16/05/2011 | Yazar: KAOS GL

“İnsanlar arasında teması arttırmak çok önemli.

“İnsanlar arasında teması arttırmak çok önemli. Çünkü kültürler arasında ne kadar çok temas olursa, ayırımcılık, nefret söylemi o kadar azalıyor. Temas, farklı kültürdeki insanlara iyi geliyor.”
 
Ayşe Kadıoğlu: “Temel haklara saygı, olmazsa olmaz olmalıdır”
 
***
NEŞE DÜZEL: Çarşamba günü Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi İstanbul’da toplanacak. Sizin üyesi olduğunuz Âkil İnsanlar Grubu da komiteye bir rapor sunacak. Raporun adı: “21. Yüzyıl Avrupası’nda Çeşitlilik ve Özgürlüğü Birleştirmek.” Niye böyle bir rapor yazdınız, Avrupa’da özgürlükler dağıldı mı?
AYŞE KADIOĞLU: Avrupa’da özgürlükler dağılmadı ama şu oldu. Avrupa’da çeşitlilik, özgürlüklerin önüne geçti. Çokkültürlülük yaşanırken, çeşitliliğe o kadar çok önem verildi ki, temel özgürlüklerden uzaklaşıldı ve sonunda iş, çoklu hukuk tartışmalarına kadar gitti. Ve çokkültürlülükten, birbiriyle ilişki kurmadan, birbirine değmeden yaşayan topluluklar anlaşılmaya başlandı. Herkesin kendi kimliğine dair haklarını öne çıkardığı paralel hayatlar kuruldu Avrupa’da.

Cemaatler halinde yaşamak değil mi bu?
Evet. Zaten bu yüzden biz raporumuzda “çokkültürlülüğü” değil, “birlikte yaşamayı” öne çıkardık. Bunun için de temel haklar kavramını geri getirdik. “Avrupa’da farklı kimlikler var. Bu farklı kimliklerin birlikte yaşamı, temel haklar söyleminin üzerine inşa edilmeli” dedik.

Önce çokkültürlülük kavramını bir netleştirelim. Nedir çokkültürlülük?
Dinsel, kültürel farklı insan gruplarının, yani farklılıkların birarada yaşamasıdır çokkültürlülük.

Çokkültürlülük başarısız mı oldu Avrupa’da?
Evet. Biz bu raporu, Avrupa’daki ayırımcılığı ve ırkçılığı gözlemleyerek hazırladık ve Avrupa’ya temel hak ve özgürlükleri hatırlattık. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin ruhunu geri çağırdık.  

Temel hak ve özgürlükler, çokkültürlülüğü yaşatabilir mi?
Bugüne dek farklı dinsel, kültürel gruplar, göçmen toplulukları, birbirlerine karşı önyargılarını koruyarak, şehirlerde birbirlerine değmeden yaşadılar. Farklılıklar yeter ki var olabilsin diye düşünüldü. Farklı grupların kendi içlerinde temel haklara saygı gösterip göstermedikleri üzerinde durulmadı. Oysa temel haklara saygı, olmazsa olmaz olmalıdır. Biliyorsunuz... Avrupa Konseyi ve Avrupa Birliği gibi kurumların kuruluşlarının arkasında Avrupa değerleri vardır. Ama çokkültürlülük derken, bu Avrupa değerleri unutuldu, Avrupa değerleri yerine “kimlik” konuşulur oldu. Kimlik derken de sadece Avrupa’daki Müslümanları, Romanları, göçmenleri kastetmiyorum. Avrupalı da kendini bu topluluklardan ayırmaya başladı. Avrupalılar da, “Avrupa kimliği” diye konuşmaya başladı.

Avrupa değerlerini içeren, temel hak ve özgürlükleri dikkate alan içi dolu bir çokkültürlülük anlayışına milliyetçi çevreler mi karşı?
Evet. Irkçı ve ayırımcı söylemi olan siyasi partiler var Avrupa’da. Üstelik bunlar, epey oy almaya başladılar. Mesela Geert Wilders’ın Özgürlük Partisi, Hollanda’da hükümetin nasıl kurulacağında söz sahibi olan üçüncü parti oldu. Düşünün... Müslümanları aşağılayan Fitne filminin yapımına önayak olan Wilders’ın, söylemleri nedeniyle bir dönem İngiltere’ye girmesi yasaklanmıştı.

