04/10/2013 | Yazar: Yasemin Öz

Bu gece senin yedin niyetine helva kavrulacak Sınır Bozucu Trans Queer Mültecilerle Dayanışma Gecesi’nde

Ali Arıkan’a

Ali’mizi toprağa verişimizin yedinci günü bugün. Yalnızca yedi gün olmuş. Ama üzerinden asır geçmiş, çok yaşlanmışım, çok yaşamışım, yine de özlemek ve gidişini kabullenememek geçmemiş gibi.

Herkesin başka bir Ali’si vardır biliyorum. Bu da benim Ali’m;

Ali’yle 2006 yılında Ankara’da Homofobi Karşıtı Buluşma’da tanışmıştım. Ekin Sanat Merkezi’nin kapısında. Sırtında çantası, tanıdığım zamanki kadar çok olmasa da konuşuyor ve gülüyordu. Bazı insanlar size tanışınca sıcak gelir ya, biraz mesafeli de olsa öyleydi işte. O zamanlar Ayşegül’dü.

2007’de apar topar İstanbul’a göçüp Amargi’ye dahil olduğumda Pınar (Selek) hariç tanıdığım çok az insan vardı. Benden başka toplantılara gidip gelen iki LGBT vardı, biri Esmeray biri de Ali. Belki de bu yüzden Ali’yle yakınlaşmam uzun sürmedi. Kısa süre sonra sırdaşım, imkansız aşklarımı emanet alan, cevap bulamadığım sorulara benden daha hızlı mantıklı cevaplar bulan arkadaşım oldu. Ali iyi bir sır emanetçisiydi. Anlatmaktan çok dinlerdi. Yargılayarak dinlemediği için ona anlatılan şeyler hafiflerdi. O kadar çok kişinin sırrını bilir ve açık etmezdi ki, karnında büyük bir kist kitlesi olduğunu ilk duyduğumda Ali’yi arayıp “Oğlum karnını kesin bizim sırlar şişirdi, bir daha hiçbir sırrımı anlatmayacağım sana” demiştim. O zaman çok düşünmüştüm, kimseye anlatılamayanları dinlemek ve biriktirmek insana ne yapar diye.

Ali’yle Amargi’de uzun bir yolculuk yaptık. Farklıydık birbirimizden, farklı geçmişlerimiz, yaşama dair oluşturulmuş farklı algılarımız vardı. Ama Ali’yi dikkatle dinlerdim hep (inanmasanız da dinlerdim). Çünkü benden çok farklı yerlerden bakardı, bazen ani, mantıklı ve değişik çıkışlar yapardı. Sormadığım soruları sordururdu. Çok okurdu, o yüzden de farklı birikimleri olurdu. Bir konuya eğilmişse mutlaka derinleşirdi. Üstüne aldığı bir sorumluluğu kimsenin gözüne sokmadan sessizce yapar, kendi kapasitesini iyi tartar, yapamayacağı işi üstlenmeyeceğini açıkça söylerdi. Kararsız değildi, ne düşündüğünü çok açıklıkla ifade ederdi, aynı düşünmesek ve tartışsak da tedirginlik yaratmazdı bende, ne yapıp yapmayacağı konusunda güven duyardım ona.

Sonra Ali’nin yolculuğu Ayşegül’den Aligül’e evrildi. O dönem zamanını bu derinleşmeye ayırsa da kopmadı bizden. Amargi’ye trans erkekler gidip gelmeye, toplantı yapmaya, tartışmaya başladılar. Onların sohbetini ve yakınlaşmasını bölmeyeyim diye içine girmek için zorlamadığım ama yakın bir mesafeden takip ettiğim bir süreçti. Türkiye’deki ilk trans erkek örgütlenmesi olan Voltrans’a evrilen süreci Ali’nin kendi hikayesi içinden de izleme fırsatım oldu. Hayatımıza yeni insanlar, yeni sorular, yeni mücadele alanlarını sessizce kattı böylece. Amargi’nin ilk erkeği olma sorumluluğu da kendi deyimiyle omuzlarına bindi.

