07/02/2019 | Yazar: Serkan K

Oturmuş günümüz dünyasına hicivler döşerken yan masamızdan yaşlı bir adam kolumu dürttü ve “Kızlardan mı hoşlanıyorsun, erkeklerden mi?” diye soruverdi bana.

Paris hep aşk şehri olarak tanıtır kendini. İsmi geçince uyandırdığı ilk çağrışımlar romantizm ve sıcak duygulardır. Paris’i görmeye gidiyorsan, bu çağrışımların oluşturduğu beklentiler vardır üzerinde. Bu hayatının aşkını bulacağın anlamına geliyor demek kadar sığ değil elbette ama o sıcaklık bir beklentidir yabancı için. Bu yüzden sokakta el ele tutuşan, öpüşen çiftler bi farklı gelir insana Paris’te.

Ama artık beklentileri karşılamıyor Paris. Seyahatim boyunca bu eksikliği hissettirdi bana. Birçok yönüyle çok estetik bir şehirdi ama estetiğinin arkası boştu. Soğuk, mesafeli, çıkarcı ve katıydı. Belki ben yeterince tanıyamadım bu kısa sürede Paris’i, belki de havanın bozukluğunun insanlar üzerindeki kasvetinden dolayı umduğumu bulamadım.

Paris’te son gecemdi ve bir farklılık yapıp küçük bir barda Parislilerin arasına karışmak istedim. Yerlileri de tanımamış olacak değil ya kendi şehirlerini henüz, onlardan birisiyle konuştum şehirleri üzerine. Alfred, otuzlu yaşlardaydı ama kendini “Paris eski Paris değil” diyecek kadar tecrübeli ve “Sosyal medya çıktı mertlik bitti” diyecek kadar da eski kafalı gördüğü belliydi. Sıcak bir sohbet ettik onunla ve bana teknoloji ve sosyal medya geliştikçe Paris gibi romantik bir şehrin bile postmodern dünyanın griligine yenik düştüğünden bahsetti. İnsanlar artık iletişim kurmaz olmuş onun gözünde. İletişimlerini çıkarcılıkları izin verdiği müddetçe sürdürebiliyorlar. Onlar için klasik anlamıyla bir muhabbet kalmamış. “Merhaba”nın ve “Tanıştığıma memnun oldum”un içleri o kadar boşaltılmış ki artık söylenme ihtiyacı bile duyulmuyormuş. Günlük konuşmalar sosyal medya dilinden farksız olmaya başlamış. Klasik muhabbetlerin derinliği ve sıcaklığı kalmamış, insanlar çıkarları doğrultusunda yüzeyselleşmiş.

Oturmuş günümüz dünyasına hicivler döşerken yan masamızdan yaşlı bir adam kolumu dürttü ve “Kızlardan mı hoşlanıyorsun, erkeklerden mi?” diye soruverdi bana. Alfredle birbirimize bakıp bir kahkaha patlattık. Varsın sorsun, en azından hicivlerimiz yerini bulmuş oldu. Alfred adam adına özür diledi sanki özür dilemesi gereken oymuş gibi. Ama klasik dönem ruhunu yeniden canlandırmayı kendine görev edindiği de her halinden belliydi. Varsın dilesin o yüzden, belki yirmi birinci yüzyılın Hamlet’i olur.

Alfred’le sohbetimiz keyifli oldugu kadar da umutsuzluk vericiydi. Kafanda dönüp dolaşan şeylerin başka birisi tarafından da onaylandığını farketmek onların gerçekliğini arttırır ya, böylesine bir gerçeklik korku vericiydi. Alfred salaş hoteline geri döneceğini ve sıcak sohbetimize son vermek zorunda olduğunu söyledi bir müddet sonra. Bense yalnız oturmaya devam ettim ve konuştuklarımızı düşünmek için kendime zaman ayırdım. Derken dikkatimi göz göze geldiğim birisi çekti. Paris’te son gecem olmasının büyüsünden midir, alkolün etkisinden mi, yoksa tüm dış etkenlerden bağımsız onun güzelliğinden mi bilemem ama Alfred’in üzerimde yarattığı tüm umutsuzlukları silecek kadar etkileyiciydi.

Tanışmak istedim ama yeterince çıkarcı olmadan bir iletişim başlatılabilir miydi hala? Duygular çıkarlardan önce gelebilir miydi? Alfredle konuştukça gerçekliği artan distopyada birisine duygularımı açabilecek kadar cesur olabilecek miydim? Hakkımda neler düşündüğü ile ilgili binlerce spekülasyona boğulmaya cesaret edebilecek miydim? Günün sonunda beraber geçmediğimizde o tenha sokaklardan umudum daha da cok kırılmayacak mıydı?

Cesaretim var mı? /Tedirgin etmeye evreni? / Bir dakikada yeterli zaman var / Kararlarla caymalar için ki bir dakika değiştirir hepsini. (T.S.Eliot)

*KaosGL.org Gökkuşağı Forumu’nda yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur. Yazının KaosGL.org’ta yayınlanmış olması köşe yazılarındaki görüşlerin KaosGL.org’un görüşlerini yansıttığı anlamına gelmemektedir.


Etiketler: yaşam
İstihdam