Peki sizce bu söylemler yasaklanmalı mı?
Hayır. Yasakladığınız zaman böyle insanlar kahraman oluyorlar. Nitekim biz raporumuzda, “Bırakın, ırkçı söylemleri olanlar konuşsunlar. Saklanmasınlar” diyoruz. Çünkü Avrupa’da çokkültürlülük, biraz da “yasaklama” anlamına gelmeye başladı. “Irkçı söylemleri olanlar konuşmasınlar. Konuşanları yakalayalım ve alıp götürelim” noktasına vardı iş. Oysa bu insanlar, konuşamadıkları zaman kahraman oluyorlar. Mesela tarihçi bile demeye dilimin varmadığı İngiliz David Irving, yıllardır, “Yahudi soykırımı olmadı” diyordu. Avusturya’da yargılandı, bir yıl hapis yattı. Normalde hiç ciddiye alınmayacak biriyken kahraman oldu. Nefret söylemiyle mücadele, hukuki zeminde değil, kamusal tartışma zemininde yapılmalı. 

Nefret söylemi yargıya hiç mi götürülmemeli?
Yargıya götürülmesi gereken anlar vardır. Eğer o sözünüzle kişiyi hedef gösteriyorsanız, o kişiye zarar veriyorsanız konu yargıya götürülür. John Stuart Mill, “Mısırlı tüccarların ülkede yoksulluğun sebebi olduğunu söylemek, bir sorun oluşturmaz. Ama bu sözü, bir Mısırlı tüccarın evinin önünde toplanmış kızgın bir kalabalığa söylerseniz, onu hedef göstermiş olursunuz. İşte o zaman, sorun vardır” der. Burada önemli olan ölçü, kişiye zarar verip vermemektir. Ölçü, bir dine, millete zarar verip vermemek değildir. Bir dini, bir milleti eleştirebilirsiniz. O zaman bir başkası da çıkar o dinle ve o milletle ilgili başka bir şey söyler. 

Her dinin ve her milletin eleştirilebilmesini raporunuzda öneriyorsunuz. Milletlerin veya dinlerin değil, o milletlere ve dinlere ait insanların korunmasını istiyorsunuz. İkisinin arasındaki fark tam olarak ne?
Salman Rüşdi’nin Şeytan Ayetleri kitabını çok sevdiğimi söyleyemem. Danimarka’da Hazreti Muhammet’le ilgili çizilmiş karikatürlerin de tatsız şeyler olduğunu düşünüyorum. Ama insanların Müslümanlıkla ilgili eleştirileri olabilir. Aynı şekilde milletler de eleştirilebilir. Millet ve din kutsal değildir. Birey kutsaldır. Dolayısıyla bireye zarar varsa, kötüdür. Mesela Müslüman, Türk ya da Hıristiyan olduğu için bir bireye zarar varsa, bu ayırımcı söylemin karşısında durmak gerekir. İşte bu noktada hukuk devreye girer. Burada Türklük, Müslümanlık, Hıristiyanlık önemli değildir. Burada kişiler, birey önemlidir. İşte bu ayırım çok temel bir ayırımdır.  

Peki Avrupa’da liberaller çokkültürlülükle ilgili ne diyorlar?
Liberaller de çokkültürlülüğü eleştirmeye başladılar. “Takdire şayan olmak için farklı olmak yeterli mi” diye soruluyor. Bazı farklı grupların kendi içlerinde kadınlara ayırımcılık yaptıklarına dikkat çekiliyor ve “Biz her farklı olana saygı duymak zorunda mıyız?” deniyor. Liberaller, farklılıkların, temel haklara saygı gösterip göstermediklerine bakılması gerektiğini söylüyorlar. Zaten bizim raporumuzda da böyle bir liberal koku var. Biz de temel haklara yeniden dönülmesini istiyoruz.

Âkil İnsanlar Grubu olarak tam olarak ne öneriyorsunuz siz?
Avrupa’yı Avrupa yapan temel değerleri Avrupa’ya hatırlatıyoruz. Çünkü bugünün Avrupası artık Avrupa değerlerinden çok “Avrupa kimliği”nden söz ediyor. Bu Avrupa kimliğini de, insan hakları temelinde değil, kimlik temelinde ele alıyor. Diyelim ki Türkiye’ye Avrupalı olmadığı düşüncesiyle yaklaşılıyor. Halbuki Avrupa değerleri bu değildir. Avrupa değerleri, din temelinde bir ayırımcılığı içermez. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nde de bu temel hak ve özgürlükler çok açıktır.
Avrupa kimliğinin içini eğer Avrupa değerleri doldurmuyorsa, bu kimliğin içi neyle dolduruluyor artık?
İçinin daha çok Hıristiyanlıkla ve beyazlıkla doldurulduğu bir yöne doğru gitti Avrupa kimliği.

