30/05/2012 | Yazar: Onur Caymaz

Kimse ‘neden şu muhafazakârların aklı her meselede sürekli bel altına gidiyor’ diye sormuyor; asıl cinayet kapana kısılmaktır.

Kimse “neden şu muhafazakârların aklı her meselede sürekli bel altına gidiyor” diye sormuyor; asıl cinayet kapana kısılmaktır.
 
Kürtaj tabii ki cinayet değildir sayın başkanım...
 
Asıl cinayet siyasal partilerdir. Asıl cinayet açık oturumlarda işlenir. Ticarettir asıl cinayet, sanayidir. Asıl cinayet her sabah birçok gazetenin kirli manşetinden, elleri pisliğe batmış köşe yazarlarının kaleminden fışkırandır. Asıl cinayeti, ne zaman yoksul halk çocuklarını öldürecek olsa vatandan, bayraktan, dinden, aileden, imandan, inançtan bahsedenler işler.
 
Asıl cinayet, yanında akademisyeninden kalemşoruna, vekilinden müteahhidine bir dolusunu besleyip semirterek hayatını tasmalar ve zincirler arasında geçirirken herkesi ve her şeyi kendi gibi sanmaktır efendim. Asıl cinayet, bir insanın bağımsız, özgür, her tür baskıdan kurtulmuş olarak yaşamasına dair duyulan korkuda yatar. Asıl cinayet korkudur.
 
Asıl cinayeti, övünerek anlattığınız, şu memleketin katilinden iş takipçisine; uğursuzundan zenginine; aydınından karanlığına birçoğuna insanlık adına zerre şey katmadığı görülen; ısrarla herkesin saygı duymasını beklediğiniz ve fütursuzca herkese öğretmeye çalıştığınız; daha doğar doğmaz kendisine sorulmadan, fikri bile alınmadan insanların nüfus kâğıdına işlediğiniz dinler işlemiştir. Sizin karşınıza geçtiğimde, “aşkı olan neylesin namusu, arı” diyen Yunus’un yanında durmayı tercih ederim ben; içtiği suyu öpen dervişin, kendinden güçlüye baş eğmeyen, dilenmeyen kalenderin. Süt gibi apak olan onlardır. Nâzım’dır beyaz olan, Sait Faik’tir. Anadolu köylüsünün cinselliğini ipe dizmiş Kemal Tahir’dir asıl namus. Yanınızda gezdirdiğiniz, Sezai Karakoç’tan başka bir şey bilmeyen danışmanlarınıza söyleyin, bir zahmet tekrar okusunlar bunları.
 
Bir insan mutsuz olmaya başladıkça ahlakçı olur, diyen yazar Romain Gary hayatı boyunca bir kez silah çekmiştir biliyor musunuz; o da kendi kafasına başkanım! Bu dünyaya katlanamadığı için, yapaylığına, bir türlü çözülemeyen kravatlara, kutsayıp durulan kumaş, kâğıt parçalarına, sahte ahlaka, içi geçmiş, hiçbir insan acısına derman olamamış politikaya, korkuyla büyüyüp beslenen hayatlara...
 
Törelerdir asıl cinayet, ahlak denilen riya yüzünden yüzyıllar boyunca işlenendir. Esas büyük cinayet cahilliktir. Cahil bırakılmaktır. Milli eğitimdir asıl cinayet. Milli görüştür. Milliyetçiliktir. Hitler’in sağ kolu, kalem müdürü kılıklı büyük katil Himmler’in kürtaj konusundaki düşüncelerini biliyor musunuz? En büyük cinayet kara propagandadır. En büyük cinayet masumu hedef göstermektir; Nazlı Hanım’a, Taha Bey’e, Mümtaz’er Bey’e sorun. Geçmişlerinde durur kurumuş kan! En büyük cinayet dayatmadır, ev basmaktır, suçsuz yere insanları hapiste tutmaktır. Adil görünmeye çalışıp yan tutmaktır cinayet. Laiklik deyip inanmayanların vergisiyle diyanet işletmektir. Kürtaj cinayet değildir.
 
Asıl cinayeti şu ölüsü kandilli dünya kurulalı beri erkekler işlemektedir başkanım. Kadınların bacak arasını konuşurken bile ikisi üçü dışında kimseye laf, söz bırakmayan, mal bulmuş gibi o kanal senin bu kanal benim diyerek boyun damarlarını şişire şişire, yüzlerinden nefret fışkıra fışkıra bağıran bıyıklı, tıkız, ceketli, parmakları boğum boğum tuhaf erkekler. Sanki hiçbir gün sevmemişler, hiçbir zaman genç olmamışlardır. Hep öyle ağır ağır, hiçbir şey söylemeden laf kalabalığı etmektedirler. Elli yıldır aynıdırlar. Bir gün olsun bu dünya değişebilir diye düşünmemişlerdir. Kadının bedenine karışmayı kendine hak sayan erkekler... Kendi oğluna, kızına, karısına tecavüz etmeye kalkan; ölü düzmeye yeltenen; ilk deneyimini hayvanlarla yaşamaktan haz duyan; en büyük çelişkisini kendisinin de düzülebilir bir canlı olduğunu anlayınca yaşayan bekâret avcısı; memleketimin tertemiz, namus timsali, alnı ak yiğitleri. Asıl cinayet sevgisizliktir. Asıl cinayet sevmeyi bilmemektir. Asıl cinayet devlettir sayın başkanım.
 
