işte tam da bu dayatmacılığın metinleri olarak bu coğrafyada bir toplum oluşmasını sağlayamadı, gerçek bir toplum sözleşmesi işlevi görmedi.

Eşit yurttaşlık ya da vatandaşlık talep eden bu milyonlarca insanın mücadelelerinin geldiği bu noktada ise artık Türkiye'de yaşayan halkların bir toplum olmadığı, olamadığı ayan beyan ortada. İfade ediliyor. Herkesçe anlaşılıyor. Bunca adaletsizlik ve hukuksuzlukla bile başarılamadı asimilasyon, toplum mühendisliği işte. Başarılamıyor demek ki.

Şimdi Türkiye halklarını bu tekçi ve inkarcı ulus-devlet paradigmasından kurtaracak, yeni bir toplumsal sözleşme metni olarak üzerinde uzalaşılacak bir anayasa gerekiyor. Bu coğrafyada yeni bir toplum tesis edecek bir anayasa.

Elbette verili anayasa maddelerinde teknik bir takım düzeltmeler, pozitif hukuku kimi yeni durumlara uygun hale getirmek için bir takım ekler yapılır, yapılabilir, ki Ak Parti'nin paket taslağı da bundan ibaret zaten, ama işte Türkiye de artık buralarda değil.

Bu yüzden de BDP'nin taslakta ailenin korunmasına ilişkin 41'inci maddedeki 'Türk toplumu' tanımına dikkat çekerek, 'Türkiye toplumu' tanımında ısrar etmesi, ediyor olması, anayasa tartışmalarını 'pozitif hukuk teknolojisi'nden üst bir düzleme, daha geniş bir alana, adalet ve ahlak alanına taşımasıyla yeni anayasa için gerekli olan perspektifi getiriyor tartışmalara. Kazandırıyor.

Tartışmaları 'adalet hukuku' ve 'ahlak hukuku' alanına taşımak için tam da görece özel alana ilişkin, görece daha az siyasi bir teknik düzenleme maddesinin seçilmiş olması ise sorunu daha net görünür kılıyor.

Kürtler, Aleviler, siyasi muhalifler, azınlıklar, bu devletin ezmeye çalıştığı bütün topluluklar verili paradigmayı iptal edecek işte böylesi bir anayasa değişikliğinden yana, böyle bir yeni anayasaya ihtiyaç duyuyor, talep ediyor.

Peki ama bu ülkenin statükodan yana nüfus parçası nasıl ikna edilecek böylesi bir değişime, yeni bir toplum sözleşmesine?

Çünkü böylesi kapsamlı bir değişimin ancak bu coğrafyaya sağlık, iyilik ve barış getirecekse bir anlamı olacaktır, teknoloji alanından zihniyet alanına taşınırsa kalıcılık kazanacaktır.

Sezgin Tanrıkulu bundan birkaç hafta önce bir konferansta bir anekdot anlattı: Bir grup Kürt siyasetçi bir araya geliyor bir vesileyle ama bütün toplantı Kürtler'in Türkler'i bölünme istemediklerine nasıl inandıracaklarını tartışmakla geçiyor.

Selim Temo da Birikim dergisinin 248'inci sayısında 'Kürtler'in ihanet edememe geleneği'nden söz ederken benzer bir noktaya değiniyor.

Ama işte yine de bu ülkedeki Türkler'in büyük çoğunluğu hala Kürtler'i bölücülükle itham ediyor ve Kürtler'in ne istediklerinden bihaber.

Bu yüzden acilen, artık hangi kanaldan olacaksa, bu ülkenin çoğunluğuna Kürtler'in neler çektiğinin, Kürt halkının nasıl bir zulme uğradığının öğretilmesi, anlatılması gerekiyor.
Bu süreçte doğacak hicap, empati ve borçluluk duygusu ile ancak, Türkiye için yeni bir anayasa herkesin ihtiyacına dönüşür.

Bu ülkedeki herkes bu yeni anayasayı birbirine boçludur.
 

Etiketler: insan hakları, sivil anayasa
nefret