Irkçılığa kaymak değil midir bu?
Tabii... Zaten ırkçı siyasi partilerin yükseldiğini görüyoruz Avrupa’da. Parisien dergisinin gelecek seçimlerle ilgili yeni yaptığı kamuoyu araştırmasında, Marine Le Penn’in ırkçı partisi yüzde 23’le birinci parti çıktı. Mesela Almanya’da Thilo Sarrazin’in “Almanya kendini yok ediyor” isimli kitabı, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Alman tarihinde belki de en çok satan kitap oldu. Müslümanların genleriyle ilgili ipe sapa gelmez şeyler söyleyen, Müslümanlar Avrupa’yı ele geçiriyorlar, refah devletini kullanıyorlar, parazit gibi yaşıyorlar, düşük eğitim düzeyleriyle okullarda çocuklarımızın düzeyini düşürüyorlar, bize hastalık getiriyorlar, bizi bozuyorlar türünden Müslüman karşıtlığı yapan ve çok satan bir kitap bu.  

Avrupa’da farklılıklar artık hoşgörülmüyor mu?
Hoşgörülmüyor.

Bunun İslam’a karşı duyulan tepkiyle bir ilgisi var mı?
Kesinlikle var. “Yeterince hoşgördük... Çokkültürlülük dedik... Ama artık tepemize çıktılar” diye konuşan bir hoşgörüsüzlük bu. Birbirine değmeden yaşamak bugün hakikaten gerçekleşti Avrupa toplumunda. Herkesin kendi köşesinde yaşadığı bir durum bu. Çokkültürlülükle hedeflenen bu değildi oysa. Ama insanlar temel haklar zemininde biraraya gelirlerse, çokkültürlülük, Avrupa’nın değerlerine uygun bir hale getirilebilir tekrar.

Avrupalılar, Müslümanlıkla terör kavramını özdeş mi görmeye başladılar?
Evet, bu da bir faktör tabii. Göç konusu bir güvenlik konusu oldu ve ve Müslümanlar potansiyel bir tehdit haline getirildi.

Avrupalılar, Avrupalı olmayan milletlere mi karşılar yoksa aslında sadece Müslümanlığa mı karşılar?
Daha çok Müslümanlığa karşılar. Ama Romanlara da ciddi bir ayırımcılık yapılıyor. Müslümanlar güvenlikle ilişkilendirilirken, Romanlar da gündelik hayattaki suçlarla, hırsızlıkla ilişkilendiriliyor. Aslında Avrupa’nın her yerinde ırkçılık var. Her ülkede ayırımcılık temelinde kurulmuş belli bir oy oranına sahip siyasi partiler var. Bu ırkçılık, dediğim gibi Müslümanlara, diğer göçmenlere ve Romanlara karşı yapılıyor.

Avrupalılar, kendilerine benzemeyenlerin temel haklarına saygı göstermiyor mu artık?
Göstermiyorlar. Hem toplumsal hem de hukuki anlamda bir dışlama yaşanıyor Avrupa’da.

Avrupa’da ırkçılık yükseliyor mu?
Bence yükseliyor. Ayırımcı söyleme sahip partilerin oyları artıyor.

Niye Avrupalılar böyle ırkçı bir anlayışa saplandı?
Avrupalılar neden Avrupa değerlerinden koptular? Avrupa son zamanlarda çok büyük bir kriz yaşıyor. Avrupa şehirlerinde bir letarji, yaşlanma, atalet, uyuşukluk, hareketsizlik var. Avrupalılık bu anlamda öldü. Bir de Avrupa, geçmişindeki ırkçılıkla yeterince hesaplaşmadı. Aslında ırkçılıkla en çok Almanya hesaplaştı. Fransa o kadar hesaplaşmadı. Fransa hem Nazilerle, hem de Cezayirlilerle ilişkilerinde hesaplaşmadı. Belki de bu yüzden daha çok ırkçılık var Fransa’da. Ne dersiniz? Demek ki geçmişiyle hesaplaşmak herkes için çok önemli!

