19/08/2010 | Yazar: İsmail Alacaoğlu

Herkesin takım tutar gibi parti tuttuğu ve iyisini kötüsünü düşünmeden sadece partisi öyle istiyor diye kararını o yönde verdiği bir ülkede aslında ne

Herkesin takım tutar gibi parti tuttuğu ve iyisini kötüsünü düşünmeden sadece partisi öyle istiyor diye kararını o yönde verdiği bir ülkede aslında ne “evet”çilerin ne de “hayır”cıların tutunabileceği sağlam gerekçeleri yok ellerinde. Büyük bir çoğunluk sırf AKP iktidarı hazırladı diye hayır diyecekken Anayasa paketine, büyük bir çoğunlukta yine AKP iktidarını güçlendirmek için evet demeye hazırlanıyor.
 
12 Eylül darbesini meşru ilan edenlerin ve halen Ordu’yu “devletin direği “ olarak görenlerin sayısı azımsanmayacak kadar çok bu ülkede. Hal böyle olunca da Anayasa paketinin getirdiği ve darbecilere yargı yolunu açabilecek değişiklikleri haşa kabul etmeleri mümkün değil çünkü onlar için devletin bölünmez bütünlüğünü tehdit eden her şeyin yok edilmesi ve askeri bir müdahale su götürmez ve kati suretle tartışılmayacak bir gereklilik. 12 Eylül darbesinin ardından koskoca bir 30 yıl geçmiş, uzun süre sessiz kalanlar yavaş yavaş seslerini çıkarmaya ve örgütlenmeye başlamış, birkaç arpa boyu olsa da insan hakları konusunda yol kat edilmiş olsa da bu ülke, demokrasinin Ordu’nun kılıcının gölgesinde korunabileceğini düşünen beyinlerin varlığı bilinen bir gerçek ve bu düşünmekten yoksun beyinlerin sırf bu sebepten hayır demesi de tuhaf karşılanmaz elbette. Diğer bir taraftan da darbecilerin yargılanmasını isteyen bir grup insan da sırf bu ümitle gözleri kapalı evet diyeceklerdir tabi ki. Ancak her iki tarafında gözünden kaçan daha doğrusu dile getirilmeyen bir soru var ortada: zaman aşımı! Kimi hukukçulara göre zamanaşımı işleyebilir kimine göre işletilemez. Bu konu anayasa paketine evet çıkması durumunda 12 Eylül 2010 tarihinden sonra Türkiye’nin gündemine düşecek bir konu. Kim bilir belki geçen gün “intihar ederim” açıklamasında bulunan Kenan Evren gibi diğer darbeciler de 13 Eylül sabahı ölü olarak bulunurlar evlerinde, onurlarıyla intihar etmiş olarak. “Hayır”cıların “helal olsun adamlara” nidaları ile sırf onlar yargılanabilsin diye “evet” diyenlerin kursaklarında kalan hevesleri karışır birbirine. Orası ayrı bir konu ve göreceğiz hep birlikte.
 
Peki aradan 30 yıl geçmiş ve yaptıkları yanlarına kalmakla kalmamış bunca yıldır “Paşa”lar gibi el üstünde tutulmuş darbecilerin yargılanması mıdır odaklanılması gereken? Geçici 15. Maddenin kaldırılması ve darbecilere yargı yolunun açılması mı demokratik yapacak Türkiye’yi? Ya insan hak ve hürriyetlerini kısıtlayan, sendika hakkı, grev hakkı tanımayan, kendi yarattığı kurumları koruyan diğer maddeler ne olacak? Anayasa 12 Eylül 1980 den bu yana tam 16 kez değişikliğe uğradı. Bunların 9 tanesi AKP iktidarı sırasında gerçekleşti. Oysa AKP bu 26 maddelik değişikliği Anayasa’yı sanki kökten değiştiriyormuşçasına sunuyor halka. Darbeciler yargılanınca her şey düzelecekmiş gibi bir hava yaratılıyor alanlarda. Ancak gözden kaçan bir nokta var; o maddelere dokunulmadıkça ne Anayasa demokratikleşecek ne de bizler özgürleşeceğiz. Bu yüzden Anayasa’nın tümden değişmesi gerekiyor. Sözde değil gerçek anlamda sivil anayasa olması gerekiyor. Sivil toplum kuruluşlarına formaliteden birkaç hafta verilip, fikirleri alınması yerine hep birlikte oturup, herkesin hakkını koruyan ve tam anlamıyla eşitlik getiren, toplumda yaşayan herkesi kucaklayan bir anayasa hazırlanması gerekiyor.
 
Meydanlara bir kulak verin, gözleri dönmüş bir şekilde kapışan, birbirine küfürler eden, boydan girip soydan çıkan, kendi çıkarları için halkı kışkırtan parti liderleri göreceksiniz. Ağızları açık bir şekilde meydanlarda, televizyon başlarında onları dinleyen ve iyi günde kötü günde yanında olmaya and içmiş ve tüm iplerini onların eline vermiş olan vatandaşları tırnakları kadar umursamayan parti liderleri. Alanlardaki ve televizyon başındaki düşündüğünü sanan ama aslında sadece düşünmesi istenileni düşünebilen insanlar sandıklara koşacak takımları kazansın diye. Tüm bu kirlenmişlik içinde gerçek bir demokrasinin, eşit bir dünyanın, özgürlüğün hayalini kuran insanlar maalesef bir avuç kadar kalıyorlar ve o insanlar ne “hayır” ne “evet” ne de “yetmez ama evet” diyorlar. Çünkü biliyorlar ki bunlardan hiç birisinden geçmiyor demokrasiye giden yol. Çünkü sırf biri diğerinden üstün gelmesin ya da sırf birileri iktidarını güçlendirsin diye oy kullanmanın onları arzuladıkları onurlu yaşamlarına kavuşturmayacağını biliyorlar. Her rengi içinde barındırmayan bir anayasanın eşitlikten çok uzak olacağını da biliyorlar. Referandum günü, sayıları, sırf bayram sonrasına denk geldiği ya da tatilini bölemediği için oy kullanacağı yere gitmeyen vatandaşların sayılarıyla karışacak ve gerçek sayıları hiçbir zaman bilinemeyecek olsa da sandığa gitmemeyi seçecekler.
 
Bu yüzden yüzdelerle grafik dilimlerinde yer alamayacaklar belki de ama ne 30 yılın yüz karası 12 Eylül Anayası’na “evet” demiş olacaklar “hayır”larıyla, ne de hak ve özgürlükleri sağlayamayan ve güvence altına alamayan, darbenin kurumlarını dokunamayan, 12 Eylül’den sözde hesap soran ve birilerine hizmet ettiği apaçık bir anayasayı kabul etmiş olacaklar “evet”leriyle.


Etiketler: yaşam, siyaset
nefret