Aligül’ün Amargi’deki varlığı, Ayşegül’den Aligül’e evrilen süreci beraber yaşayan bizler için doğal bir süreçti sanki. Aligül’ün varlığı doğaldı yani. Ama sürekli erkeklik sorgusu yapılan feminist siyaset içinde Ali erkek olarak Amargi’deki varlığını sorgulamaya başladı. Tabi bize de sorgulattı, bir rahatsızlığı varsa o politik soru’nun huzursuzluğunu paylaşmadan etmez, didikler, dürterdi hepimizi. Transfobimizi tokat gibi çarpardı yüzümüze, öyle sorularım olurdu ki korkudan Ali’ye soramadığım zamanlar olurdu. Sorgulatırdı, zenginleştirirdi. Bana göre biyolojik cinsiyeti erkek olan ve erkek kalanlarla öyle olmayanlar arasında iktidar ve güçten yararlanma konusunda bir fark vardı. Ben o yüzden feminist mücadelenin trans erkek ve kadınlara açık olmasını savunurdum. Ama Ali bununla ikna olmazdı. Hatta bir dönem sonra Amargi’den başkaca nedenlerle beraber uzaklaştı. O zaman mola almak istediğini, kendine, başka derinleşmelere zaman ayırmak istediğini düşündüğüm için eksikliğini duysam da itiraz etmedim bu uzaklaşmaya. Başka şeyler de yapıyorduk beraber. Uzunca bir dönem ikimizin de yoğunlaştığı cinsel şiddet alanında kendi çocukluk travmalarımızdan başlayıp pek çok şeyi konuşuyor, kendimizi onarma mekanizmalarını ararken aynı zamanda politik bir çıkış yolu da arıyorduk. Ali’yle hayatımızın detayları hep içinde bulunduğumuz feminist ve LGBT mücadelesinde bir yerlere denk gelir, kişisel yolculuğumuz politik alanla karışırdı. Aslında bu kadar politik olmak istememizden çok bize dayatılan yaşamda başkaca yolun olmayışıyla ilgiliydi. Yoksa Ali çatık kaşlı bir aktivist değildi. O kadar da sıkıcı değildik velhasıl, Gülay’ı ve Feryal’i (Öney) dinlemeye gidip kendi çapımızda oyun havası oynadığımız da olurdu. Epey de eğlenirdik. Hiçbir paylaşımımıza siyaset ciddiyetinin ağırlığı çökmezdi, genelde gülerdik aslında. Bazen başkalarına komik gelmeyen şeylere de gülerdik. Ali zaten benim gibi dramatize etmezdi yaşamı, her konuşmada bulurdu mutlaka gülecek şeyler. Bütün fotoğraflarında gülmesi tesadüf değil. Gerçekten dışıyla beraber içi de gülerdi, gülmenin sıcaklığıyla sarardı sizi. Yaşam doluydu, vazgeçmezdi, pes etmezdi. Babasından gördüğü tüm baskıya rağmen direncini, inadını bırakmamış ve cinsiyet geçiş ameliyatı süreci için uzun süre para biriktirdikten sonra süreci başlatmak için tıbbi destek almaya karar vermişti. Bir trans erkek olarak göreceği muameleden tedirgin olduğu için jinekologa gitmekten çekinen Ali bu süreçte vücudundaki kisti bu vesileyle öğrendi.