Peki, Müslümanların Avrupa’ya karşı tavrı ne?
Aralarında, içinde bulunduğu topluma hiç değmeden yaşayanlar var ama Müslümanların çoğu bugün artık çok kimlikli oldular.

Avrupa’da yaşayan ama Avrupalı olmayan insanlarda da ırkçılık yükselmiyor mu peki?
Irkçılığı geliştiriyorlar ama örgütlenme, siyasi parti kurma gibi hakları olmadığı için, bu konuda Avrupalılarla bir kıyaslama yapmak zor. Ama duygu olarak onlarda da ırkçılık var tabii. Biz 21. yüzyıla Berlin Duvarı’nı kaldırarak, duvarları yıkarak başladık ama bugün büyük Avrupa kentlerinde duvarlardan, çitlerden geçilmiyor. İnsanlar gettolarda birbirlerine karşı çit çekmiş halde yaşıyorlar.

Bir Müslüman-Hıristiyan çekişmesine mi geliyoruz yeniden?
Hayır. Yaşanan şey ayırımcılık! Biliyorsunuz Avrupa Konseyi’ne üye 47 ülke arasında Müslüman ülkeler de var. Biz raporumuza bu yüzden Müslüman ülkeleri de koyduk. Avrupa’da kendisine benzemeyenlere karşı, yani Müslümanlara, Romanlara ve diğer göçmenlere karşı bir ayırımcılık yapılıyor ama Müslüman ülkelerde de Hıristiyanlara karşı ayırımcılık oluyor. Türkiye’de yaşıyoruz biz bunu.

Peki Ortadoğu’daki Müslüman ülkelerde artan demokratikleşme hareketleri Avrupalıları nasıl etkiliyor?
Âkil İnsanlar Grubu gibi bazı Avrupalılar, zincirlerini kıran bu insanlara her türlü desteğin verilmesini ve sınırların daha geçirgen olmasını istiyorlar. Ama Avrupa’da geniş bir kesim de bu hareketleri, “Avrupa’ya göç artacak” diye tehlikeli buluyor ve bu insanları sınırda durdurmak istiyor. Nitekim, Sarkozy ve Berlusconi, “Şengen’i revize etmek lazım” dediler. “Müslümanlar Avrupa’yı ele geçiriyor. İşlerimizi elimizden alacaklar” söylemi Avrupa’da çok yaygın. Oysa bu çok yanlış. Yapılan tahminlere göre, önümüzdeki 50 yılda Avrupa’da aktif çalışma çağındaki nüfus yüz milyon azalacak. Avrupalılar, “Avrupa yaşlanıyor” diye bağıracaklarına, “Müslümanlar akın akın geliyor” diye bağırıyorlar. Oysa Avrupa’nın önümüzdeki 50 yılda başkalarına ihtiyacı olacak.

Peki birlikte yaşamayı zorlaştıran en büyük etken nedir?
Aslında sorun, kültürler farklı olduğu için çıkmıyor. Sorun, kültür farklılıkları, hükümetler tarafından iyi yönetilmediği için çıkıyor. Mesela vatandaşlık yasalarının değişmesi gerekiyor. İnsanlar, AB üyesi bir ülkenin vatandaşı olmasalar bile, belli bir dönem yaşadıkları, oturma izni aldıkları şehirde oy hakkına sahip olmalılar. Bu, katılımı sağlar. İnsanlar arasında teması arttırmak çok önemli. Çünkü kültürler arasında ne kadar çok temas olursa, ayırımcılık, nefret söylemi o kadar azalıyor. Temas, farklı kültürdeki insanlara iyi geliyor.

Avrupalıların en fazla tahammül edemedikleri farklılık nedir?
Kültürel farklılık. Din, görüntü, kıyafet bunun içinde. Mesela burka meselesi. Biz de burkanın yasaklanmasıyla ilgili ortak bir karar veremedik. Ben burkanın yasaklanmasına karşıyım. İnsanlar burkanın yasaklanmasını neden istiyor? Bir, güvenlik sebebiyle istiyor. Burkasının içine bomba saklayabilir, burkasıyla gelir evimi soyabilir diyor. Oysa istatistiklere baktığınızda hırsızlık en çok kar maskesiyle yapılıyor. Bomba da sırt çantasında taşınıyor. Sırt çantasını da mı yasaklayacağız? Zaten burka giyen kadın sayısı da fazla değil. Burkayı yasaklamak, olayı büyütmek demektir. Aslında burkayı İslam üzerinden tartışanlar, “Bu kadınlar, burka giymeye kendileri karar vermiyorlar. Ailedeki erkekler karar veriyor” diyorlar. Eğer böyle olduğunu varsayar ve yasaları buna göre yaparsak, çok kötü bir kapıyı açmış oluruz.

