31/12/2016 | Yazar: Umut Erdem

İşte bu temas, birbirimizden sorumlu olma hali, kurulan ortaklıklar, paylaşılan kırılganlıklar, yoldaşlıklar, farklılıkların birlikteliğiyle çizilen yollar gösteriyor: Evet umut hala var ve bu iyimserlik değil!

2016'yı hala nefes alıyor ve yaşıyor olmamın verdiği şaşkınlıkla uğurlarken bu bir türlü bitmeyen vedalaşmada geriye saydığım saniyelerde yaşadığım karşılaşmalar bana şunu gösterdi:         

Nefes alışım aslında umudumdanmış.

Hayatımda hiç bu kadar umutsuz olduğumu, kendime güvenmediğimi, çaresiz hissettiğimi hatırlamıyorum. Geleceğime dair kaygılar daha çok baş göstermeye başladı, şu anki bulunduğum konum telafi edilemeyecek biçimde rahatsız ediyor beni, tahayyüllerimi gerçekleştiremeyeceğim gibi hissediyorum, hayal etmek başarmanın ilk adımı derler ama ben hayallerimi gerçekleştirecek gücü kendimde bulamıyorum. Bu güçsüzlüğü ve umutsuzluğu bu yıl çok fazla hissettim. Bu güçsüzlük ve umutsuzluk fark ettim ki beni nefessiz bıraktı. Nefes alamıyormuşum gibi geçti kaç ay, kaç zaman.

Şu an geriye baktığımda anladım ki; nefes alışım umudumdanmış.

Vegan sulu boya çalışması, Marianna C. Gonzalez

Anlattığın şeyler boş, nafile görünür ya hani, eline bir makas al, bir kağıt, kes biç, şekil ver, göster sonra ne yaptığını, anlamaz ya hani karşı taraf, tanımlayamaz ve onu değersiz atfeder ya o şekle baktığı yerden, böylece seni de değersiz atfeder. Hissettiğin ve paylaşmak istediğin duygular paylaşılmaz ya hani, paylaşılırken bir bakmışsın karşıdakiler (hey kim var orada!) bir süre sonra omzuna vurarak elini, güya bir dost selamıyla çekilir ya karşından, gider ya kendi yoluna ansızın, sen aslında onun/onlar için bir "boşluk" tamamlayıcısındır, öyleymişsin ya da işte, sonradan anlarsın. Kötü hissettiriyor değil mi insanı? Ne umuttan eser oluyor ne ümitten ne güvenden. Kaybetmişken bu duyguları, bu paylaşımları, yaşamın neresinden tutacağını bilemezsin. "Kaybedecek başka bir şeyim kaldı mı?" diye düşünürsün.

Birilerinin hikayelerine bir şey katamadığında, hikayeleriniz katışamadığında, böyle hissettiğinde, bulurmuş seni umutsuzluk. Arkama baktığımda bunu daha iyi anlıyorum.

Dün gece karşıma bir hikaye çıktı. O kadar flört, dans, sevişme, dostluk, aşk, umut, yaşam üzerini ruh emici gibi örten ölüm, cinayet, bomba arasında sağlıklı bir şekilde hayatta kalmaya çalışırken, ne zamandır hissettiğim umutsuzlukta bu olayların büyük payı olduğunu düşünürken, aldığım yaralara ve yaralı bedenimi saran umutsuzluğa bu yüzden şifa bulmamda zorluk çektiğimi hissederken karşılaştığım bir hikayeyle

anladım ki; nefes alışım umudumdanmış.

Azra Deniz Okyay’ın, Gizem Nalbant & Dina Madany’nin hikâyelerini anlattığı ‘Sulukule Mon Amour' u izledim dün. Ah o karşılaşma! Hele bir de içine çeken, tınısında alıp götüren müziği!

 

Rahatça nefes alabiliyormuşum aslında, şöyle çekerek içimi, kapatarak gözlerimi, salarak kollarımı ve başımı geriye, nefesimi verebiliyormuşum sonra gerisin geri, yüzümde bir gülümseme. Her şey parmak ucunda bazen, her şey yaralarımızı bilip, onları yadsımadan onlarla dans edebilmekte... Şunu da eklemeden geçmeyeyim, akrep ve yelkovanın 31 Aralık'ın bitişini ve 1 Ocak'ın başlangıcına işaret edeceği üst üste geldiği zamana kadar internette gösterimde. O yüzden hala izlemediyseniz, asla kaçırayım demeyin.

Hikayeler katışırken bunlardan umut çıkarmak yaşamı paylaştırıyor ve artırıyor aslında. Nasıl kesişiyor yollarımız, nasıl da birbirimizle bağımız var aslında, nasıl da tamamen kopuk değiliz birbirimizden, ne kadar aidiz ki kendimize, bedenlerimiz bile ne kadar bizim... İşte bu temas, birbirimizden sorumlu olma hali, kurulan ortaklıklar, paylaşılan kırılganlıklar, yoldaşlıklar, farklılıkların birlikteliğiyle çizilen yollar gösteriyor: Evet umut hala var ve bu iyimserlik değil!