Önce anlamaya çalıştık kistin vaziyetini, sonra kötü huylu olduğunu öğrendik. Ali kistin alınması sürecinde cinsiyet geçişinin ilk aşaması olan göğüs aldırma ameliyatını ertelese de inatçıydı, onu da yaptırdı. İyi ki de yaptırdı. Kemoterapiler başladı, bir yılı aşkın bu süreçte çok zayıfladı, hırpalandı. Ama ben dahil sanırım hepimiz bu süreci atlatacağını düşünüyorduk. Yaşama bağlılığının, inadının, direncinin, aileden başlayarak koca bir toplumun transfobisine kafa tutmuş, Türkiye’deki ilk trans erkek örgütlenmesine güç vermiş inancının hastalığın üstesinden geleceğini düşünüyor, umuyorduk. Dışarıda son buluştuğumuzda zayıflığı, saçlarının dökülmüş olması beni korkutsa da, ondaki yaşam gücüne bakarak sakinleştirmeye çalışıyordum kendimi.

Son görüşmemizin üzerinden yaklaşık iki hafta geçmişti sanırım. Aradım; “İyi değilim, sonra konuşalım” dedi. Yanında arkadaşlar vardı, konuşup hırpalamak istemedim. Ertesi gün nasıl olduğunu sormak için aradığımda telefonu başka biri açtı. İşte o zaman ilk defa o kadar korktum, kötü bir şey oldu diye düşündüm. Telefonu arkadaşlarımızdan biri açmıştı, Ali’yi hastaneye kaldırdıklarını, durumunun iyi olmadığını söyledi.

Hastaneye nasıl fırlayıp gittiğimi hatırlamıyorum. Ali baygın bir durumdaydı, gözlerini açamıyordu, konuşamıyordu. Arkadaşlar yavaş yavaş toplanmaya başlamıştı. Vücudu çok su kaybetmişti. O gün ilk defa gidebileceğinden o kadar çok korktum. Hazırlıklı değildim, olamazdım. Ali’nin tamamlanmamış cinsiyet geçiş ameliyatı, yaşanmamış aşkları, hayalleri, yarım kalanlar, alamadığı mavi kimlik dururken hazır olamazdım.

Toparlandı Ali bir iki günde, gözünü açtı, az az konuşmaya başladı. Sonra hastane sürecine girdik. Ali yalnız kalmasın, yanında en azından gündüz bir arkadaşı olsun diye refakatçi listesi oluşturduk. Böylece hem durumunu gözlemleyebiliyor hem doktorlardan haber almaya çalışıyorduk. En önemlisi Ali’yle vakit geçirebiliyorduk. Zaman içerisinde daha da toparlanmaya başladı, konuşmaya, gülmeye. Umut doldu tekrar içim. Vücut bazı işlevlerini yerine getiremese de bize aktarılan tıbbi bilgilerden anladığımız durumunun stabil olduğuydu. Gezi direnişinin sürdüğü günlerdi. Hem Gezi direnişine hem de Ali Bey’in direnişine katılmaya çalışıyorduk. Çünkü hastanedeki deneyimlerinden sonra Aligül’den Ali’ye, Ali Bey’e evrilen yolculuğa çıkmıştı. Hastanede en mutlu olduğu olaylardan biri sanırım babasının ilk defa ona “Aliço” diye seslenmesiydi. En bitkin halinde bile bahsederken gözleri parlardı. Bir de cinsiyet geçiş süreci tamamlanmasa bile mavi kimlik alabileceği konuşuluyordu, kimlik alma ihtimali onu çok umutlandırıyordu sanırım.