Bu durumda hangi tehlikeli kapıyı açarız?
Burkayı, kadını erkeğe karşı koruyorum diye yasaklarsanız, ilke olarak yetişkin insanların kendi kararlarını veremeyeceği varsayımının kapısını da açmış oluruz. O kapı hukuki olarak açılmamalı. O kapıyı açarsanız, o zaman yetişkin insanlar hangi kitabı okuyacaklarını da, hangi müziği dinleyeceklerini de bilmiyorlar dersiniz ve kitapları da yasaklayabilirsiniz. Biz, yetişkin bir insanın kendi kararını kendisinin verdiği varsayımıyla hareket etmek zorundayız. Böyle düşünmezsek, yetişkin insanların pek çok konuda daha yanlış yapabilecekleri korkusuyla davranırız ve onlara birçok şeyi empoze etmeye başlayabiliriz. Burkayı konuşalım, tartışalım ama yasaklamayalım.

Eminim baskıyla burka giyen kadınlar vardır. Oturup seyir mi edeceğiz? Sizce ne yapılmalı?
Hayır seyretmeyeceğiz. Sivil toplum niçin var? Kadınların başvurabilecekleri sivil toplum örgütleri vardır. Korunmak isteyen korunur. Korunmak istemeyeni, siz korunması gerektiğini varsayarak koruyamazsınız!

Avrupa eskiden daha hoşgörülüyken, bu hoşgörüyü neden şimdi kaybediyor?
Avrupa’da ırkçı söylem her zaman vardı. Nefret söylemi, 19. yüzyılın ikinci yarısında başladı. Bütün bir 20. yüzyıl böyle geçti. Ama Avrupa’da şu da var. Bu nefret söylemiyle mücadele eden, temel hakları öne süren bir söylem de var. İşte bu söylem, son otuz yılda biraz zayıfladı. Mesela Salman Rüşdi’yle ilgili ölüm fetvası verildiğinde, Avrupa’da birçok entelektüel “Çokkültürlülük konuşmamayı gerektiriyor” diye Rüşdi’nin arkasında durmadı. Çokkültürlülüğün böyle algılanıp istismar edilmesi sonucunda, insanlar kendilerine otosansür uygulamaya başladılar, eleştirilmesi gerekenleri eleştirmediler. Farklı kültürel grupların içinde kadınlara ayırımcılık yapıldığında, “o, onların kültürü” dendi ve büyük şehirlerin içinde birbirinden kopuk mahalleler oluştu. Artık bireye dönülmeli!

Bireye dönülmeli ne demek?
Birey, kültürlerin üzerindedir demek değil bu. Farklı kültürleri reddederek, çokkültürlülük öncesindeki bireye dönüş değil bu. Çeşitlilik ile özgürlüğün birlikteliği gerekiyor artık. Böylece temel haklara saygı göstermeyen kültürel grupları eleştirebiliriz. Dinsel ve kültürel temelde kurulmuş kimlik gruplarının içinde olup olmamak, bireyin tercihine bağlı olmalı. Bu gruplar, bireyi yutmamalı. İnsanlar, bu gruplara girdikleri gibi çıkabilmeli de. Ayrıca bazı kimlik gruplarının iç yapılarında kadınlar daha aşağıda bulunuyor. O gruplarda olup olmamak, kadınların tercihine bağlı olmuyor. Onlar öyle bir ailenin içine doğuyorlar. Oysa aralarında dindar olmak istemeyen kadınlar olabilir. Eğer Avrupa “özgürlükleri” yeniden hatırlarsa, farklı kimlik gruplarının daha demokratik bir şekilde var olmaları sağlanabilir.

Avrupalılar, Türklere nasıl bakıyorlar?
Türklerle ilişki çok ilginç. Özellikle Avrupa Birliği’nin Türkiye ile ilişkisi Avrupa’nın kendi içinde de bölünmelere yol açıyor. Avrupa’nın değerlerine geri dönülmesini isteyenler, Türkiye’nin üyeliğini olumlu görüyor. Avrupa’yı bir kimlik gibi görenler ise Türkiye’nin üyeliğine olmaz diye bakıyor. Türkiye’yi Avrupa’nın bir parçası görmüyorlar, Müslümanlığa yükledikleri olumsuzluğu Türklere de yüklüyorlar.

