10/10/2016 | Yazar: Cihan Dağ

Ne olursa olsun yaşamanın kutsallığına ve mücadelenin gerekliliğine inanarak devam ettim. Yoksa başka nasıl kapanır ki açık kalan o gözleriniz.

Patlamanın ardından alanda sağıma soluma baktığımda  bir cehennemin orta yerinde hissettim kendimi. Belki cehennemi arayacaktım o manzara karşısında bilemiyorum. Cehennem diye tasvir edilenler ile  gördüklerim insanı aynı ölçüde dehşete düşürüyordu ve gördüklerim ne yazık ki gerçekti. Ayağımın önüne düşen bir et parçasının bir insan vücudunun neresine ait olduğunu bile kestirememenin insanı düşürdüğü dehşeti anlatmaya çalışmak boş bir çaba ya da yeteneksiz bir kalemin çırpınışları olur. 

Bayraklar ve insanlar her yerdeydi. Ayağımı bastığım her yerde cansız bedenler vardı. Ahmakça sağıma soluma bakıyor gözlerim dolu dolu bağırmak istiyordum. Patlamadan aylar sonra bir görüntüde kendimi gördüğümde şok olmuştum. O an çok aklı başında zannederken kendimi, dışarıdan bakıldığında ne kadar anlamsızca hareket ettiğimi gördüm. Sonrası polis saldırısı ve gaz bombasından uzaklaşmak için gittiğim bir noktada üç dört kişi yerde can vermişti. Onların hemen yanında ise bir kadın yerdeydi ve vücut bütünlüğü vardı -vücut bütünlüğü yerindeydi diye bir cümle kurmak zorunda olmak ne acı-. Yanına gittiğimde ölmemiş olduğunu fark ettim. Başında iki kadın daha vardı. O cehennem yerinde çığlıklar, çevre işyerlerinin alarm sesleri ve bağırışlarına ambulans sirenlerinin sesi de karışmıştı. 

Sağa sola bakındım bir ambulansı durdurmak için. Her taraftan ağır yaralılar taşınıyordu. Kimine ise hemen olduğu yerde müdahale ediyor, hayata döndürmeye çalışıyorlardı. Ben etrafa bakınırken bir ambulans olduğum yöne doğru gelmeye başladı. Ambulansa el ettim dursun diye ama yavaşlamıyordu. Kendimi bir sinirle önüne attım ve kaportasına vurarak 'niye durmuyorsun kadın ölüyor' diye bağırdım. O sırada bir kadın ambulansın sürgülü kapısını çekti ve aşağı indi, o kapıyı kapatana kadar ben içeride zaten üç ağır yaralının olduğunu görmüş oldum. 

Sağlık görevlisi genç bir kadındı ve muhtemelen yeni mezun ya da staj yapan bir öğrenciydi. Mesleğinin başında en kötü deneyimini yaşıyordu şüphesiz. Onla birlikte kadının yanına gittiğimizde kadının başında muhtemelen tanıdığı iki kadın bağırarak ağlıyor ve ayaklarını yere vururak bağırıyordu. Çünkü kadın gözleri açık bir şekilde hareket etmeden yatıyordu artık. Sağlık görevlisi kalp masajı yapıyor, sunni tenefüs yapıyor ama bir türlü kadını aramıza döndüremiyordu. Tekrar tekrar kalp masajı yapıyor, ellerini dizlerine vuruyor ağlayarak yine kalp masajı yapmaya devam ediyordu. Ama nafile, kadının artık bizimle olmadığı belliydi. 