Hastanedeki odayı direniş resimleriyle kapladı arkadaşlar. Ben de yaşama katılacak enerjisi olmayan annemi oradan oraya sürükleyerek seveceğini düşündüğüm bir penguen buldum Ali Bey’e. İlk zamanlar daha çok uyukluyordu yatağında. Gözünü çok az süre açıp “Çok datlıymış” dedi penguene. Sonra yine uyudu. Odadaki her direniş figürünün onun direnişine enerji vermesini diliyordum. Haftalar geçtikçe normal konuşmaya, ara ara yürümeye başladı. Siyaset dahil her şey konuşabiliyorduk bazen, hatta gülüyorduk. Bazen ben hastanede olduğum sürece uyuyordu neredeyse, ki her kişinin refakat nöbeti en az üç saat sürüyordu. Gece uyuyamadığı için uyuyor olduğunu umuyordum. Hastanede en ilgiyle dinleyip katıldığı sohbetimiz iş yerinde açılmam ve işyerindekilerin tepkileri üzerineydi. Tıpkı eskisi gibi gözleri parlayarak dinlemişti. LGBT mücadelesinde umut verici her şeyi öyle dinlerdi. İlk defa televizyonda eşcinsel olarak konuşma cesaretimi, korkunun artık dayanamayacak kadar sıkıntı vermesini ve bütün gemileri yakacak isyana kavuşturmasını konuştuk. Bir kere de geç kalmıştım refakate, gazete okuyordu, çıkışır gibi ; “Nerde kaldın sen?” dedi. Ne kadar panik olduğumu ve başıma gelenleri dinleyince hemen indirdi yelkenleri, yumuşadı. Hiçbir zaman öfkeli, kin tutan, insanları olumsuz yanlarıyla değerlendiren bir insan değildi. Çok konuşmamdan ve enerjik olmamdan sıkıldığında lafı dolandırmadan durdururdu beni. Farklı düşündüğümüz çok şeyler de oldu. Gücenirdim bazen ama küsmezdim. Çünkü kalp kırmadan söylemeyi bilirdi. Ama en çok “Sen de ne olduğuna bir karar veremedin” der gülerdi sürekli, en son hastanede bile söylemişti bir sohbetimizde. Trans mı eşcinsel mi olduğuma karar veremiyormuşum gibi takılırdık hep. (Aman be Ali Bey, öyle sıkıldım ki kararlılıklarımdan, böyle kararsız takılıyorum hala buralarda. Daha doğrusu karar vermek zorunda olmanın kendisi saçma geliyor. Halet-i ruhiyeme göre, bazen kadın bazen erkek bazen hiçbir şey, böyle daha iyi. Bıraktığın gibiyim. )

Hastane sürecine katılanların deneyimlerini yazmasını istiyordu Ali. Benim kafamda onun istediğinden farklı şeyler vardı. Onun bir trans olarak tüm baskılara rağmen kendisi gibi yaşamayı seçmiş olma cesaretinden, babasıyla, yaşamla, toplumla, hastalıkla verdiği mücadeleden ne kadar etkilendiğimi söylemiştim. “Tamam güzel sen de onu yaz o zaman” demişti. Yazamadım, kafamda süzüp yazacak zaman aradım, olmadı. İşte şimdi yazıyorum.

Onunla son konuştuğumuzdan sonra yurt dışındayken öğrendim yoğun bakıma alındığını, bilmediğim bir ülkede, bir otel odasında deliler gibi ağladım. Daha bir gün önce ona yedi cücelerin neşelisinin magnetini almıştım, hastanedeki dolaba yapıştırırız diye. Ona en uygun cüce neşeli cüceydi, bana da uykucu cüce. Ona neşeli cüceyi nasıl anlatacağımı bile biliyordum. Hastalandığından beri ettiğim duaların yanına başka dualar ekledim, Ali’yi tekrar görmek için. Vatikan’ın avlusunda oturdum geceleri, inanmadığım tüm dinlerde dilek tuttum. Döndüğüm gün girdim yoğun bakım odasına Gülkan’la. Nefes almakta zorlanıyordu. Duyduğunu umarak bir şeyler söyledik. Ne diyeceğimi de bilemedim. “Gitmek istersen gidebilirsin, kalmak istersen kalabilirsin, bu senin seçimin” diyebildim yalnızca. Kalacağını dileyerek umutsuzca. Sanki bizi duyuyor gibiydi. Bazı söylediğimiz şeylerde nefes alıp verişi değişiyordu. Son görüşüm oldu bu Ali’yi. 23 Eylül Pazartesi.