Hikaye anlatmanın, hikayemizi anlatmanın, birbirimize anlatmanın, birbirimize dokunmanın umudu nasıl var ettiğini ve sürdürdüğünü anlıyorum. Hikaye yazımı ve anlatımıyla umudun kesinlikle zoraki olmayan aksine yoldaşlıktan sebep kurulan birlikteliği çarpıyor yüzüme. Teori, sözde, tesellide değil demek ki umut, hayatın içinde, senin hikayende!

Umut hikayeleri

1 yılı geçik süredir bir proje ekibindeyim, daha önce haberini yaptığım bir çalışma: Cins Adımlar. Cins Adımlar'da biz de hiç tanımadığımız ya da tanıdığımız, yolumuzun şimdiye kadar hiç kesişmediği ya da hep yan yana olduğumuz, aslında kendimizden Hansel & Gretel'in izlerini takip ettirdiği ufak ekmek parçaları gibi noktaları adım adım bulup keşfettiğimiz bu hikaye keşfi ve yolculuğunun, hikayelerimizin umuda aralanmasının tesadüf olmadığını daha fazla fark ediyorum. Önünden geçtiğimiz sokak, ev, taş yığının ardında ne hikayeler saklı olduğunu, onu görünmezleştiren, yok saydıran şeylerin benim güçsüzleşmemi ve umutsuzluğa düşmeme neden olan şeyle benzer, aynı ya da onunla kesiştiğini görüyorum.

Ah o karşılaşmalar!           

Peşinden gidiyorum hikayelerin, hikayelerimiz katışıyor, yaşamak için birbirine tutunuyor, benimkisi onda, o bende hayat buluyor.

Hrant Güzelyan'ın Kamp Armen'e Giden Yol isimli kitabının kapak fotoğrafı ve Kamp Armen Direnişi'nden bir kare

Çok çok daha iyi anlıyorum, nefes alışım umudumdanmış.

Umut hikayeleri dedim ya... Kamp Armen'le noktalayayım yazımı, umudun hikayesiyle, beraber yazdığımız hikayenin umuda aralanmasıyla yine... 2015'in Nisan ayında başlayıp 6 ay süren Kamp Armen direnişine ben de mesafeler, zaman elverdiğince bedenimi, duygularımı, emeğimi kattım. Orada biz daha önce yaratılmış Ermenilerin hikayesini anlattık, kendi hikayemizle katıştırdık. Kamp Armen'de odalarda yattıkça bedenimiz zamanında orada yatmış çocukların bedenine kavuştu, odalara orada büyümüş çocukların (Rakel ve Hrant Dink), çocukları yetiştiren Hrant Güzelyan'ın ismi verildi, bahçesindeki toprağa koydukça elimizi, ellerimiz toprağı hazırlayan çocukların elleriyle tutuştu. Sonra o topraklardan filizlenerek çıkan nice fidan Suruç'ta katledilen yoldaşlarımızın hikayesini anlatıyor oldu, onlar için fidanlar dikildi Kamp Armen'in bahçesinde. Ermeni katliamında sürgün ettirilen, tecavüze maruz bırakılan kadın ve kız çocuklarının, Elbis Gesaratsyan, Sırpuhi Düsap, Zabel Asadur (Sibil), Zabel Yesayan ve Hayganuş Mark gibi Ermen feministlerin (1) kırılganlıkları ve acıları bizimkileri karşıladı, biz onları çağırdık. Onların hikayesinde bizimkiler vücut buldu, onların hikayelerini anlatırken kendi hikayelerimizden bahseder bulduk kendimizi. Birlikteliğin umudu, farklılıkların biraradalığının yarattığı mutluluğun umuduydu Kamp Armen. 27 Ekim'de kamp Gedikpaşa Ermeni Protestan Kilisesi'ne iade edildiğinde, anlıyorum ki aslında bir hikayenin kapısının umuda aralanması sevk edildi. Kamp nefes alıyordu, kamp hayattaydı, rant uğruna bir hafıza, nice hikaye, umut yerle bir edilemeyecekti. Ve şimdi ben Hrant Güzelyan'ın dilinden dinlerken Kamp Armen'in hikayesini (2), hafızam canlanıyor, buraya dökülüyor benim kattığım Kamp Armen'in hikayesi. Sizlerle kavuşuyor, konuşuyor.

Hafızamda şöyle anılar var benim, temasların güzelliğiyle heyecanlandıran, geçmişin bugünle, gelecekle buluşmasının sadece bilimkurgu filmlerinde rastlanmadığını anlatan, umutla nefes aldıran.

Evet, şimdi çok daha iyi anlıyorum; nefes alışım umudumdanmış.

1) Elbis Gesaratsyan, Sırpuhi Düsap, Zabel Asadur (Sibil), Zabel Yesayan ve Hayganuş Mark'ın kaleme aldığı eserlerden bölümler ile onlar hakkında yapılmış incelemeleri içeriyor. Kamp Armen direnişi sırasında Mor Çatı'dan kadınlar olarak bir cumartesi Kamp Armen'e sadece kadınlarınkatılımına açık bir etkinlik yaptık. O etkinlikte bahsedilen kitap.: Osmanlı'dan Türkiye'ye Beş Ermeni Feminist Yazar Derleyen: Melisa Bilal - Lerna Ekmekçioğlu, Aras Yayıncılık.

2) Güzelyan, Hrant. Kamp Armen'e Giden Yol. Hrant Dink Vakfı, Mart 2016.


Etiketler:
İstihdam