06/03/2009 | Yazar: Deniz Deniz

Yıllar önce çalıştığım gazetede bağlı bulunduğum birimin başına yeni atanan müdür, beni karşısına alıp, "Seninle ilgili bir takım şeyler konuşuluyor.

Yıllar önce çalıştığım gazetede bağlı bulunduğum birimin başına yeni atanan müdür, beni karşısına alıp, "Seninle ilgili bir takım şeyler konuşuluyor. Bu konu seni rahatsız ediyorsa istersen hiç girmeyelim. Ama ben emin olmak istiyorum. Senin ağzından duymak istiyorum. Konuşulanlar, espiri mi, yoksa gerçek mi. Böyle bir eğilimin var mı?" diye sormuştu. Ben de hiç tereddütsüz: "Evet eşcinselim" demiştim. Aslında eşcinsel değil transseksüel olduğumu ise çok sonra anlayacaktım. O da "Tamam. Benim için hiç sorun değil. Cinsel eğilimlerine herzaman saygı göstermek zorundayım. Senden tek isteğim bu hayat tarzını iş yerine taşıma. Dışarıda istediğini yapabilirsin. Bir sorunun olduğu zaman da bana gel" demişti. Yani medeni, kompleksiz bir heteroseksüelden beklenecek bir yaklaşım sergilemişti.

Sonra da konuyu "gey gazetecilere" getirip tatlı bir sohbete koyulmuştuk. İşte O'nun adını ilk o zaman duydum. Bana ondan söz etti. Nasıl "iflah" olmaz bir eşcinsel olduğunu, evinde verdiği doğum günü partisine gittiğini ve diğer gey arkadaşlarının ona nasıl sarktığını anlatmıştı kahkahalarla..

Gel zaman git zaman ben birgün Taksim Meydanı'nda tek başıma öylece dalıp gitmişken otuz yaşlarında gey olduğu her halinden belli birinin salına salına yaklaştığını gördüm. O anda aldığım sıcak elektrikten cesaretlenerek, "Kadın olmak çok zor. Öyle değil mi, abla?" deyiverdim. O da, "Ama hem kadın, hem de gazeteci olmak daha zor şekerim" diye karşılık verince, "kesinlikle sen Baki Koşar'sın!" deyip yanında bitiverdim. O da beni duymuş daha önce, ama tanışmak o
ana nasipmiş. Hemen kaynaşmış ve yedi yıl sürecek bir arkadaşlığın temelini atmıştık. Kürtçeyle "dur bakiyim sana. Aa ayol kız gibisin" diyerek takılmıştı.

Bana hep "Biblom" derdi. O sıralar kurulma aşamasında olan CNNTÜRK kadrosuna alınmıştı.
Büyük bir heyecanla orada mesleki anlamda kendini daha fazla ispatlama fırsatı bulacağını anlatırdı. Derken CNN yayına başladı ve onun haberleri anons edildiğinde nedense kumandayı elime alıp sesini yükseltir olmuştum. İlk karşılaşmamızda da onu ekrandan izlediğimi özellikle anlatırdım. Bunun onun çok hoşuna gittiğini biliyordum çünkü. Ben yazılı basında olduğum için o da sık sık "Hayatım ekranın gücü bambaşka" diyerek bana takılırdı. Baki iki şeyi deyim yerindeyse abartırdı. Biri "eşcinsellik", diğeri "gazetecilik". Benim aksime o ikisiyle de gurur duyardı. "Biblom ben her bakımdan azınlığım. Kürt olduğum için, gey olduğum için, gazeteci olduğum için". Haksız da değildi hani. Azınlıklara ayrı bir sempati duyardı. O sıralar Kurtuluş'taki madam komşusuyla samimi diyaloğuna gıpta etmiştim. İlk kitabı "Kilidi Sırlı Anahtar" da azınlıklar üzerineydi ve ham halini sabaha kadar bana okumuş, beğenip, beğenmediğimi sormuştu.

Bir de kedileri bambaşka severdi. Sabah Roza'yı madama emanet edip işe gitmiştik.

Çalıştığım gazetede bana onu anlatan müdür coktan gitmiş, yerine "bana anlatacak hiçbirşeyi olmayan biri" atanmıştı. Yaklaşık bir yıl, psikolojik savaşa karşı koymaya çalıştım.
O stres içinde olabilecek en büyük belaya çatıp üstüne bir de aşık oldum. Kendimi herşeyden soyutlamıştım ve artık görüşemiyorduk. Bir yıllık işkenceden sonra işsiz kaldım. Derken bir gey barda karşılaştık. İşten atıldığımı söyledim.

Çok üzüldü. Endişelendi. Ne yapacaksın dedi. "Bilmiyorum" dedim. Bu arada ben iyice kendimi bırakmıştım. "Yapma biblom. Unutma sen bir gazetecisin. Buralardaki eşcinsellerden farklısın." diyordu hep. Bir süre işsizliğe direndikten sonra, zaten henüz farkına vardığım transeksüel kimliğim yönünde değişim geçirebilmek hem de geçinebilmek adına seks işçiliğine başladım. Cihangir'deki evimden çıkmıs Kurtuluş'ta ev tutmuştum. Bu arada o da CNN'den atılmıştı. Bir gece sokakta karşılaştık. Doğal olarak o beni tanıyamadı. "Eeee, biblon nasıl olmuş?" dedim. Şok oldu. Önce herzamanki gibi, ne olmam gerektiğini söyledi. Üstüne basa basa gazeteciliğimi hatırlattı. Meğersem uzun zamandır birer sokak arayla komşuymuşuz. "Bana gidelim diyecem ama, apartmandakiler sürekli sorun çıkarıyorlar. Seni de bu kılıkla alamam" dedi. "Sorun değil bana gidelim" dedim. Evde olayları anlatınca anlayış göstermeye başladı. "Madem bu yolu seçtin, ne olur bari kendine dikkat et. Bakarsın bu kötü süreç geçince mesleğine geri dönersin" dedi.

