26/03/2019 | Yazar: Yıldız Tar

Ama ben Okan abim gibi olmak istemiyordum. Okan abim beni sevsin istiyordum.

D. Mahallesi, D. Sokak. Apartmanın adını hatırlamıyorum, rengiyle var bende. Toz pembe…

Çocukluğumun geçtiği evi, apartmanı, sokağı hatırlamaya çalıştığımda aklıma gelen cümle. Beş katlı bir apartmanın beşinci katında yaşıyorduk. İki oda, bir salon, koca bir dünyaydı o ev benim için.

Apartmanın iki cephesi vardı. Ana cephe bir yanı bedava çikolata veren İsmail bakkal, diğer yanı kazıkçı İsmet market ile sınırlı bir manzara. Hemen karşımızda beyaz bir apartman. Balkonlar birbirine bakıyor.

Bu cephe evimizin yaz cephesiydi ve bu manzaraya ulaşmanın iki yolu vardı.

İlki salondan açılan balkon. Sobalı evde salon kışın hiç kullanılmazdı. Salon kışın kapanan yazın açılan koca bir alemdi.

Salonun hemen yanında annemle babamın yatak odası vardı. Yazın açılan cephe onlara tüm sene açıktı. Yatak odasına girmemiz yasaktı. Bazen -eğer annemin iyi günündeysek- açılırdı kapısı. Büyülü bir dünyaya geçit gibi…

Hayatımın geçtiği odanın cephesi ise başka bir alemdi. Apartman kocaman bir tepenin üstündeydi ve kışın gündüzleri oturma; geceleri ben ve kardeşimin yatak odası olan odanın penceresinden bütün Gemlik’i izleyebilirdik. Benim yattığım kanepe camın tam kenarındaydı ve her gece ay ve yıldızları izleyerek uyuyordum. Bazen camdan sarkıp sokaklara, o sokaklardaki evlere hikayeler uydurduğumu hatırlıyorum. Bazen de kocaman bir ejderhanın gelip beni kapatıldığım bu kuleden kurtarması hayali kurduğumu…

İllüstrasyon: kokiri85

Bu eve ulaşmanın birçok ev gibi tek bir yolu vardı. Yazlık cephedeki demir kapıdan geçmek. Devamında beşinci kata doğru yollanmak. O beşinci kata gelene kadar da kimisi kapısını açıp selam verme adıyla seni gözetleyen, kimisi de hiç buna bile gerek duymadan kapıdaki ufak delikten dikizleyen komşular.

Bodrum katta apartmanın tamamından dışlanan bir aile oturuyordu. Apartman kadınlarının günlerine de dahil olmazlardı. Dahil edilmezlerdi. Çünkü görece fakir apartmanımızın görece olmayan fakirleriydiler. Bir kere annemin diğer komşularla bodrum kat komşusuna oturmaya gittiğini hatırlıyorum. Yaptığı kek tatsızdı. Çayı kötüydü. En azından komşu kadınlar böyle diyordu. Bense kapatıldığım kuleden çıkmanın heyecanıyla bodrum katın karanlığında eğlendiğimi hatırlıyorum. Eve döndüğümüzde annem bodrum katta yaşayan kadına üzüldüğünü söylemiş, tahtaya vurup, “Allahım bizi o hallere bir daha düşürmesin” demişti. Bir daha’dan anladığım kadarıyla daha önce biz de o haldeydik.

İlk katta Muazzez teyze. Onun eve arada uğrayan bir oğlu, komşuların “biraz hafif” dediği kızı vardı. Hafif kızıyla iyi anlaşırdık. Beni severdi. Annem evde olmadığında beni Muazzez teyzelere bırakırdı arada. Ben de benden 10 yaş büyük hafif kızıyla hafif müzikler dinlerdim.

Merdivenleri tırmanmaya devam edince ikinci katta yeni evli bir çift yaşıyordu. Hanım abla ve güvenlik görevlisi kocası. Her gece evlerinden yükselen bağrış seslerine bütün apartman kayıtsızdı. Gündüzleri ise kadınlar birer birer uğrardı Hanım ablaya. Her kadın kendi meşrebince akıl verirdi. Ben de trabzanlardan izlerdim Hanım ablayı. Üzülürdüm haline. Sonra sevinirdim. En azından kocası vardı. Benim ne zaman kocam olacaktı?

Üçüncü kata çıkınca bu sorunun yanıtı bizi bekliyor. Figen teyze ve onun benden bir yaş büyük oğlu Eren. Figen teyzeyi apartmanda kimse sevmez ama herkes sever gibi yapardı. Figen teyze fettandı. Büyücüydü. Kocasını aldatıyordu. Aldatmasa da fingirdiyordu. Herkes kocasına sahip çıkmalıydı. Ama ben asla kendimi tehlikede hissetmedim. Çünkü kocam onun oğluydu. Sahip çıkmama gerek yoktu. Bütün o diğer kadınlardan şanslıydım ben. Eren benim kocamdı. Ben onun sadık karısıydım. Eve geldiğinde yemeğini yapar, ayaklarını yıkardım. Sonra karı-koca zamanı başlardı. Odamıza, daha doğrusu annemin açık unuttuğu yatak odalarına çekilirdik. Eren benim üstüme çıkardı. Başlardı sürtünmeye. Sürtündükçe de hırlama ile bağırma arası sesler çıkartırdı. O üzerimde sürtündükçe benim kendime güvenim artardı. Bir kere de öpse iyi olurdu. Ama hiç öpmedi. Olsun, kocamdı.

