18/05/2017 | Yazar: Ali Özbaş

Bu filmde iki mürettebatın evli bir gey çift olduğunu bir ağıt sahnesinde anlayabiliyoruz.

Bu filmde iki mürettebatın evli bir gey çift olduğunu bir ağıt sahnesinde anlayabiliyoruz.

Alien filmleri ile tanışmam ve ardından Sigourney Weaver hayranı olmam “Aliens-Yaratıklar” adlı, serinin ikinci filmi ile gerçekleşti. Ankara Tunalı’da Talip Sineması vardı, artık olmayan, gerçekten sinemacılık yapan… Ruhsuz ve bir örnek sinema salonlarından farklı, fuayesinde sanat eserleri ile seyircisini karşılayan. Tamam biraz abartmış olabilir, nostaljik duygularla fazla övmüş olabilirim. Sanat eseri değildir de hoş kabartmalar, duvarda süslemelerdir hepi topu. Ama insanın içini açıyor, daha girişte güzel duygularla iyi bir mekânda bulunma keyfi yaşatıyordu. Rölyeflerin önünde fotoğraf çektiğimi de hatırladığıma göre, güzel kabartmalar olmalıydı.

Filme dönecek olursak, “Aliens-Yaratıklar” filminin ardından her Alien serisine ait filmi vizyonda iken sinemada izledim, gittikçe seyircisinde hayal kırıklığı yaratıp, seri severlerin yoğun eleştirisine maruz kalsa da her biri birer usta sınıfından sayılan yönetmenlerin eksi hanelerine yazılsa da serinin üçüncü ve dördüncü filmi de bende ayrı bir yere sahiptir. Her biri yarattığı karanlık, endişeyi kuvvetlendirici, büyük ama insanda yine de klostrofobi yaratan mekânlarıyla, atmosferi ile çok başarılıdır. DVD box setini alıp peş peşe ilk dört filmi izlediğimde ilkinin gemi elektronik tasarımının diğerlerinin yanında daha amatör olduğunu görsem bile, kısa bir süre sonra filmin içinde kaybolup, mekânın yapaylığını unutmak işten bile değil.

Şüphesiz ilk filmdeki güçlü kadın kahraman karakter, genel sinema dünyasında, hele ki Hollywood dünyasında erkek kahramanların bolca olduğu, kadınların onların yanında birer süs olarak yer aldığı filmlere bir cevap niteliğindeydi. Daha önce de güçlü kadın karakter hiç olmadı değil ama illa ki yanına bir erkek yardımcı, sevgili vb. verilerek eksik yanları tamamlanmaya çalışılıyordu. Ripley karakteri için buna ihtiyaç duyulmaması alternatif şeyler bekleyen seyirciye umut verdi. Ne var ki Ripley her filmde gittikçe gücünü artırdı, daha sertleşti ve görüntü olarak erkeksileşmeye başlayarak bu umudu boşa çıkarmış oldu. Yine de bu değişimin erkeksileşme değil de cinsiyetsizleşme olarak değerlendirilebileceğini düşünüp, böylesine çetin bir ortamda güç ve sertliğin bedeni dönüştürmesinin kaçınılmaz olacağını, kaslı, sertleşmiş bir bedenin erkeğe ait olmak zorunda olmadığını söylemek de mümkün.

Ripley’in kadın tarafını unutturmamak için annelik hali yüklenir üstüne sürekli. Serinin ikinci filminde buldukları bir küçük kızın hamiliğini üstlenir. Üçüncü filmin finalinde de yaratık tarafından koza olarak kullanıldığını anlayıp kendini yüksekten attığında, yaratığın bedenindeki parçasıyla yok olmak üzere düşerken, karnından fırlayan ve çığlık çığlığa olan yavru yaratığa anne şefkati ile sarılır. Her ikisinde de sarsıcı, etkileyici yanlar vardır. Sadece seyircinin duygularını kabartmak, dramı yükseltmek için kullanılmış sahneler de olabilir, kadınlık ve anneliğin üstü çizilmek istenmiş de olabilir. Ancak tam da yaratığın ilk doğumunun bir erkek bedeninde gerçekleştiği ilk filmi hatırlarsak, diğer filmlerde de erkeklerin bu amaçla kullanılması ile cinsiyet kalıplarını zorlayan seri anneliği sadece kadına yüklüyor olmamalı.

Ridley Scott yeniden üç filmlik bir proje ile seriye dönmeye karar verdiğinden, yönetmenlik için henüz kendisi dışında birine koltuğu bırakmadığına göre, bu filmle, bu filmden yola çıkarak yaratılışla, hayatın anlamıyla kendisi hesaplaşmak istiyor galiba. Sonuçta 80 yaşına merdiven dayamış biri olarak ölüme ve sonrasına duyulan merak, ölümle hesaplaşma, kardeşi Tony Scott’un 68 yaşında intihar etmesi ile de –ki o da Top Gun, Açlık, Çılgın Romantik gibi sevilen ve başarılı filmlerin yönetmeni- had safhada olabilir. Nitekim serinin bu üçlemesindeki ilk filmin Prometheus, vizyondakinin de Covenant ismini taşıyor olması yeterince açıklayıcı olsa gerek.

