04/06/2009 | Yazar: Kaos GL

Akın Birdal’ın verdiği soru önergesine Bakan Vecdi Gönül’ün verdiği yanıta ilişkin haber Milliyet gazetesinin 01.06.2008 tarihli nüshasında yayınlanmıştı.

Akın Birdal’ın verdiği soru önergesine Bakan Vecdi Gönül’ün verdiği yanıta ilişkin haber Milliyet gazetesinin 01.06.2008 tarihli nüshasında yayınlanmıştı. Durumu oldukça net şekilde özetleyen şu cümle, sorunun boyutunu da açığa çıkarmaya yetiyordu: ‘Gönül’ün verdiği bilgi ise askerlik çağındaki 14 milyon 306 bin 525 kişiden 1 milyonunun tecilli, yoklama kaçağı ve bakaya durumunda olduğunu ortaya koydu.’

Yanıt oldukça ilginçti. Görev başındaki toplam asker sayısının bir milyon civarında olduğu bir ülkede 14 milyon civarında askerlik çağında yurttaş vardı. Bu sayılar açıklandığında henüz dört tarafı düşmanla çevrili bir ülkede olduğumuzu düşünüyorduk. Bütün savunma konsept ve stratejilerinin buna ayarlı olduğu da biliniyordu. O halde devlet, askerlik çağındaki 14 milyon yurttaşın bir milyonu ile tarihimizdeki kritik dönemlerden birinin daha altından kalkılabileceğini düşünmüştü. Üstelik anlaşılan bir milyon görev başında, bir milyon civarında tecilli, yoklama kaçağı ve bakaya ile 12 milyon askerlik çağında olduğu halde bir sıfat verilemeyen yurttaş da vardı. Peki bunlar kimlerdi? Buna verecek tahmini bile olsa bir yanıtım yok. Zaten olması da beklenemez. Çünkü önergeye yanıt verecek olan Sayın Gönül’dü.

Fakat asıl sorun bunun yanıtsız kalması değil, şuydu; Gönül sayıları verirken hiç ‘titizlik’ göstermemiş, tecilli sayısı ile yoklama kaçağı ve bakaya sayısının toplamını vermişti. Tecilliler yasal bir prosedürü yerine getirebilmiş olanlar olduğuna göre, yasal prosedürü yerine getirememiş olan yoklama kaçağı ve bakayalar ile aynı küme içinde neden anılmıştı?
Bu açıklama tarzı iki şeye işaret ediyor olmalıydı: Demek ki devletten örneğin Türkiye’deki mahkûm sayısını öğrenmek istesek, ‘şu kadar tutuklu ve hükümlü var’ diyecek ve biz hiçbir zaman hükümlü sayısını öğrenemeyecektik. Bu bir özensizlik olarak kabul edildiğinde ülkemize has ‘kolay anlaşılır’ bir durum. Ancak Gönül’ün açıkladığı konu bir özensizliğe değil ‘özene’ işaret ediyor. Dikkatle yapılmış ve özenle gerçeği gizlemeyi başarmış bir açıklama. En azından yoklama kaçağı ve bakayalarla bir ordu daha kurabileceğinin söylenmesini engelleyecek bir açıklama. Bu nedenle bu tarz bir açıklamanın işaret ettiği birinci sonuç, devletin gerçeklerden pek hoşlanmadığı ve halen bu hoşnutsuzluğun ‘milli menfaatler’ çerçevesinde aynen devam ettiğidir. TUİK’in sıradan çalışmaları arasında yer alabilecek rakamların, devlet güvenliğini ilgilendiren rakamlar olarak bir soru önergesine muhatap olmasının ve yurttaşların açıklamadan bir şey anlamamasının sebebi başka türlü açıklanamaz.

Bu açıklama tarzı ikinci olarak, kısa dönemde Türkiye’nin ‘milli güvenlik devleti’ sıfatından kurtulmasını beklemenin fazla hayalci olmayı gerektirdiğini hatırlatmasıdır. Fakat bu bizi hayalperest yapsa bile, böyle bir milli güvenlik devletinin ‘olmak istediği’ bir dünya devleti olamayacağı da ortadadır. Çünkü bu milli güvenlik devleti ile geniş bir yurttaş kesiminin arası hoş değildir ve bunu belgeleyen rakamların açıklanıyormuş gibi yapılması devletin, yurttaşlarının güvenliğini gerçekten tehdit eden sorunları ortadan kaldıracağını düşünmeye yetmez.

Milli sözcüğünü takip eden güvenliğin kastettiği eğer yurttaşların güvenliğiyse, askerlikle ilgili mevcut durumun milli niteliğini, sayılar ispat edecek olmalıydı. Bu olmuyorsa devletin samimiyetle ve hızla çözüm için adım attığının anlaşılması için sayıların doğru verilmesi gerekiyordu.

