02/06/2016 | Yazar: Tuğçe Isıyel

Kendimizi ıskalamamak adına, en azından belirli sürelerde sosyal medya diyetine, stalklama molasına davet etmek istiyorum sizleri.

Artık bebekler facebook’a doğuyor. Daha anne karnındayken bile hepsinin bir facebook hesabı oluşturuluyor. Bebeğin doğumundan itibaren gani gani fotoğraflar paylaşılıyor. Bebek, ilk önce mahremiyetsizlikle tanıştırılıyor adeta. Ve bunu yapan ebeveynler çocuklarının bireyselleşmesine, organik beslenmesine, eğitimine vs... aşırı dikkat eden insanlar. Bu ne perhiz ne lahana turşusu denklemine ise kimseyi ikna edemeyeceğimi gayet iyi biliyorum. Çocuk, ebeveyninin narsisistik bir uzantısı, en değerli eseri, en önemli projesi gibi ve elbette bu eseri herkes görmeli, herkes likelamalı.

Sosyal medya hesaplarında paylaşılan fotoğraflar, gönderiler hep en olumlu nitelikte. Sosyal medyaya yansıtılan yüzümüz hep en güzel, en güler, en eğlenceli yüzümüz. Aman kimse bilmesin gerisini, olumsuzluklarımızı, hayal kırıklıklarımızı, depresyonumuzu, travmalarımızı. Bir imaj yaratalım ve bu imaj üzerinden var edelim kendiliğimizi. Başkalarıyla muhatap oluşlarımız hep bu sahte imaj üzerinden olsun. Tanımadığımız kişilerle facebook üzerinden arkadaş olalım, arkadaşlarımızın sayısı binleri bulsun ancak akşam 2 çift laf edecek, dertleşecek kimseleri bulamayalım. İnsanlarla bağlantı kuralım ama bağ kurmayalım ve bu bağ kuramama halinden bir yalnızlık cehennemi yaratalım. Arkadaş sayımız binleri bulurken, bizler evlerimizde yalnızlık biriktirelim.  Ve bu yalnızlığımızı da facebookta, instagramda ya da twitterda paylaşılanları takip ederek, başka hayatlarda ne olup bittiğini gözetleyerek ve hatta onlara özenerek gidermeye çalışalım. Ve bu kısır döngüler içerisinde artsın kaygılarımız, çaresizliklerimiz, insansızlığımız. Tüm bunlar sonucunda da kendi sesimizi daha da duyamaz hale gelelim, kendimize iyice yabancılaşalım.

Bu yabancılaşmış halimizle ilişki yaşamaya soyunalım bir de. Ne yazık ki artık ilişkiler de olduğu haliyle değil. Yarattığımız sahte imajları bir şekilde farkına varıyoruz ki karşımızdakinin de benzer noktalarda olduğunu var sayıyoruz. Bu var olan sahteliğin ötesinde daha gerçek bir yerlere varma niyetiyle stalklamaya başlıyoruz hayatımıza giren kişiyi. Onun geçmişini, paylaşımlarını deşmeye başlıyoruz. 3 ay öncesi, 1 yıl öncesi, 3 yıl öncesi vs... Sonra gelsin kıskançlıklar, tartışmalar, soğumalar... Ve ayrılık. Neyse ki ayrılsak da beraberiz, sosyal medyamız sağolsun.

Peki nedir bu stalklamak? “Stalker” kelimesini Türkçeye takip eden, gözetleyen şeklinde çevirebiliriz. Özellikle sosyal medya üzerinden rahatlıkla yapılabilmesi, kolay ulaşılabilir olması ise eylemi daha takıntılı ve böylelikle de daha psikopatolojik bir hale dönüştürebiliyor. Son dönem hastalıklarından biri olarak da pekala düşünülebilir. Peki birini stalklamanın altında yatan nedenler neler olabilir? Merak? Kişinin yaşadığı derin duygusal boşluğu -belki de yalnızlığı- çeşitli görüntü ve yazı kalabalığıyla gidermeye çalışmak? Ya da içerideki zihinsel ve duygusal yükü, dışarıdaki bir şeye bağlama arzusu ve bu sayede hafiflemeyi umma?  Veya ayrılmayı reddetme ve o kişiyle bağlantıda kalma arzusu?