Siz devletimizin bir memuru olarak kadınları koruduğunuzu düşünüyorsunuz tamam da sizden böyle bir şey talep etmiyoruz bizler. Bu sizin göreviniz değil! Anlaşılan yanınızda bunu size söyleyebilecek kimse kalmadı. Asıl cinayet, misal Hüseyin Üzmez’dir. Asıl cinayet misal şeyhin şıhın gözyaşıdır. Asıl cinayet özgür kalamamış bir beyin, yalnız kalamayan bir beden, bedenine yabancı bir insandır. Kimse “neden şu muhafazakârların aklı her meselede sürekli bel altına gidiyor” diye sormuyor; asıl cinayet kapana kısılmaktır.
 
Asıl cinayet bu ülkede öldürülen birçok insanın failinin halen bulunamamış olmasıdır. Siz doğmamışla uğraşmayı, onun bunun adına özür dilemeyi bırakın sayın başkanım... Asıl cinayet çok severek andığınız Fatih’in fethettiği İstanbul’u 500 yılda sizin ve yanınızdakilerin de muhteşem katkısıyla getirdiğiniz durumdur. İstanbul metrosunun vagonları üzerindeki logolarda minarelerin yanında, onlardan daha da yükseklere çıkan gökdelenlerdir cinayet! Aksi halde doğurmamak da doğurmak da insana özgüdür. Bürokratik değildir bunlar.
 
Yoksa zaten kimse zevk için kürtaj olmaz. Kadın için sonsuz travma, erkek içinse incitici bir şeydir. Sizin gibi maaşlar alan insanlar, üç kuruş parayla çocuk yetiştirmenin ne demek olduğunu pek bilemez ayrı mesele. Yoksa insanlar delirmedi; kimse bayıla bayıla bedeninden bir parçayı çöpe atmaya razı gelmez. Ama anne karnındaki çocuk annenindir; soğuk damgalarınızın, yasal mühürlerinizin, polis çemberlerinizin, anayasa taslaklarınızın değil. Bu ülkede polis, zamanında tekmeyle çocuk düşürtmüştür. Asıl cinayet devlettir...
 
Sonra, konu kürtaja geldiğinde bir takım sakallı yandaşlarınız, neden hep çıkıp kendi dinlerine ait kutsal kitaptan örnek vermektedir? Doğmamış bebeğin ya da henüz doğuramamış her annenin onların inandıklarına inanma kuralı mı var? Sadece dünyaya çocuk getirmek için mi sevişir “en yüce varlık” insanoğlu? Yunusların zevk için seks yaptığını söyleyen kimdi? Yaşamın kutsallığı, hayat hakkı diye bağırıyorlar her yerde! Hayat henüz doğmamış bebek mi demektir efendim. Hayat bir milyar yıldır akıp gidiyor, yıldızlarından pervanelerine, çiçeklerinden saç tellerine, gemilerinden kuşlarına, suyundan gecelerine, tarlalardan pazaryerlerine her yerde kıpırdayıp duruyor hayat...
 
ABD’nin Ferhan Şensoy’u George Calin, muhafazakârlar genelde doğmamışla ilgilenir, diye doğru söylüyor. Doğmuş olan, hele zengin de değilse (sizinkilerden biri zengini çok severdi hatırlarsınız) muhafazakârların umurunda değildir; söz konusu doğmuş olan, ancak askere alınacağı vakit yanında ellerini ovuşturan o muhafazakârı bulur diyor.
 
Çünkü onlar için yaşamaya başlayan her bebek, öldürülüp üstüne dalga geçercesine şehit diyecekleri bir meçhul askerdir. Onlara göre doğacak her bebek ilkokulu bitirir bitirmez nasıl olsa üniversiteye giremeyeceği için ucuza çalıştırılacak bir işçi; aşağılık plazaların kokuşmuş yemekhanelerinde, yılda iki hafta tatil yapabilmek için elli hafta çürüyen bir beyaz yakalıdır. Hafta sonunda doğurduğu bebesini gezmeye götürmek için AVM’lerden AVM seçmek zorunda kalan, Nâzım’ın on beşinde işe gider, otuzunda evlenir kırkında ölür dediği büyük insanlıktan bir parçadır onlar için her bebek. Yoksa hiçbir şey o kadar kutsal değildir. Kutsal diye bir şeyi bizler uydurmuşuzdur...

Sayın başkanım, kürtaj değil, asıl cinayet bu çağda aşktır, âşık olabilmektir! Bir insanı sevmekle başlar diyen yazar, aynı cümleyi şöyle sonlandırıyordu: “Burada her şey bir insanı sevmekle bitiyor...” Saygılarımla.

Etiketler:
İstihdam