26/12/2016 | Yazar: Can Yaman

George, sen bana ‘umursamazca fısıldayan’, ‘seks yapmak’ istediğim bir ‘kader’, bir ‘baba figürü’ ve ‘çocukça bir İsa’ oldun.

“Ne hoş bir güzelliği vardır, dünyadan hafif adımlarla gülümseyerek geçenlerin”

Virginia Woolf

Ellerim titriyor, gözyaşlarıma hâkim olamıyorum ve bir insanı, gerçek bir müzik insanını sabah kalkar kalkmaz kaybetmenin acı haberiyle uyanıyorum. Benim ve birçok gey için önemli bir figür olan George Michael’ı kaybettik.

Çocukluğu ya da ilk gençlik yılları 80’lerde ikamet eden insanlar için en önemli sığınaklardan biriydi o. Wham’le başlayan hikâyesini solo albümlerle taçlandıran sanatçının 90 sonlarındaki “açılımı”, aslında müzik endüstrisi dediğimiz dünyada ne kadar kariyer sahibi olursanız olun “özelinizi” dürüstçe ortaya koymanın bedelinin nasıl ödendiğinin bir dersiydi. Ve bunun üstünden nasıl gelineceğinin. O vakit yerli yıldızlarımızın neden paravan heteroseksüel ilişkilere gerek duyduğunu daha iyi anlıyorsunuz. Çünkü işin sadece kariyer yapmak değil, karakter olabilmek olduğunu fark ediyorsunuz.

Ayağınıza serili dünyayı ters tepme pahasına kendi kurallarınızla oynamanın resmiydi George Michael. Resim derken, dünya çapında 100 milyon albüm satışı yakalamış, 30 küsur yıl süreklilik arz eden bir şarkıcılık kariyeri, sayısız ödül ve 1numaraya ulaşmış single’dan bahsediyoruz, çıkardığı olağanüstü albümler cabası.

Erkek bedenini ve cinselliğini ana akım hemcinslerine nazaran daha özgün bir şekilde sergileyen George Michael’ı benzersiz kılan, maço-efemine ikiliği üzerine kurulu çift kutuplu adam düzenine, kendine özgü erkek cinselliğini ortaya koyuşuydu. Erkek bedeninin en az kadın bedeni kadar teşhir edilebilir ve pazarlanabilir bir olgu olduğunu gösteren bir kanıttı. O yüzden Wham’le başladığı maratonda ipi hem erkek hem kadın hayranlarıyla göğüsledi. 90-92 yıllarında çıkardığı “Önyargısız Dinleyin” albümü, zaten bilindik mesajın kapısını aralamayı çoktan bilmişti.

Dolaptan çıkıp, Sony müzikle yaşadığı heteroseksist pazar endüstrisinin boykotlarına en güzel cevabı gene kendisi verdi. Geçmişinde yere göğe sığdıramadıkları erkekliği ve eski gizli yaşamını tiye alan “shoot the dog” şarkısına çektiği animasyon klip, 2002’de yer lan Patience albümünde yer alırken, ana vatanı olan Britanya’ya, dönemin Amerikan savaş politikasının destekçisi olduğu için de ayrı bir politik gönderme içeriyordu. Bu da sanatçının dünya bakışının, ana akım ekseninden ne kadar uzaklaştığını gösteriyordu. Aynı albümden çıkan “Flawless” şarkısı, üyelerinin trans birey olduğu Amerikalı house grubu olan The Ones’ın gerekli saygı ve itibarı görmemesinden dolayı George Michael’ın şarkının yaratıcılarına iade-i itibar yapmak istemesi üzerine “sample”larını kullandığı ve listelerde başa geçmesini sağlayan nadide parçalardandı. 

Aratha Franklin, Whitney Houston, Lisa Litansfield ve Elton John gibi birçok sanatçıyla düet yapan Michael, yeri doldurulamayacak ender kişiliklerden biri. Michael, Whitney, David, Prince ve son olarak George Michael’dan sonra beni ben yapan, hayata tutunmamı sağlayan dallar tek tek kırılıyor. Dünyanın ve bulunduğumuz coğrafyanın yaşanılmaz kılındığı bir dönemde sanata ve gerçek sanatçılara ne kadar ihtiyacımız olduğu çok aşikâr, kalanlara ve gey camiaya baş sağlığı diliyorum. Ve ona son kez şunları demek istiyorum:

George, sen bana “umursamazca fısıldayan”, “seks yapmak” istediğim bir “kader”, bir “baba figürü” ve “çocukça bir İsa” oldun. Birlikte çok iyi olabilirdik, sonsuza dek bu dansı yapabilirdik, peki şimdi benle kim dans edecek? Lütfen, lütfen kal!


Etiketler:
nefret