31/03/2014 | Yazar: Rahmi Öğdül

Ülke iktidarın gömüldüğü bataklığın içine çekilerek devasa bir kara delik içinde yutulmak isteniyor.

Sabah otobüsü yakalamak için koştururken bir kediyle göz göze geldim. Yaşadığımız durumla dalga geçer gibi hali vardı. Sanki tüm toplumsal evrim sürecinde yaşadığımız olayları, kendimizi surların içine kapatmamızı, sonra hiyerarşik kuleler inşa ederek en tepesine ulaşmak için birbirimizi ezmemizi, iktidarın despotluğunu, saat zamanının dayattığı saçma sapan koşuşturmalarımızı, kent yaşamını yaşanmaz hale getiren mekânsal düzenlemeleri tiye alır gibi hali vardı. Hayvanlarla göz göze gelince nedense hep bu hisse kapılıyorum.
 
“Sizinle dalga geçiyor”
Öyle pervasız ve kendilerinden emin duruyorlar ki tüm edimlerimizi, varlık nedenlerimizi, yaşam tarzımızı saçmalık noktasına getiriyor bu tavırları. Sonra Elias Cannetti’nin “Hayvanlar Üzerine” kitabının açılış cümlesini okuyunca çarpıldım: “Ne zaman bir hayvana dikkatlice baksanız, içinde bir insan olduğunu ve sizinle dalga geçtiği hissine kapılırsınız” (Sel Yayıncılık). Yalnız olmadığımı anlamıştım. Hayvanların içindeki insan, biz insanlara bakarken içten içte alay ediyordu. Yarattığımız zaman ve mekânın dışında duran bu güzel insan, doğayla ilişkisini koparmamış, yeryüzünün kuvvetlerini tahakküm altına almak yerine bu kuvvetlerle birlikte akan bir insan olmalıydı. Hiyerarşik kuleler inşa ederek yeryüzünden kopma çabamızın aslında derin kuyular kazarak kendimizi bu kuyuların içine hapsetme çabası olduğunu görebiliyordu; gözlerindeki müstehzi ifadeden anladım.
 
İktidar, çıkar ilişkilerine dayalı hiyerarşik Babil kuleleri inşa ediyor durmadan. Şimdi bu Babil kulelerinin aslında Babil kuyuları olduklarını ve bataklığa dönüştüklerini görüyoruz.
Bataklık ideolojisi
Çırpındıkça daha fazla gömülüyor bataklığın içine ve çabaladıkça daha fazla derinleşiyor kuyu. Ülke iktidarın gömüldüğü bataklığın içine çekilerek devasa bir kara delik içinde yutulmak isteniyor. İktidarın çalıntı olduğu saptanan son reklam filminde, birbirini ezerek yükselmeye çalışanların oluşturdukları Babil kulesi, tüm çıplaklığıyla açık ediyor bu bataklık ideolojisini. İradelerini efendilerine teslim etmiş kitle, gaipten duydukları sesle harekete geçerek “büyüğümüss, efendimiss, kıymetlimiss” diyerek dikine yükselen fallik bir nesneye doğru deli gibi koşuyor. İktidarın zihniyeti hiç bu denli açık şekilde anlatılamazdı. “Dik dur eğilme” sloganları eşliğinde diklemesine uzanan bir iktidara tapınanların oluşturdukları bu Babil kulesinin aslında Babil kuyusu olduğunu görebiliyor içimizdeki insan.
 
Babil kulesi birden, cesetlerden oluşan bir ölüm kuyusuna dönüşüyor. Kulesini yükseltmek için öldürmekten çekinmeyen iktidar savaşın bataklığına çekmek istiyor tüm ülkeyi. Cesetlerle yükselen Babil kuleleri kurmakta üstüne yoktur iktidarların. Galeri Zilberman’da sanatçı Eşref Yıldırım’ın “Sağol!” başlıklı sergisi, adları bilinmeyen ve çoğunlukla eğitim zayiatı gibi teknik terimlerle ölümleri gizlenmiş askerleri portreleriyle ve adlarıyla görünür kılıyor. Adı sanı duyulmamış, üzerlerindeki kamuflaj giysileriyle Babil kuyuları içinde yitip gitmiş insanlar. Yine sergide Roboski katliamında ölenlerin anısına sanatçının hazırladığı, üzerlerinde gözlerin olduğu siyah göz bantları bir duvarda asılı. İktidarın Babil kuyusunun karanlığına çektiği insanların, zifiri karanlıkta parıldayan gözlerini andırıyor. İktidar “sağol”urken, bizler “ölü”yoruz. İçimizdeki insan, kulelerin aynı zamanda ölüm kuyuları olduklarını görebiliyor.
 
Kendi cehennemimiz mi?
İktidar kulelerle durmadan tuzaklar kuruyor bize. Kediler bu kulelerin dipsiz kuyular olduklarının farkında. Gözlerindeki müstehzi ifadeden anlıyoruz. Yaşam yeryüzünün yataylığında sürüp giderken, duvarların arasına kapatılmış bizler ya kendimizi kulenin merdivenlerini tırmanırken ya da kuyunun zifiri karanlığında buluyoruz. Her ikisi de bizim cehennemimiz. “Şimdi güç çağında yaşıyoruz, katıksız güç çağında. Şimdi ya cennet ya da cehennem söz konusu; ikisinin arasında bir yer artık mümkün değil” diye yazıyordu Henry Miller, “Rimbaud ya da Büyük İsyan” kitabında (çev. Mustafa Tüzel, Kabalcı yayınevi). Yeryüzünün yataylığında, yaşamın akışkan kuvvetleriyle birlikte akarken, kulesiz ve kuyusuz bir toplum mu yaratacağız yoksa ölüm kule/kuyularının bataklığında, kendi cehennemimizde çırpınacak mıyız? Ne zaman bir hayvana baksam, içindeki insan bu yol ayrımını hatırlatıyor bana.
 
Not: Sanatçı Eşref Yıldırım’ın “Sağol!” başlıklı sergisini, Galatasaray Mısır Apartmanı’nda yer alan Galeri Zilberman’da 3 Mayıs 2014 tarihine kadar izleyebilirsiniz. 

Etiketler:
İstihdam