Prometheus; Eski Yunancada bir hareket veya olaydan önceki düşünce anlamına gelmektedir. Ayrıca mitolojiye göre; Prometheus, Zeus tarafından insanı oluşturmakla görevlendiriliyor. Çamurdan bir şekil vererek yaratılan bu şey Athena tarafından pek beğenildiğinden, içine hayat üflenerek canlanıyor. İşte böylece canlanan insana Prometheus’un bilinci bağışladığı söylenir. İnsanlardan taraf olan bu tanrı, Zeus’un adaletsizliklerine karşı insanları korumakla yetinmemiş, daha sonra insanlardan esirgenen ateşi tanrıların dağı Olympos’tan çalarak insanlara vermiştir. Cezası ise kayalara bağlanıp, ciğerlerinin kargalar tarafından yenmesidir ve işkence sonsuza kadar sürecektir.

Covenant; İncil’de Ahit sandığını temsil ediyor. Antlaşma/verilmiş söz anlamını taşıyor. Filmlerde bu başlıkların altının hakkıyla doldurulduğu tartışılabilir olsa da yönetmenin derdini açıkladığı barizdir.

Alien Covenant –aynı zamanda uzay gemisinin ismi Covenant- Promethues filminden 10 yıl sonrasında geçiyor. 2 bini aşkın insan, hayata döndürülmeyi bekleyen dondurulmuş embriyolar ile birlikte koloni kurulacak olan gezegene doğru yola çıkmış durumda. Uzun araştırmalar, simülasyon çalışmaları sonucu hazırlanılmış ve insan ırkının hayatını kurtarmak için (ya da her zaman uzaylıların işgal etmesinin korkusu ile yapılan filmleri düşündüğümüzde, başkasının uzaylısı insanın bir gezegeni işgale gidiyor olmasıdır durum aslında) yeni bir gezegende koloni kurmakla görevlendirilmişlerdir. Şüphesiz uzun yıllar sürecek bir yolculuktur bu. O nedenle de mürettebat da yolcular/kargolar gibi uyku kabinlerinde uyumakta, anne denilen bilgisayarın kumandasında ve android Walter’ın denetiminde yol almaktadırlar.

Geminin benzer hemen her filmdeki gibi konuşan bilgisayarı (ve insanların emirleri doğrultusunda gemiyi yaşatan, hareket ettiren, kurtaranı) “anne” olarak adlandırılıyor. “Anne” için taşıdıkları 2 binin üzerindeki kolonici, embriyolar ve mürettebatın hayatı ve güvenliği her şeyden önemlidir.

Filmin başında “baba” dediği yaratıcısı tarafından kendi adını koymasına izin verilen android, Davud heykelinin kusursuzluğundan etkilenerek ve kendisini de aynı kusursuzlukta görecek kadar kibirli davranarak David adını alır. “Baba”sı, “seni ben yarattım” deyince de “peki senin yaratıcın kim?” sorusuyla gönderme yapmaya, sembollere sarılmaya gerek duymadan derdini açık eder. David babasının gölgesinde kalmaya razı olmayacaktır. Dolayısıyla yaratan ile yaratılan arasındaki antlaşma daha baştan bozulmaya mahkûmdur. Film Covenant’ın uyku halindeki ortamına döndüğünde gördüğümüz android Walter da David’in suretindedir. Haliyle fiziksel olarak birbirinin aynı olan ancak yaratılmaları arasındaki yıllarda yaşanan hataları yok etmek için yapılan çalışmalarla kapasiteleri, anlayışları birbirinden farklı olan, Michael Fassbender tarafından canlandırılan David ve Walter’ın dudaklarının birleştiği sahne (Cem Adrian’ın albüm kapağını hatırlattı bana) öpücüğün ardından gelen atraksiyon ile çok yönlü okumaya açık.

Covenant gemisinin, çıkan bir yıldız fırtınasındaki patlamayla hasar almasıyla “anne” ekibi erkenden uyandırmak zorunda kalıyor. Tamirat sırasında bir mesaj ulaşıyor. Parazitli mesajı temizleyip dinlediklerinde birkaç haftalık mesafede yaşanabilir bir gezegenin var olduğunu öğreniyorlar. 7 yılı aşkın bir yolculuğa karşı, üstelikte kaza sebebiyle uyanırken yaşanan “talihsizlikler” sonucu arkadaşlarından kayıp vermişken, yeniden uyku kabinlerine girmek yerine yakında olan bu gezegene gidiyorlar. Prometheus filminin geçtiği, bir önceki filmde yaşanan katliamın merkezi gezegen olduğunu seyirci hemen anlasa da onların bundan haberleri yok elbette. Bir kez daha filmde kadın karakter öne çıkacak gibi duruyorsa da Ripley ile kıyaslanmayacak derecede sönük kalıyor Daniels. Bu filmin yıldızı kaçınılmaz şekilde android oluyor.

