21/01/2011 | Yazar: C B

Gide’in “Corydon”* unu heteros

Gide’in “Corydon”* unu heteroseksüelliği dayatan, eşcinselliği patolojik bir durum olarak kabul eden, “ hastalık” yaftasını yapıştırarak arkasına sığınılan düşünceye bilimsel bir cevap getirme açısından ele almanın doyurucu bir açıklama yapacağını düşünüyorum.
 
Öncelikle Gide, anlatı türündeki bu çalışmasını diyalog halinde ele almıştır. Eşcinselliği doğaya karşı olarak eleştirenlere karşı Gide alışkanlıklara karşı deyimini kullanmayı yeğler. Çünkü bu sayede konuya daha az ön yargıyla yaklaşılacağını düşünmektedir. Diyalog halinde devam eden tartışmanın hakim temasını ise doğallık-alışkanlık ikiliği oluşturuyor. Bu ikiliğin sorusu Gide’e şu şekilde yöneltiliyor;
 
-karşı cinse dönüklüğün salt alışkanlıktan doğduğunu mu savunuyorsunuz?
-yok canım! Demek istediğim bizim ancak karşı cinse dönüklüğü doğal saymamız alışkanlıkla varılan bir yargıdır. Yaşadığımız toplumda, törelerimizde, her şey öbür cinse karşı bir cinsel istek duymaya zorlar bizi, her şey karşı cinse dönmeyi öğretir, her şey ona yöneltir kişiyi, her şey bu duyguyu körükler; tiyatrolar, kitaplar, gazeteler, büyüklerden alınan örnekler, salonlardaki gösteriler, sokaktakiler… Dumas fils “La Question d’argent” in önsözünde ne güzel söylüyor: “Bütün bunlara karşın aşık olunmazsa o zaman yetişmede bir bozukluk var demektir.” (a.g.e syf,29-30) Daha arzu duymaya başlamadan önce küçücük bir çocuğu, tüm zevklerin kadınla tadıldığına, onun dışında zevk mevk olmadığına inandırmak için, gizli olsun, açık olsun, amma da entrika çevriliyor.(syf,77)
 
Gide cinsel içgüdü kuramına indirgenen yaklaşıma karşılık içgüdünün sadece dölleme eylemini yerine getirdiğini eleştirir. Çünkü her türlü cinsel eyleme giden şehvet duygusu vardır ve bu yüzden sadece bu amaca yönelik olamaz.
 
“Yaşama faaliyetinin kendini gösterdiği her eylemin haz doğurduğunu düşünmeksizin kabul ederim, şöyle ki bir defada en büyük harcamayı yaptıran ve hayatın sürüp gitmesini sağlayan cinsel eylemde duyulan haz aşırı bir heyecanla son bulur… Bu çekici ödül olmasaydı, kuşkusuz kişi için fazlasıyla çabaya mal olan bu türetme görevini yapan çıkmayacaktı; ama duyulan haz, ondan kopamayacak, ondan kolayca kendini kurtaramayacak kadar doğurduğu sonuca bağlı değildir. Bundan ötürü şehvet, dölleme tasası olmadan yalnız şehvet olarak aranır durur. Hayvanların istediği şey de döllemek değil, salt şehvettir. Hayvanlar da şehveti arar ve bu sırada da dölleme görevini görmüş olur.(a.g.e syf,35) Hayvanların bir çoğunda kendi cinsine dönük eğilimler vardır; örneğin döllenmeleri dolaylı bir biçimde olan yusufçuklarda,ya da örümceklerde…”(syf,57)
 
Doğa, başı sonu olmayan bir ağ, hangi ucundan tutulacağı bilinmeyen kopuksuz bir zincirdir. Anlaşılması en güç olan şey, her ilmeğin oluş nedenin (eğer bir oluş nedeni varsa) bir önceki ilmekte mi yoksa bir sonrakinde mi bulunduğunu ve tüm doğa kitabını iyice anlaşılması için, sonundan başlayarak okumanın daha doğru olup olmadığını bilmektir.(a.g.e syf,35)
Gide göre doğada bir sınır varsa bunun nedeni doğanının çok erken çerçeve içine alınmış olmasıdır. Bu çerçeve toplumsal yaşamda kültürel pratiklerle doldurulur ve “kuşaktan kuşağa aktarılarak” nesiller arası değerler korunmuş olur. Peki, bu değerler dediğimiz şeyler (örfler, adetler) ezbere “biz” olma duygusundan taviz vermeden aktarılıyor olabilir mi? “biz böyle gördük” derken acaba “ben nasıl görüyorum?” demeyi düşünebilecek eleştirel bir zihniyete sahip olabilecek miyiz? Sanırım bir de bunu düşünmek gerekiyor.
 
* Sapık Sevgi, Andre Gide.

Canan Bozkurt, Sosyolog


Etiketler: insan hakları, sağlık
İstihdam