Ben de o an film kopmuştu, bölük pörçük anlar hatırlıyor ve şok içinde şurada buluşacağız diyen arkadaşlarımın yanına gidiyordum. Patlama alanıdan uzaklaşıp kararlaştırdığımız buluşma yerine gelince arkadaşlarımdan biri hemen arkasındaki duvara yaslanabilmek için sırt çantasını çıkardı ve önünde koydu. O an herkes etrafa bakarken benim gözüm çantaya takılmıştı. İlk anlarda baktığımı görmüyordum ama sonradan çantaya bir şeyin yapışmış olduğun gördüm. Biraz yoğunlaştığımda çantaya bir et parçasının yapışmış olduğunu gördüm. O  an çantadan ince bir ağaç dalı ile et parçasını çantadan kazırken kusmam geldiğini hissettim. Kimbilir hangi barış şehidine aitti. Düşünmek kahrediyor, aklımı kaçıracak gibi oluyordum. Akşama doğru İstanbul'a geri dönerken uğradığımız bir mola yerinde bir mangal tezgahı görmüştüm. Mangalın mazgallarının üzerine pişirmek için bir miktar çiğ et koymuşlardı. Eti görür görmez midem ağzıma geldi ve dayanamayıp kustum. Zaten ondan sonra da uzun süre et yiyemedim. Etin olduğu sofralara oturamadım. 

Eve geldiğimde tek başıma evde yatamıyor, evin içinde sürekli ambulans sesleri, çığlıklar, bağırtılar duyuyordum. Kulaklarım hala çınlıyordu. Aklıma o kadın geldi sonra.  Adı Seyhan'mış. O gün yanımızda son nefesini verdi! Kurtaramadık seni. Daha önce hiç görmediğim birinin başında göz yaşı dökmüştüm. Sağlık görevlisi kızcağız nasıl kurtarmaya çalıştı, kurtaramayınca nasıl dizlerini dövdü ağlayarak. Günlerdir resmini aradım. Saçları resimdeki gibi değildi, kıvır kıvırdı Ankara'da. Belki de bu yüzden ilk başta bulamadım kayıp ettiğimiz insanların resimleri arasında. Gözlerini görünce tanıdım. Gözleri açık gitmişti çünkü. Evli ve iki çocuk sahibi, üstelik öğretmenmiş. Malatya'dan gelmiş Ankara'ya. 

Bunu öğrendikten günler sonra rüyamda gördüm Seyhan'ı. Malatya'daki evine başsağlığına gittiğimde kocasıyla salonda konuşurken bir baktım Seyhan elinde tepsiyle içeri girdi. Ben şaşkınlık içinde kocasına bakıp 'nasıl olur, Seyhan o gün yanımızda ölmüştü' dediğimde kocası bana bakıp güldü. Seyhan araya girdi ve suçlayan gözlerle bakarak "Ben o gün ölmemiştim, siz beni orda bırakıp gittiniz, ben aslında ölmemiştim", dedi. O an ter kan içinde uyandım o kabustan. O gece ve sonraki bir kaç gece uyuyamamış sürekli "acaba gerçekten yaşıyor muydu?" diyerek evin içinde volta atmıştım. Sonra psikoloğumun bu tarz travmalar sonrası suçluluk duygusu hissetmemin normal olduğunu çünkü olayların farklı seyretmesini ve Seyhan'ı kurtarabilmeyi istediğimi ama Seyhan'ın her şeye rağmen kurtarılamamasının bende suçluluk duygusu yarattığını söyledi. 

Şimdi Ankara'nın üzerinden tam bir yıl geçti, hâlâ etkisi üzerimde. Belki bana bir şey olmadı, belki direkt tanıdığım birini kaybetmedim ama o günden beri hep yarım kaldım. Ve Seyhan'ın o kapanmayan gözleri kaldı bana Ankara'dan. Bir de bakmaya cesaret edemediğim, o an telefonumla kayıt altına aldığım görüntüler. Ah Seyhan ve diğer arkadaşlar... Yaşamak mı şans, ölmek mi çok sorguladım. Ama ne olursa olsun yaşamanın kutsallığına ve mücadelenin gerekliliğine inanarak devam ettim. Yoksa başka nasıl kapanır ki açık kalan o gözleriniz. 


Etiketler:
nefret