05/01/2016 | Yazar: Melek Göregenli

Ayrımcılığın hedefi olan grup aidiyetleri içinde belki de en yakıcı sonuçlara neden olanları; cinsiyet ve cinsel yönelim, cinsiyet kimlikleriyle ilgilidir.

Ayrımcılığın hedefi olan grup aidiyetleri içinde belki de en yakıcı sonuçlara neden olanları; cinsiyet ve cinsel yönelim, cinsiyet kimlikleriyle ilgilidir.

Araştırma sonuçlarımız, Türkiye’deki işyerlerinin büyük çoğunluğunda LGBTİ çalışanları gerek ayrımcılığın olumsuz sonuçlarından koruyacak gerekse özel ihtiyaçlarına cevap verecek prosedürlerin ve uygulamaların bulunmadığını göstermektedir.

Ayrımcılık, genel olarak, insanların doğuştan getirdikleri, insan olarak doğmakla kendiliğinden kazanmış oldukları hukuki ve etik bir kavram olan "Eşitlik" ilkesinin ihlali şeklinde karşımıza çıkar.

İnsanlar eşit doğarlar; insan olmak bakımından aynıdırlar ve pek çok özellikleri açısından farklılıklarıyla bir arada olurlar. Bu bir arada olma hali içinde ortaya çıkan ayrımcılıklar sadece hukuki ve etik boyutlarıyla bir hak ve hakkaniyet, yani “Adalet” sorunu mudur; yoksa bununla birlikte siyasetin merkezindeki kaygı olan, olması talep edilen bir “Eşitlik” sorunu mudur? Ayrımcılıkla mücadelede adalet sorunsalına odaklanıldığında, ayrımcılığın aşılmasındaki politik sorunlar ve eşikler akla gelirken, siyaset sorunlarına odaklanıldığında ise, politik temelleri olan bir hukuk mücadelesine duyulan ihtiyaç belirginleşmektedir: Eşitlik mücadelesi normatif, yani kural koyucu yapıların değiştirilmesini içermektedir.

Bir eşitlik ve adalet sorunu olarak ayrımcılıkla mücadele, toplumun örgütlenmesini, hukuk sisteminin işleyişini ve benzeri unsurları kapsayan çok boyutlu süreçlerden oluşur. Ayrımcılık öncelikle ister bir hukuk sorunu ister siyaset sorunu olarak tanımlansın, son çözümlemede ve bütün boyutlarının ötesinde, insanlar arasındaki ilişkilerde ortaya çıkan, zihinsel kaynakları ve nedenleri insan olan, “insani” bir sorundur.

Gündelik yaşam içinde, farklı yaşam alanlarında, toplumu oluşturan çeşitli kişi ve grupların kendilerini mutsuz, “verimsiz”, “hasta”, “kusurlu”, “eksik”, “dezavantajlı”, sonuç olarak “yaralı” hissetmelerine neden olan neredeyse normalleşmiş, sıradan bir kötülüktür. Ayrımcılık mağduru olan insanların mağduriyetleri çoğu zaman görünmezdir, alışıldıktır, benimsenmiştir ve hatta “hak edilmiştir”; adeta günlük hayatın değişmez bir parçasıdır. Ayrımcılığın insanlar arası ilişkilerde inşa edilen düşünsel kaynakları ve davranışsal sonuçları olduğu göz önüne alındığında, toplumu oluşturan tüm bireyler ve kesimler açısından bir zihniyet dönüşümünün gerektiği açıktır. Bu zihinsel dönüşümün gerçekleşebilmesi için ayrımcılığın hangi düşünsel yapılar yoluyla oluştuğu, hangi iktidar yapılarıyla korunduğu ve günlük hayatta nasıl somutlaştığı üzerinde durmak gerekir.

Önyargılar yoluyla ve onların sonucunda oluşan ayrımcı tutumlar ve davranışlar, bir kişinin kişisel özellikleri ya da davranışları nedeniyle değil, ait olduğu grubun, bir kısmı da “varsayılan” özellikleri nedeniyle maruz kaldığı olumsuz deneyimlerdir.

Bazen doğuştan getirilen bazen sonradan edinilen özelliklerimiz, aidiyetlerimiz nedeniyle, çoğunlukla insanın kendi iradesiyle değiştiremeyeceği niteliklerimiz yüzünden ayrımcılığın mağduru oluruz. Paradoksal biçimde aynı nedenlerle de diğer insanlara, bizim ait olduğumuz gruba ait olmadıkları için ayrımcılık yapabiliriz; toplumsal bir kısırdöngü sonucunda, yukarıda ve aşağıda olanlar değişse de, hepimiz, bir şekilde bir özelliğimiz ya da bir grup aidiyetimiz nedeniyle ayrımcılığın hem faili hem mağduru olabiliriz.

