15/06/2017 | Yazar: Sinan Birdal

Ama benim için onur haftasının anlamı tam da bu: En onurlularımız hayatı en kırılgan olup hayatta kalmakta direnenler.

Ama benim için onur haftasının anlamı tam da bu: En onurlularımız hayatı en kırılgan olup hayatta kalmakta direnenler.

Yıllar sonra tekrar Los Angeles onur yürüyüşündeyim. Aşağı yukarı on sene yaşadığım bu kentten en son ayrıldığımda uzun süre belki bir daha hiç görmem diye düşünüyordum. O yıllardan kalan bir sürü hatırayı arşivin en dip köşesine yerleştirmiştim, hem de tasnif bile etmeden. Gidişim acı bir ayrılıktı, dönüşüm de öyle oldu.

Sabah Hint-Afrika kökenli, Guyana doğumlu, Oklahoma’da büyümüş arkadaşım Ryan uyandırıyor: “Beraber yürüyelim. Benim evin orda buluşuruz.” Kendisi geri taşındığımdan beri mandalina avokadodan bardak tabak ve postere kadar tam bir göçmen dayanışması içerisinde. Yıllar sonra ilk buluşmamızda ırkçılığın çok arttığından şikâyet ettiydi. Seçimden beri sık sık siyaset konuşuyoruz. Bu çok yeni.

Demokratlar halka yol gösteriyor

Her sene geçit resmi şeklinde bir etkinlik olan kutlama bu yıl Trump yönetiminin protesto edildiği bir yürüyüşe dönüştü. Kutlamanın politik bir içerik kazanması Demokratların ve müttefikleri lobi grubu HRC’nin (İnsan Hakları Kampanyası) seferber etmesinin bir sonucu gibi görünüyor.

Kadın ve bilim yürüyüşünden sonra onur yürüyüşü de böylece Trump politikalarına karşı sokağı hareketlendirmenin bir vesilesi haline geldi. Nitekim yürüyüşünün düzenlendiği bölgenin temsilcileri Adam Schiff, Maxine Waters ve Temsilciler Meclisi’nde Demokratların grup lideri Nancy Pelosi’nin konuşmalarındaki mesajlar doğrudan Trump’ı hedef almaktaydı. Schiff istihbarat komitesinde görev yaptığı için FBI’ın dâhil olduğu Rusya skandalında önemli bir pozisyonda bulunan beyaz ve erkek bir politikacı. Waters ise kadın ve siyah bir politikacı olarak en radikal söylemleri dile getiriyor: “Trump yüce divana!” O anda Pelosi’yi başka yöne bakarken yakalıyorum. Washington’ın en güçlü kadınlarından biri olan Pelosi ise 2018’de Temsilciler Meclisi’nde kaybettiği çoğunluğu ele geçirmek için oy vermeye çağırıyor. Birden kendimi Kılıçdaroğlu’nu dinler zannediyorum:

  • Pelosi: “Değişim Kim?”
  • Kitle: “Değişim ben!”
  • Pelosi: “Napıyormuşuuuuz?”
  • Kitle: “Oy veriyoruuuz!”

Kitleye ne diyecekleri siyasetçilerden önce sahneye gelen komedyenler tarafından anlatılmış, hatta birkaç tekrarla egzersiz bile yapılmıştı. Seferber ediyor görüntüsü altında nasıl kitle dağıtılır düzen solcuları gerçekten iyi biliyor. Gazı al sandığa yönlendir. Gözleri devirme sırası ben de şimdi. Tam ağzımı açıp söyleneceğim anda birden yanımda biten adamı fark ediyorum. İrkiltmek için sessizce sokulmuş. İrkilince eğleniyor. Beraber geldiği kişi arkadaymış. Merhaba demeye gelmiş.

Aşk ve direniş

On yılı geçmiş tanışalı. Gece su içmek için girdiğim bir pizzacıda çarpışmıştık. O geceden sonraki üç buçuk yıl boyunca sayılı birkaç hafta dışında bir daha hiç ayrılmadık. 2008 finans krizinin yarattığı işsizlik dalgası üzerine eşcinsellerin evlenmesinin yasaklanmasıyla sonunda ayrılıktan başka çare kalmamıştı önümüzde.

Evlilik yasağının protestolarına katılmıştık beraber o zaman. 1990ların ünlü ACT-UP gösterilerinden sonraki en büyük gösterilerdi onlar (hala öyleler). Şimdi kürsüdeki konuşmacı bağırıyor: “Mücadeleyle elde ettiğimiz haklarımızı bizden almaya çalışıyorlar!” Dönüp ona motosikletli bir göstericiyi ezmeye çalışan otobüsü nasıl yumruklayıp tekmelediğini hatırlatıyorum. Buruk gülümseyip veda ediyor – Sanki ne olduysa sonu” der gibi. Siyasete her zaman çok kuşkucu yaklaşmıştır zaten. Birden şunu fark ediyorum: Ne Pelosi ne HRC. Direniş aşkın kendisiydi ve en büyük kavgamız bir arada kalabilme mücadelesiydi. İmkânsızlığına karşı umudun yükünü taşımaktı. Belki de o yüzden aramızdaki dayanışma kopmadı, kopamadı. Peki, hepimizin ezberine kazınan bu “Aşk direniştir fikrini ne zaman unuttuk tam olarak?