Sebebi her ne olursa olsun, olan biten şeylerden belki de en önemlisi belleğinizi kendi haline ve kendi hatırlamak istediklerine bırakmayıp, zihninizi sürekli dışarıdan gelen yeni görüntülerle muhatap edip, kendinizi o kişiyle iyice yoğurmanız. Peki bunun ne gibi sonuçları olabilir?

Sigmund Freud’a göre bellek, yas karşısında direnir, çünkü yitirilen sadece bir kişi/nesne değil, insanın o kişi/nesneyle kurduğu ilişkidir aynı zamanda. Yaşanan kayıplardan sonra hayata sağlıklı bir şekilde devam edilebilmesi için bir “yas çalışması”na ihtiyaç vardır: yani “öleni öldürme süreci”ne. Freud, 1917 yılında yazdığı “Yas ve Melankoli” makalesinde kayıplarla vedalaşma sürecine değinir. “Kayıp” kelimesi, bize ilk olarak ölümü çağrıştırırsa da bir ilişkinin bitmesi de kayıptır. Bu süreçte benlik kaybedilen kişi ya da nesnenin artık var olmadığı hükmünü verir ve enerji bu kişi ya da nesneden geri çekilir. Freud bu noktada “sağlıklı/başarılı yas” ve “patolojik/başarısız yas” ayrımı yapar. Başarılı yas, kaybedilen nesnenin/kişinin yerine başka bir nesneyi/kişiyi koymakla ilgilidir; başarısız yas ise engellenmiş yastır, patolojik bir durumdur ve melankoliye yol açar. Bu patolojik durumda, ego kaybedilen nesne tarafından ele geçirilir, kaybedilen nesneye kendini adar. Başarısız yas durumunda bellek, yitirilene takılıp kalmakta ve obsesif-kompülsif saplantılarla, yani yoğun tekrarlarla yası sürdürmektedir. Yas çalışması ise yitirileni, bellekte, sembolik olarak başka bir yere taşımakla yapılır; böylece saplantılı tekrarlardan kurtulan benlik, özgürlüğüne kavuşur.

İşte tam da burası sosyal medyanın, ilişki kayıplarında/yaslarda kişilere yaşattığı ya da kişilerin yaşamayı tercih ettiği cehennem taraf. Çünkü yitirdiğiniz nesnenin yani ayrıldığınız kişinin sürekli fotoğraflarına, paylaşımlarına bakarak aslında başarısız bir yas sürecine girip kaybedilen kişiye iyice saplanıp kalıyorsunuz. Yasınızı tutamadığınız için de gerçekten o kişiden ayrılmanız pek de mümkün olmuyor aksine o kişiyle iyice kaynaşmış oluyorsunuz.  

Bu kaynaşma hali ise diğer ilişkilerinizi olduramama halini besleyebiliyor.  Veya bir diğer versiyon olarak karşınıza hep benzer kişilerin çıkması da burada halledemediğiniz meselenizin tez zamanda çözülmesi gerektiği sinyalini verebiliyor size. Aksi halde çözülmesi gereken meseleler farklı kişilerde tekrar tekrar gündeme gelerek kendilerini size sürekli hatırlatıp, bir şekilde çözülmeyi bekliyorlar ısrarla.

Yaşanılan kayıpların ardından içinize dönüp mutlaka yasınızı tutmanız ve o kişiyle vedalaşmanız gerekmektedir. Sosyal medyanın tüm bunu mümkünsüz kılma çabalarına rağmen. Dışarıdan size oldukça basit görünen bu merak dürtüsü, içeride çok hazin tahribatlara yol açabilir.  Bu noktada eski sevgiliyi stalklamaktansa, iç dünyanızda olup biteni stalklama eylemi sizi çok daha farklı açılımlara taşıyabilecektir kendinize dair. Kolay mı? Bu çabucak ulaşılabilir bilgi ve görüntü kirliliğinde kolay olduğunu pek sanmıyorum. Ancak iç meselelerimize yoğunlaşmaktansa sürekli tekrar eden dış meselelerle boğuşmak, kendimizle olan temasımızı ciddi anlamda tehdit ediyor olabilir. Kendimizi ıskalamamak adına, en azından belirli sürelerde sosyal medya diyetine, stalklama molasına davet etmek istiyorum sizleri. 

*Bu yazı ilk olarak Kaos GL Dergisi’nin “Sanal Alem” dosya konulu 147. sayısında yayınlanmıştır.


Etiketler: medya
İstihdam