24 Eylül gecesi hayatımda ilk defa evde tek başıma şarap içtim. Şarkılar dinledim. “Ali gitme” diye ağladım, yalvardım. 25 Eylül gecesi Diyarbakır havaalanına indiğimde Hilal aramaya başladı. Açamadım telefonu, Ali gitti diyecek diye korktum. Sonra İzlem’in mesajı geldi; “Ali’yi kaybettik” yazmıştı. Acılara, yaslara, cenazelere alışık olan Diyarbakır havaalanında ben de koyverdim kendimi, Ali için ağladım, Hilal’i aradım. İçimde cenazesine yetişemeyeceğim kaygısı, gece yarısı otel ararken yaşamın saçmalığında savruldum. Gece Ali’yle yıkandı yüzüm, sabah Ali’yle. Uyurken, uyanırken hep onunla konuştum. Ona son görevimi yapamayacağım diye şişti içim, kocaman oldu, benden büyük oldu. Bağırmak istedim tüm dünyaya; “Mutlu musunuz? Ali cinsiyet geçiş sürecini tamamlamadan, mavi kimlik alamadan, yaşamadığı aşklarını, eksik, yarım kalan her şeyi bırakıp gitti. Mutlu musunuz? Kurtuldu mu ahlakınız? Aile hapishanelerinizde rahat mısınız? Değdi mi olan biten zulme yaptığınız ortaklık? Hepinize bir şey söyleyeceğim. Ali size boyun eğmedi. Huzursuzluğunuz daim olsun”. Avazım çıktığı kadar bağırmak istedim. Uçak saatini beklerken Türkiye’de en görmek istediğim şehre, Mardin’e ilk defa gittim. Peygamberin ayak izinin olduğu söylenen camiye, kiliselere, medreselere gittim. En gitmek istediğim şehre ilk defa Ali’yle gittim, her yerine Ali’den bir parça bıraktım. Kutsal denen her mekana şimdiye kadar yaşanmış yaslarla beraber Ali’nin yası karıştı. Cenaze 27 Eylül’e ertelenince içimde anlamsız bir hafifleme oldu.

27 Eylül Ali’nin uğurlamasında şimdiye kadar olan cenazelerde olmamış çok ilk yaşadık. Ali’ye de bu yakışırdı. Ama daha da yakışanı yaşamak olurdu. Tabutuna gökkuşağı bayrağı konulmuştu. Bir de insana bir rüyanın içindeymiş hissini veren gülen fotoğrafları. Caminin imamı onu Aligül olarak defnetmeyi kabul etmişti. Ali’nin kan bağıyla bağlı olduğu ailesi ve kendisinin deyimiyle sevgi bağıyla bağlı olduğu ailesi, yüzlerce LGBT ve feminist Ali için geldik bir araya. O bizi birleştirdi, aile yaptı. Bazıları benim gibi kuzen, bazıları kardeş, bazıları anne-baba, bazıları çocuk. Aile içindeki hiçbir kırgınlık kalmadı Ali’yi uğurlarken. Giderken bile bize kim olduğumuzu hatırlattı. Hayatımda ilk defa cenaze namazı kıldım, inanmaktan çok onun için her şeyi yapmak istemekten. Benim gibi eminim çokları vardı. Kadınlar başı açık en ön safta yer aldı. Ali’nin, söylemese de başlarda hepimizi eminim biraz acayip bulan kuzeni Kemal bile kadınların arka saflara gönderilmesine karşı çıktı. Çünkü başlarda anlamasa da bütün bu süreçte Ali’yi yalnız bırakmıyor olmamız onu da şaşırtmış ve dönüştürmüştü bence.