Hayatta kalmanın onuru

Aşk nedir gibi bir tirada başlamayacağım tabii. Ama ilişkilerin üçü bir arada hazır kahve tadı verdiği bir çağda ABD’de kazanılan haklara rağmen eşcinsel camiada yalnızlığın zirveye çıktığını not düşmek gerek. Evlilik hakkı mahkemede kazanıldı evet. Ama ayrımcılık ve dışlanmayla bağlantılı olduğu düşünülen depresyon ve madde bağımlılığı oranlarında düşüş bir yana artış görüldüğü dile getiriliyor. Ne büyük sürpriz değil mi?! Bir toplum, bir camia haline gelmek kolay değil emek, dayanışma, mücadele istiyor. Geçenlerde ölümden dönen metamfetamin bağımlısı arkadaşı üzerine yazan genç bir eşcinsel itiraz ediyor: “Bu haklar bizi daha mutlu yapmadı.” Hak mücadelesi her zaman belli kesimlerin çıkarlarını öncelikleştirir. Sizin fikrinizi soran olmadı ki. Bizim de sormadılar.

Ryan suratıma bakıp yüzünü ekşitiyor: “Çok mu yandım?” Kafama dank ediyor: Evden çıkarken hava bulutluydu, şimdi günlük güneşlik. “Sen yandıysan ben ne haldeyim Allah bilir. Yanmış mıyım?” Hiçbir şey söylemeden sadece merhametli bir ifadeyle yüzüme bakıyor: “Artık gidelim”. Gölgede fark ediyorum karpuz renginde olduğumu. Ancak o esnada sahneye çıkan transseksüelleri dinlemeden ayrılmak istemiyorum. Sahneye çıkan kadın avazı çıktığı kadar bağırıyor: “Umarım bir dahaki sefer bir kız kardeşimiz öldürüldüğünde bizim yürüyüşümüze de gelirsiniz”. Bir hançer gibi saplanıyor serzenişi. “Unutmamalısınız! Bu hareketi azınlık üyesi transseksüeller başlattı!” Bir şamar gibi patlıyor sözler. Ama ne gam! Alkış kıyametten oluşan kısa bir vicdan temizleme merasimiyle dayanışma antları içip uğurluyoruz.

Gözlerim doluyor. Haftanın her günü kurtarılmış eşcinsel mahallesinde siyah ve Latin ağırlıklı yoksul evsiz transseksüellerin polisle nasıl köşe kapmaca oynadığını yaşadığım apartmanın penceresinden bile gözlemleyebiliyorum. On yıl içinde nasıl drag şovların tekrar moda haline gelip, transseksüel mekânlarının kapandığını da. Eşcinsellerin evlilik ve askerlik üzerinden heveslendiği asimilasyon önce transseksüellerden koparıyor onları. Sahneden bir ses sanki benim ülkemin halini anlatıyor: Bazı insanlar seslerini duyurabilmek için ölüyorlar!” Alkışlayanlar acaba tam olarak ne dediğini anlıyorlar mı? Metafor değil yani, gerçek ölüm bahsedilen. Ama benim için onur haftasının anlamı tam da bu: En onurlularımız hayatı en kırılgan olup hayatta kalmakta direnenler. Onlar hepimizin onuru ve umudu. Başka pek bir çareleri de yok mücadele etmek dışında. Kurtuluş hareketimizin öncüleri olmaları tesadüf değil. Stonewall barikatını avukatlara binlerce dolarlık çek yazan Manhattan lubunyaları kurmadı.

Çıkmadık candan

Zihnimde bu ağır düşüncelerle gösteriden ayrılıyoruz. Üç haftadır yatıran bel ağrısı yokluyor artık Ryan’ın koluna giriyorum. Gençliğim aklıma geliyor, utanıyorum. Dahası eskiden evim olan bu yere ait hissetmiyorum. Aklım başka yerde.

Ters istikametten yürüyüşü atlayıp doğrudan partilere gelen çektirmiş lubunyalar akıyor şimdi. Sabahtan beri elini ovuşturan West Hollywood esnafına gün doğdu. Yemek için oturduğumuz köşeden Muppet Show ihtiyarları gibi bu yılın değerlendirmelerini yapıyoruz. Çakma San Francisco tramvayı görüntülü servisle eve dönerken Ryan ön sıralarda kızlı erkekli oturan bir gruba ilişkin gözlemini iletiyor: “Kız arkadaşlarınla onur haftasına geliyorsan üniversite öğrencisi falansındır.” Haklı olabilir diye düşünürken ağzımdan çıkıyor: “İyi de senin kız arkadaşların da bizimleydi bugün.” Haksız çıkmaktan insan bu kadar haz alır. Sarılıp ayrılıyoruz. Bel ağrısından artık neredeyse topallayarak eve gelirken kaldırımda yanından geçtiğim biri laf atıyor: “Yürüyüşten mi? Nasıl iyi yürüdük değil mi? Kendine iyi bak yakışıklı. Keyifleniyorum.


Etiketler:
İstihdam