Yaratık artık yüzünü bize göstermekte daha bonkör davranıyor. Ne de olsa onca filmden sonra içimizden biri, bu seriden bağımsız gerçekleşen Alien vs. Predator serilerinde iki türün ana karakter olmasının ardından görüntüsünü az kullanmak şık kaçmazdı. İlk filmden beri acımasızca katleden bir varlık olan Alien da bir anne. Binlerce yumurta ve vücutlara döllenen yaratıklar birer yavru, farklı tipte türleri de oluşuyor. Ancak biricik ve tek anne Alien, en büyüğü, görkemlisi, yok edicilerin en zor alt edileni.

Dördüncü filmin finalinde gezegene ulaşan gemiden kurtuluşlarını müjdeleyen muhteşem görüntüyü gören ve sevinçle birbirine sarılan kadın formlu android ve Ripley’in dudaktan öpüşmeleri sadece bir mutluluk göstergesi mi, yoksa androidlere karşı büyük bir güvensizliği olan (ki tam da o güvensizliğin nedenine dair önemli bir cevap Covenant filminde veriliyor) Ripley ile androidin film boyunca yaşadığı gerilime rağmen birbirlerine yardımları ve özellikle androidin Ripley’e duyduğu hayranlıktan kaynaklı bir cinsel çekimi de mi barındırıyordu sorusu çok açık uçluydu. Bu film ise gözden kaçırmanın olası olduğu eşcinsel bir çifti barındırıyor. İki mürettebatın evli bir gey çift olduğunu bir ağıt sahnesinde anlayabiliyoruz. Gey çift hoş bir sürpriz olsa da varlıkları film içinde özel bir önem taşımıyor. Yine de hatırlamak gerekebilir diyerek, yaratılış sorgulamaları içeren bir seride, bundan sonraki bölümü için bunu bir yere not etmekte fayda var. Özellikle de film içinde 3 evli (biri gey olmak üzere) çiftin olması, eşinin yasını tutan biri, eşi için endişelenen, onun için tüm gemiyi risk altına sokmaktan çekinmeyen bir diğeri, eşinin cansız bedeni başından, “ben sensiz ne yaparım” diye gözyaşı döken başka biri. Bu eş olma hali, Ripley’in tek başınalığı sonrası hayra alamet midir, değil midir üçlemenin son halkasında çözmemiz için aklımızın bir köşesinde dursun derim.

İnsan ırkının koloni kurmaya gittiği gezegene çok barışçıl duygularla gidiyor olmasına inanır mıydınız? Yaptığı araştırmalar ile kendisine tehdit oluşturacak akıllı bir canlı formu bulmadığından gittiği bu gezegende bir topluluğa rastlasa yaratıktan daha merhametli mi olacaktır? İnsan ırkı bulunduğu gezegenden neden ayrılmak zorunda kalmıştır? Şiddet yüklü ve bencil geçmişinden dolayı, kendi ırkı dâhil her canlıyı fütursuzca tüketmesinden, dünya üstünden silinmesine sebep olmasından değil mi? Aslında film boyunca kimin tarafında durursak duralım, gittikçe her türün, her kişinin yok edici yönünü görüyoruz. Alien’ın günahı ne?

İki saat süreyle önceki filmleri kesinlikle aşmayan, hiçbir şekilde yeni bir sözü de olmayan, ancak türün meraklısı iseniz sıkmayan nihayetinde beklerken heyecan duyduğum ama izlerken o heyecanı sağlamayan bir film Alien Covenant. Interstellar-Yıldızlararası, Inception-Başlangıç gibi filmlerden sonra bilim kurgu filmi yaptığınızda bu ve benzeri filmlerle heyecan yaratmak pek mümkün değil haliyle. Ancak Alien serisi –özellikle hayran kitlesi için- devam ettiği her yeni filmle kalitesini koruyamazsa da bir efsane olarak varlığını devam ettirecektir. Önemli olan bir efsaneyi sağabildikçe sağmak yerine yükseğe taşıyabilmektir. Bir sonraki filmin bunu başarması ihtimali şimdiden heyecanlandırıyor beni…

Serinin filmlerinin orijinal adı, imdb notu ve yönetmenleri şöyle:

1979 Alien (8.5) Yön: Ridley Scott

1986 Aliens (8.4) Yön: James Cameron (Terminatör serisi, Titanic ve Avatar başta olmak üzere, her film izlemiş insanın mutlaka bildiği bir yönetmen)

1992 Alien 3 (6.4) Yön: David Fincher (Dövüş Kulübü, Yedi, Kayıp Kız gibi kült filmlerin yönetmeni)

1997 Alien: Resurrection (6.3) Yön: Jean-Pierre Jeunet (Amelie, Şarküteri, Kayıp Çocuklar gibi kült filmlerin yönetmeni)

2012 Prometheus (7.0) Yön: Ridley Scott

2017 Alien: Covenant (7.0) Yön: Ridley Scott

* Başlık, çok sevdiğim, her öyküsünde kendisine hayranlığım artan yazar Yalçın Tosun’un bir kitabının ve öyküsünün adıdır. Buraya çok yakıştırdım ve severek kullandım.

Ali Özbaş'ın sinema yazılarının tamamına ulaşmak için burayı ziyaret edebilirsiniz.


Etiketler:
İstihdam