Tabutu kadın, erkek, trans hepimiz taşıdık Alim. Hepimiz toprak attık. İnsan gibi yaşamaya hakkımız olduğu gibi insan gibi ölmeye de hakkımız olduğunu belki ilk defa bu kadar hissettim. Senin bir yazın okundu kabrin başında dua niyetine. Hilal’in senin için yazdığı konuşma. “Bu ilkleri seninle mi yaşayacaktık Ali’m” diye geçirdiysem de içimden, kim giderse gitsin bunun can acıtacağını hatırladım sonra. “Ali’ye yakıştı” dedim. Kafa buldum uğurlamada, huri kızlarla takılıyorsundur diye umdum. Sen gitmeden iki hafta önce doğum gününde ikimize aldığımız ayakkabıları giydim ilk defa. Sen o ayakkabıları giyip hastaneden çıkasın diye ummuştum. Ama olmadı. Ben senin yürüyemediğin ayakkabıların içinde yürümenin ağırlığını taşıdım. Ayakkabıları da toprağa gömmek istedim seninle beraber. Yalın ayak koşmak istedim. Ayaklarıma taş, kum, cam batsın, kalbimden başka bir yerim acısın istedim. Ama Hasbiye çok güzel sarı çiçekler dikti mezara, onları suladı, çiçeklerle beraber benim içimi de suladı. Çiçekler dikilince gerçekten gitmiş oldun be Ali’m. Senin çok sevdiğin Son Gemi’ye gittik sonra. Sen kendi son geminle yol alırken, biz de içimizdeki Ali yolunu aldık Son Gemi’de. Sonrası? Sonrası dönemediğimiz hayatlarımıza geri dönmeye çalışıyoruz işte.

Seni toprağa verişimizin yedinci günü bugün. 4 Ekim. Bu gece senin yedin niyetine helva kavrulacak Sınır Bozucu Trans Queer Mültecilerle Dayanışma Gecesi’nde. Duydum ki bu gece olacak diye çok heyecanlanmışsın. Göremedin bu geceyi. Heyecanına yakışır bir gece olur umarım. Trans Queer Mültecilerin sağlık sorunu için bir nebze de olsa dayanışma oluşturulur. Adını Ali Destek koyduğumuz dayanışma grubumuz hastane yerine orada olacak bu gece. Seninle beraber ördüğümüz başka dayanışmalar gibi şimdi de başka dayanışmalara yol alacağız. Hayatın, ailenin bize öğretilen gibi bir şey olmadığını, seçilmiş ailelerimizle yaşamayı sürdürerek göstereceğiz. Ezmek ve sömürmek yerine dayanışma, bireysellik yerine kolektivizm, dışlamak ve aşağılamak yerine kardeşlik, aklımızın yettiğince senin gibi başka bir hayat yaşayarak sürdüreceğiz bizdeki seni, hepimizdeki hepimizi. Ama sensiz eksik olacak buralar. Elbet geliriz yanına, artık oraları anlatıp bize akıl vermek işi yine sana düştü.

Yaşarken de giderken de çok şey düşündürdün bana Ali’m, çok şey öğrettin. Seni tanımak çoğalttı beni. Aramızda kurduğumuz dayanışmanın ne kadar somut, sahici, güçlendirici ve güzel olduğunu beraber deneyimledik hastane sürecinde. Giderken bile bize daha başka bir biz bıraktın. Tanımadıklarımızla tanıştırdın, uzak olduklarımızla yakınlaştırdın. Senin kurduğun sevgi bağı yayıldı etrafa. Son ana kadar anlamlı bulduğun ne varsa yapmaya devam etmen, kopmaman, yazmaya ve üretmeye devam etmen, kitap ve belgesel çıkacak heyecanın, mızmızlanmaktansa yaşamayı tercih etmen çok şey kattı bana. Senden geldiyse bu ayrılığa da eyvallah derdim ama güldüğünü, sesini duyamamak rahat bırakmıyor be Ali’m. Bak oralarda “Yine çok konuştun” diyorsan eninde sonunda haberim olur. Bugün beni susturma Ali’m, çapulcu transım.  


Etiketler:
nefret