Ta ki bir gün annem bizi yakalayana kadar. Eren annemi görünce utandı, apar topar üzerimden kalktı ve hemen odadan çıktı. Bense mutlu mesut uzanmaya devam ediyordum. Sonra annemin yüzüne baktım. Annemin suretinde yeni bir duyguya rastladım. Annem ya güler ya ağlardı. Üçüncü bir duygusu yok sanırdım. Yanılmışım. Annemin suratında dehşeti gördüm. Ona eşlik eden utanç. Ne yapacağını bilemezlik…

Annem çekti beni köşeye.

-Napıyordunuz siz orda?

-Evcilik oynuyorduk.

-Nasıl evcilik o öyle?

-Eren kocam ben onun karısıydım.

-Neden sen koca değildin?

-İstemiyorum koca olmak.

-Erkekler evcilik oynamaz. Bundan sonra Eren bize gelmeyecek. Sen de onlara gitmeyeceksin.

Böylece annem beni kocamdan ayırmış oldu. Ayrılık sorun değildi de Eren keşke sokakta beni görünce suratını çevirmeseydi. Hadi suratını çevirdi, diğer çocuklara beni gösterip “tekerlek oğlum bu” demeseydi. Olsun, Hanım ablayı da kocası dövüyordu. Kocalar böyleydi. Ama keşke sokakta bunu dedikten sonra beni kömürlükte sıkıştırmasaydı. Kocalar karılarını kömürlükte sıkıştırmaz. Odalarına çekilirler. Keşke bana bir oda kursaydı…

Ben ağlayarak eve çıkarken dördüncü katta beni Sema teyze karşıladı. Sema teyze apartmanın en yaşlı ve saygı duyulan kadınıydı. Evlerinde kömür sobası yerine gaz sobası vardı. Zenginlerdi. Apartmanın işlerine pek karışmaz, ama ihtiyaç duyulduğunda herkesin derdini dinler, çözerdi. Belki benim de derdimi çözer diye sarıldım ona. Hıçkıra hıçkıra ağlıyordum.

-Oy benim kuzum. Noldu sana? Düştün mü? Diğer çocuklar mı dalaştı sana? Gel kuzum sana su vereyim.

Anlatamadım. “Yalnızım” diyebildim sadece.

Ertesi gün bizim eve bir gitar geldi. Sema teyzenin oğlu Okan abi bana gitar çalmayı öğretecekmiş. Böyle başladı benim kısa süren gitar serüvenim. Okan abi bana gitar öğretmeye çalışırken ben ellerine bakıyordum hep. Ne güzel elleri vardı öyle. Diğer erkekler gibi de değildi.

Sonra Okan abi gitti. Ankara’da üniversite okuyacakmış. Ben de Okan abim gibi olursam Ankara’da üniversite okuyabilirmişim. Ama ben Okan abim gibi olmak istemiyordum. Okan abim beni sevsin istiyordum. Ona sobada kestane kavurmak istiyordum. Akşamları beraber portakal yesek nolurdu ki?

D. Mahallesi, D. Sokak. Apartmanın adını hatırlamıyorum, rengiyle var bende. Toz pembe…

Kestane kavuramadım, portakal yiyemedik, Eren de beni artık umursamıyordu. En azından yattığım kanepenin penceresinden Ay dedeyi görebiliyordum. Annemin dediğine göre Ay dede dilekleri kabul ediyordu. Ben de tuttum dileğimi. Koştum anneme söyledim.

-Anne ben Ay dedeye dilek tuttum?

-Ne tuttun oğlum?

-Beni değiştirmesini.

Annem sinirlendi. Yeni bir duygu vardı bu sefer suratında. Dehşetten daha dehşet bir duygu. Öfke.

-Öyle dilek tutulmaz. Allah baba nasıl yarattıysa öyleyiz. Günah. Çabuk geri al dileğini.

-Ama Ay dede Allah babadan daha büyük değil mi?

-Hemen tövbe et. Olur mu öyle şey?

-Peki.

Oysaki ben Ay dededen bana süper güçler vermesini istemiştim. Sabahları izlediğim X-Men’deki gibi süper güçlerim olsa belki Eren bana geri dönerdi, belki uçarak Ankara’ya giderdim ve Okan abiyle kestane yerdik…

*KaosGL.org Gökkuşağı Forumu’nda yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur. Yazının KaosGL.org’ta yayınlanmış olması köşe yazılarındaki görüşlerin KaosGL.org’un görüşlerini yansıttığı anlamına gelmemektedir.


Etiketler:
İstihdam