Öte yandan son dönemde üzerinde ciddiyetle düşünülmesi gereken bir bilgi Taraf gazetesinin 26.05.2009 tarihli nüshasında şu cümle ile yayınlandı: ‘15 milyon gencin hayatını etkileyecek ‘tek tip askerlik’le ilgili ilk taslak metin Genelkurmay Başkanı’nın açıklamasından bir ay sonra Başbakanlık’a ulaştı’.

Bu ‘taslak metin’in hangi başlıkları içerdiğini bile bilmiyoruz. Fakat bunca zaman sonra, hâlâ ‘askerin elinden çıkmış bir taslak’tan söz ediliyorsa, siyasi gelişmeler arasında özellikle Kürt sorunundaki gelişmelere dikkat kesilmemiz gerekiyor. Çünkü taslağın askere ait olması ve Kürt sorununun ordunun kademelerini etkileme tarzı dikkate alınırsa, şimdilerde askerlik sorununa muhatap olanları tatmin edecek ve gelecek kuşak askerleri mutlu edecek bir çözüm beklemek zorlaşıyor. 

Ödev

Belki en kritik beklenti askerlik ödevinin mutluluk verici bir ödev olabilmesi yönündeki beklentidir. Kimilerine kulak tırmalayıcı gelecek olan bu beklenti, elbette askerliğe ilişkin yerleşik algıyla ilgili. Çünkü askerlik ödevi sırasında eğitim süresinin en fazla 3,5-4 ay sürüyor olmasına rağmen geriye kalan süreyi sorgulamaksızın meşru kabul eden bir ‘asker milletimiz var’. Oysa çağdaş normlar geriye kalan sürenin zorla ve bedelsiz çalıştırma sayılabileceğini gösteriyor. Bu sorunu böyle görebilmek için ise sözde değil, gerçekten kalkınmaya niyetli olmamız gerekli. Çünkü dünyanın hiçbir ülkesinde ekonomik kalkınma, devlet zoruna, çalışanların-sorgusuz sualsiz- itaatine ve bedava işgücüne bakmıyor artık. Bunlara bakmıyor da bunlara ihtiyaç duyuyor mu? Tam tersine, sorgulayan zihinlere ve kalifiye emeğe ihtiyaç duyuyor. Dolayısıyla askerlik ödevinin yapılması sırasında yurttaşı mutlu edecek kriterler, bizzat kalkınmada rol alacak yurttaşlarda ihtiyaç duyulan insani özellikleri tanımlıyor.

Ordudan gelen taslağın bunları içermediğini düşündüren işaretler var. Bu fikri güçlendiren en ciddi işaret, Başbuğ’un sözlerinde; ‘Biz tüm bu sistemleri genel olarak ele alıp daha sağlıklı, daha sade, daha eşit, daha adil bir sistem üzerinde çalışıyoruz. Bunları tek tipe indirebilir miyiz konusu üzerinde duruyoruz’.

Başbuğ mevcut sistemin ‘genel olarak’ ele alındığını söylüyor. Buradan hareketle dört vurgu (sağlıklı, sade, eşit, adil) yapıyor. Oysa bu taslağın sağlıklı ve adil olabilmesi için sade ve eşit olmaması gerekiyor. Çünkü sadelik, toptancılık; eşitlik ise yüzeysellik içerebilir.

Çünkü kim, okuma yazma bilmeyen bir yurttaşa, devletle karşılaştığı ilk alanda ‘askerliğin onun ödevi olduğunu iddia etmenin’ doğru olduğunu söyleyebilir? Devletin bu yurttaşı ile karşılaştığı anda, ilk önce onu diğer yurttaşları ile eşitlenmesini sağlayacak hizmetleri almasını sağlaması gerekmez mi? Hiç değilse bu ‘unutulmuş’ yurttaşını modernleşen bir topluma uyum sağlamak için motive edecek kadar yönlendirmesi ve donatması gerekmez mi? Bu nokta vazgeçilmez olmak üzere daha birçok sorun var. Örneğin bir öğretim üyesi, öğretmen, psikolog, pedagoga, verilecek en iyi askerlik ödevinin içeriği nedir? Bir işletmecinin askerliğini işletmelere danışmanlık yaparak geçirmesi eşitliği bozar mı?

Bütün bu sorunlar ve daha yüzlercesi ‘tek tip asker anlayışı ile ve sade bir kanunla’ düzenlenebilir mi? Yurttaşlar arası fırsat eşitliğinden söz etmenin oldukça güç olduğu ülkemizde askerlik ödevinin aynı zamanda devletin de yurttaşlarına yönelik ödevlerini yerine getirmesine vesile olması gerektiğini öncelikle unutmamak gerek. Bu nedenle bu kanunun yurttaşlarını mutlu edecek bir içerik taşıdığına ikna olabilmek için öncelikle pozitif ayrımcılık içermesi ve temel askeri eğitim dışındaki sürenin yurttaştan yurttaşa hizmete dönüştürülmesi gereklidir. 


Etiketler: insan hakları, askerlik
İstihdam