Ayrımcılığın hedefi olan grup aidiyetleri içinde belki de en yakıcı sonuçlara neden olanları; cinsiyet ve cinsel yönelim, cinsiyet kimlikleriyle ilgilidir. Bunun nedeni; cinsiyet, cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği ile ilgili konuların insanlık tarihi boyunca toplumsal ve politik bir nitelik taşımaları, bu alanda kurulan iktidar sistemlerinin ekonomik ve toplumsal işbölümünü ve paylaşımı belirlemeleri, dolayısıyla her zaman hukuk ve politikanın alanına girmeleridir. Bu alanlardaki ayrımcılıklar, büyük sıklıkla yaşam hakkı ihlallerine dahi neden olabilmektedir ve tüm yaşam alanlarında, tüm insan kültürlerinde makro ve mikro düzeylerde gözlemlenebilmektedir.

Böylesi bir perspektiften hareket eden Kaos GL Derneği, çalışma hayatında cinsel yönelimlere ve cinsiyet kimliklerine yönelik ayrımcılığın görünür kılınması ve verili durumun saptanması amacıyla bir araştırma başlatmıştır. Bu kapsamda; lezbiyen, gey, biseksüel, trans ve interseks (LGBTİ) özel sektör çalışanları ile işyeri sahipleri, yöneticileri ve insan kaynakları uzmanlarından deneyimler ve görüşler bir araya getirilmiş ve yorumlanmıştır. Ayrıca, ABD ve Almanya menşeli büyük uluslararası şirketlerin konu ile ilgili mevcut politikaları derlenmiştir. Araştırmamızın sonuçları, yukarıda sözünü ettiğimiz sorunun yakıcılığını ve çözüm yollarının varlığını açıkça ortaya koymaktadır.

Araştırma sonuçları, LGBTİ özel sektör çalışanlarının, çalışma ortamlarında cinsel yönelim ve cinsiyet kimliklerini büyük oranda saklamak zorunda kaldıklarını göstermektedir. Cinsel kimlikleri açısından açık olan katılımcıların ise maruz kaldığı veya karşılaştığı pek çok önyargılı tutum ve ayrımcı davranış ifade edilmiştir. Ne yazık ki, araştırma sonuçlarımız, Türkiye’deki işyerlerinin büyük çoğunluğunda LGBTİ çalışanları gerek ayrımcılığın olumsuz sonuçlarından koruyacak gerekse özel ihtiyaçlarına cevap verecek prosedürlerin ve uygulamaların bulunmadığını göstermektedir. Bundan ötesi, Anayasa’da ve İş Kanunu’nda cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği temelli ayrımcılığın korunan kategoriler arasında yer almaması,  LGBTİ vatandaşlar açısından “Eşit Vatandaşlık” ilkesinin hayata geçirilmesinin önündeki başlıca engel, başlıca yasal eksiklik olarak karşımızda durmaktadır.   

Araştırma sonuçları, mevcut durumun sadece LGBTİ çalışanlara yönelik doğrudan veya dolaylı, açık veya örtülü ayrımcılıklara yol açmadığını, aynı zamanda çalışanların ve işyerlerinin gerçek performanslarının ortaya çıkmasını engellediğini, işyeri barışını olumsuz etkilediğini ve işyeri verimliliğini düşürdüğünü göstermektedir.

Cinsel kimliği açık olan çalışanlara yönelik ayrımcılık daha açık ve net biçimlerde yaşansa da, cinsel yönelim veya cinsiyet kimliğinin açık olmadığı durumlarda bile, önyargılar, yorumlar, imalar ve tahminler bu kişiler açısından istihdam alanına tam ve etkin katılımı engelleyici ve mağdurlaştırıcı olmaktadır.