Bu arada kendisinin de CNN'den cinsel kimliği nedeniyle atıldığını söyledi. Ordan aldığı tazminatla bir göz oda bodrum katı aldığını, bazı dergilere dışardan yazı yazdığını ama geçinemediğini anlattı.

Bu sefer ben ona üzülüyordum. Birkaç ay sonra travestilerle ilgili bir haberde kendisine yardım etmem için son kez bana gelmişti. Yeni cinsel kimliğim nedeniyle doğal olarak görüşemiyorduk artık. Son görüşmemiz yine Taksim'de ayak üstü olmuştu. Yine bana "Ortalık çok kötü. Kendine mukayet ol biblom" demişti.

Ve nihayet o acı haberi ben de aldım. Yine depresyonlarda olduğum bir dönem. Havada Şubat soğuğu ve uğursuzluğu. Ne gecem belli ne gündüzüm. Elim kumandaya gidiyor. Ekranda CNN TÜRK'ün 23:00 bülteni. Ekranda Baki. Spiker onun adını anons ediyor. İçimde ne iyi, demek kanala geri döndü mutluluğu... Aman Allah'ım. O da ne, bu bir muhabirin haberine ait anons falan değil. Öldürüldü... Kurtuluş'taki evinde... 20 yerinden bıçaklanarak... Komşuları evden gelen kokular üzerine, polise haber verdi... Aman Allah'ım... Olduğum yerde dona kalıyorum. Bir sokak altımda oturan arkadaşımın ölüm haberini televizyondan, hem de bir dönem çalıştığı televizyon kanalından öğreniyorum. "Cinayetin dört gün önce işlendiği saptandı" cümlesi beynime vuruyor. "Allah'ım bu süre içinde kaç kez o sokaktan geçtim. Arkadaşım orda öylece yatıyormuş, ama haberim yok. Dahası evinin tam olarak hangisi olduğunu bile bilmiyorum. İçimden neden benden uzaklaşmak zorunda kaldı. Oysa evine rahatca gidebilsem. Neden evini göstermedi. Komşularına kızıyorum. Tehlike anında bir telefon çağrısı atsa, bizim kızları toplar eve damlardık. Bu olay olmazdı diyorum. Ona da kızıyorum bu yüzden.

İflah olmaz cinselliğimize, iflah olmaz gazeteciliğine kızıyorum. Cenazesine hiçbir gazeteci arkadaşının gitmediğini görünce büsbütün kahroluyorum. Lambda'nın sağolsunlar kendisi için düzenlediği yürüyüşe gidiyorum, orada araştırma yapmak için gittiği Lambda'da da engellenince Turuncu Dergisi'ne haklı olarak yazdığı "Gey Lobisi, Gey Fobisi" yazısı gözümün önünden geçiyor, beynim allak bullak oluyor. Oraya gelen basın mensuplarına, "Hani bana hep sorardınız ya, 'Ya bizde de Baki var. Onun da yürüyüşü konuşması tuhaf. Ama o gey olduğunu söylemiyor. Sence o gey mi?' diye soruyodunuz ya. Artık cevabınızı aldınız işte!" diyerek bağırmamak için kendimi zor tutuyorum. Bazıları gibi "iyi sevişen varoş çocukları"ına para vererek beraber olma lüksü olmadığından internet tuzaklarına düştüğü için onun adına isyan etmek istiyorum. Ve onu öldüren varoş çocuğunun kendisiyle büyük ihtimalle gey kanalında tanıştığı halde, "İnternette tanıştım. Buluşup evine gittik. Ama beni cinsel ilişkiye zorladı" şeklindeki ifadesine lanet ediyorum.

Sevgili Baki, bu dünyadan göç edişinin üzerinden yaklaşık üç ay geçti. Ölümünden sonra adını öğrendiğim Amber Apartmanı'nın önünden her geçişimde içim acıyor. Komşular yanlış anlamasa birgün içeri dalacam. O küçücük bodrum katına inip koridoru süzecem. Niye biliyor musun? Acaba o koridoru da diğer oturduğun bodrum katlarında olduğu gibi, çiçek ve tablolarla süsleyip süslemediğini görmek için. Bir de usulca kapının anahtar yuvasına dokunacağım. Kilidi Sırlı mı diye.

Biblon, yaşadığı sürece seni hiç unutmayacak.

Sevgili Şevval, bana "imkanı yok bu sefer dergiye yazacaksın" dedin ya. Yerimi bilmiyorum ama tuttum Baki'yi, o iflah olmaz eşcinseli andım. Sana teşekkür borçluyum. Üç aydır boğazım düğümleniyordu. Sayende hıçkırığa boğuldum. (mayıs 2006, gaci dergisi. kadın kapısı)


Etiketler: insan hakları, nefret suçları
nefret