Avrupalılar sadece Avrupalılara ait bir Avrupa mı istiyor?
Bazıları öyle. Bunların oranı yükseliyor. Tekil kimliğin hâlâ mümkün olabileceğini zannedenler var Avrupa’da. Oysa öyle bir kimlik yok! Öyle bir Avrupalı yok! Avrupa’da arasında çizgi olan kimlikler var artık. Mesela Türkiyeli Avrupalılar var. Kürt-Almanlar var. Türk-Müslüman-Almanlar var. Nerelisin dendiğinde artık tek bir cevap yok.

Bu yeni ırkçılık Türkiye’nin AB üyeliğini önler mi?
Önler ve önlüyor da zaten. Ama birkaç olumlu ihtimal var ve işler değişebilir. Almanya’da sosyal demokrat-yeşil hükümetin kurulma ihtimali var. Bazı Balkan ülkelerine yapılan Türkiye’ye de yapılabilir ve Türkiye’ye vizeler kalkabilir. Bu iradeye sahip olan AB bürokratları var. O zaman Türkiye hükümeti tekrar AB ile ilişkilere yüklenebilir. Bugün Türkiye, Güney Kıbrıs’ın engellemediği fasılları da açmıyor.

Türkiye AB üyesi olursa bu ırkçılığın azalmasına yardımcı olabilir mi?
Tabii, Avrupa o zaman başka bir tarafa gidiyor olur. Dünyaya “Ben çeşitliliğimi seviyorum” mesajını verir. Şu anda Avrupa çeşitliliğini sevmiyor. Çeşitliliğiyle kavga ederek, tek kimlikliliğe gidebileceğini zannediyor.

NEDEN AYŞE KADIOĞLU
Avrupa Konseyi’ne üye 47 ülkenin dışişleri bakanları çarşamba günü İstanbul’da toplanıyor. Türkiye’nin dönem başkanlığı bitiyor, Ukrayna’nınki başlıyor. Türkiye’nin başkanlığında ve evsahipliğinde yapılan bu son Avrupa Konseyi Dışişleri Bakanları'nın toplantısında masaya çok çarpıcı bir rapor gelecek. Bu raporla birlikte, Avrupa, İstanbul’da kıyasıya eleştirilecek. Ayırımcılığın ve ırkçılığın yükseldiği Avrupa’ya, unuttuğu değerleri, Türkiye’nin dönem başkanlığında hazırlanan bu raporla hatırlatılacak. Raporun adı: “Birlikte Yaşamak: 21. Yüzyıl Avrupası’nda Çeşitlilik ve Özgürlüğü Birleştirmek.” Bu raporu, geçen yıl Avrupa Konseyi bünyesinde oluşturulan ve bağımsız hareket eden dokuz kişilik Âkil İnsanlar Grubu hazırladı. Grubun başkanı Almanya’nın eski Dışişleri Bakanı Joschka Fischer. Grupta eski NATO Genel Sekreteri Javier Solana, Oxford Üniversitesi hocası ve Guardian yazarı Timothy Garton Ash, İtalyan Senatosu Eşbaşkanı Emma Bonino, Avrupa Parlamentosu’ndan Danuta Hubner, dünyanın en önemli insan hakları aktivistlerinden Sonja Licht, Fransa’da Yurttaşlık ile İlgili Hizmet Dairesi Başkanı Martin Hirsch, Rusya İnsan Hakları Komiseri Vladimir Lukin, İngiliz yazar ve gazeteci Edward Mortimer ve siyaset bilimci Prof. Dr. Ayşe Kadıoğlu yer alıyor. Biz de Sabancı Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. Ayşe Kadıoğlu’yla Âkil İnsanlar Grubu’nun Avrupa’yı nasıl eleştirdiğini, Avrupa’nın çokkültürlülükte neden başarısız olduğunu, Avrupa değerlerinden niye uzaklaşıldığını, ırkçılığa ve ayırımcılığa nasıl savrululduğunu, Avrupa’nın neden hoşgörüsüzleştiğini, Avrupalı kimliğinin nereye evrildiğini, Avrupa’yı neyin beklediğini, Avrupalıların İslam’la ve Türkiye’yle ilişkisini konuştuk.
 

Etiketler: yaşam
nefret