Araştırmamızın sonuçları olumlu bulgulara da işaret etmektedir. LGBTİ çalışanlara yönelik ayrımcılıkla ilgili sorularımıza ve alınması gereken önlemler konusuna neredeyse tüm katılımcılarımızın ayrıntılı ve söz birliği içinde yanıt vermesi, olumlu bir sonuç olarak, ayrımcılığa ilişkin genel bir farkındalığın olduğu yönünde değerlendirilebilir. Kuşkusuz, araştırmamıza katılma tercihinde bulunmak da bu duyarlılığın başka bir göstergesidir. Nitekim son soruda, katılımcılarımızdan başka bir öneri ya da görüşleri olup olmadığını belirtmeleri istenmiş ve bu soruya verilen yanıtlarda katılımcılarımızın büyük bölümü, böylesi araştırmaların sağlayacağı farkındalığın özel sektörde çalışan LGBTİ işgücüne yönelik ayrımcılığın önlenmesinde yararlı olacağını düşündüklerini ifade etmişlerdir. Genel olarak, soruna dair farkındalık ve mevcut olumsuz durumun değiştirilmesi gereğine destek biçiminde ortaya çıkan bu sonuç değerlidir ve geleceğe ilişkin umut beslememize neden olmaktadır.

Soru formunda yer alan ve işverenlere, yöneticilere, insan kaynakları uzmanlarına ve LGBTİ çalışanlara ortak olarak yöneltilen, "Sizce işyerlerinde LGBTİ çalışanlara dönük ayrımcılığa karşı alınması gereken önlemlerin en önemlileri ve acilleri neler olabilir?" sorusuna verilen yanıtlar da LGBTİ çalışanlar ile şirket yetkilileri arasındaki benzer görüşleri gün yüzüne çıkarmıştır. İki grup da, genel bilinçlendirme, toplumsal değişim, zihniyet değişikliği ile ilgili çalışmalar yapılması, eğitim ve benzeri önlemleri sıklıkla dile getirmişlerdir. Koruyucu yasal düzenlemeler; Anayasa’da, İş Kanunu’nda ve şirket yönetmeliklerinde yapılması gereken değişiklikler de dile getirilen önlemler arasındadır. Alınacak önlemlerin görünür kılınması amacıyla kamusallaştırılmasının ve LGBTİ’leri istihdam etmeye yönelik pozitif ayrımcılığın gerekliliği vurgulanmıştır. Ayrıca, şirketlerin LGBTİ çalışanlara eşit mesafede olduğuna dair kamuoyuna açık bildirimler, ayrımcılıkla mücadelenin başarılması, LGBTİ çalışanlar ile diğerleri arasında gerçek karşılaşmaların yaşanması, sosyal diyalogun sağlanması ve eşit istihdam ve eşit vatandaşlık koşullarının yaratılması açısından yararlı görülmektedir.

Cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği temelli ayrımcılıklar, hayatın her alanına sinmiş homofobik ve transfobik önyargılardan kaynaklanmaktadır ve önüne geçilebilmesi için de kanun yapıcıların, siyasi yetki ve sorumlulukları olan yöneticilerin, yargı alanının, sivil toplum örgütlerinin, uluslararası kuruluşların, medyanın ve her kesimden insanın ortak çabasına ihtiyaç duyulmaktadır. Ayrımcılığa ve şiddete karşı mücadelenin başarılmasında en etkili yöntemler eşitliğe yönelik kanunlar koyma, var olan kanunları düzenleme ve yeni sosyal normlar oluşturmaktır.

Türkiye açısından baktığımızda, çok yönlü ve hızlı bir sosyal değişimin gözlendiği, nüfus özellikleri ve hareketliliğinin bu sosyal değişimi daha da boyutlandırdığı bir toplumdan söz etmekteyiz. Türkiye, bir yandan muhafazakârlaştığı sıklıkla ifade edilen ama bir yandan da toplumu oluşturan farklı kesimlerin kendilerini ve sorunlarını ifade etmenin yollarını, yöntemlerini bulma konusunda oldukça yaratıcı oldukları toplumsal dinamikler barındıran bir ülkedir.

Hızlı ve çok yönlü sosyal değişimin olduğu toplumların çoğunda olduğu gibi Türkiye'de de, kamu yetkililerinin ve siyasal üstyapının, toplumun dinamizmini ve sosyal gerçekliği yansıtamadığı sıklıkla dile getirilmektedir. Özel sektör ise, iletişim teknolojilerindeki gelişmelerin insanlar arası ilişkileri doğrudan etkilediği günümüz dünyasında gerek yenilikçiliği gerekse dönüşümü kamudan çok daha hızlı ve derinden yaşamaktadır. Dolayısıyla, diğer insan hakları konularında olduğu gibi, LGBTİ çalışanların çalışma şartlarının iyileştirilmesi ve istihdam alanına etkin katılımlarının sağlanması konusunda özel sektöre büyük sorumluluk düşmektedir. Araştırmamızın bulguları, özel sektörün bu alanda yapabileceği öncülük konusunda önemli ipuçları sunmaktadır. (Prof. Dr. Melek Göregenli, Kasım, 2015)


Etiketler:
İstihdam