28/06/2013 | Yazar: Kürşad Kahramanoğlu

Tıpkı evrenin başlangıcı gibi. İsa’nın çarmıha gerilişinden Bolşevik ayaklanmasına, Fransız İhtilali’nden Kuzey Amerikalıların İngiliz İmparatorluğu’na baş kaldırmasına kadar bütün toplumsal değişiklikler isyanla başladı.

Toplum, halk dediğimiz şey tutucudur. Yeniliklerden, değişmekten korktuğu için son üç bin yıldır toplumların büyük değişmeleri patlamalar sonunda oldu. Tıpkı evrenin başlangıcı gibi. İsa’nın çarmıha gerilişinden Bolşevik ayaklanmasına, Fransız İhtilali’nden Kuzey Amerikalıların İngiliz İmparatorluğu’na baş kaldırmasına kadar bütün toplumsal değişiklikler isyanla başlayıp zaman içinde toplumu değiştirerek bugünkü “medeniyet” dediğimiz şeye katkı sağladı. Toplumun yöneticileri hep bu isyanlardan korktular ve bastırmaya çalıştılar. Çünkü isyan ve arkasından gelen değişim onların iktidarlarını tehdit etti.

Bütün dinler başlangıçlarında düzen değiştirdi. Bu nedenle de hepsinin başlangıcında, inananlara eziyet vardı. Başkaldırdıkları düzenin yöneticileri, iktidarı elden bırakmak istemediği için yeni filizlenen dini ve inananları bastırmaya, yok etmeye çalıştı. Dinler bastırılamayıp iktidar olduklarında veya iktidarı paylaştıklarında, yönetmek için “dincileri” yaratmak durumunda kaldılar. İçlerinde inananlar olsa bile “dincileri”, inananlardan ayırmak lazım, çünkü inananlar büyük bir kitle, “dinciler” ise yönetici sınıfı.

Aydınlanma sonrası birey ve hakları öne çıktıkça “medeniyet” dediğimiz şey demokrasiyi icat etti, vatandaş kavramı gelişmeye başladı. Baştaki yöneticinin mutlak iradesi yerine çoğunluğun kararı, kimin iktidar olup toplumu nasıl yöneteceğini yönlendirmeye başladı. “Dinciler” bu yeni yaklaşıma uyum gösterdiler. Bu demokrasi(!), iktidar olabilmenin bir yoluydu. Lakin demokrasi artık adını aldığı Yunan Demokrasisi’nden farklı bir şeydi; gelişti, çoğunluğun azınlıkların hegemonyası altında kaldığı bir sistemin demokrasi olamayacağı noktasına gelindi. Hukukun üstünlüğünün sonra da evrensel insan haklarının demokrasinin “olmazsa olmazları” olduğu kabul gördü. “Dinciler” demokrasinin bu geldiği noktayı pek beğenmediler, çünkü onlar için demokrasi iktidar için sadece bir araçtı. Biat etmeyen, bireyci, hak isteyen, soru soran, başkaldıran, sandık sonrasında da denetleyen vatandaşlar zındıktı! Medeniyet, demokrasilerin “olmazsa olmazlarına” laikliği de eklemek zorunda kaldı

Bu son paragraf aynı zamanda şimdi Vatikan’a sıkışmış olan Katolik Kilisesi’nin tarihinin basitleştirilmiş bir özeti. Vatikan’dan demokrasi, insan hakları, hukukun üstünlüğünü beklemek abesle iştigaldir.

Demokrasiyi kitlelere mal etmek, uzun ve meşakkatli bir yol. Görebildiğim kadarıyla biz henüz bu yolun, “vatandaşın yarısına yakınının oyunu aldık, biz iktidarız ve dediğimiz olur” noktasındayız. Peki bu oyları ve desteği nasıl aldılar? Ülkede “dinci” hükümetten önce de demokrasi olmadığından inanlar baskı altındaydı ve “dinciler” bu mağdurların şampiyonluğuna soyundular.

Gelelim bugüne. Baksanıza sadece “dinci” hükümet ve taraftarları değil, başkaldıranların bir kısmı da tutucu. Hayretle takip ettim. “Gezi parkındaki çadırlardan kullanılmış prezervatifler çıkmış” söylemleri gündemi ne kadar meşgul etti. İnşallah çıkmıştır! Ne yani siz tasvip etmiyorsunuz, şu an başkaldırı var diye gençler sevişmeyecekler mi? Sevişmişlerse, umarım prezervatif kullanmışlardır. Hem sağlık açısından korunma, hem de istenmeyen gebelikleri önleme bakımından fevkalade de akılcı.

Bu “uzun ve ince yolda” ilerleyeceksek lütfen işi sulandırmayalım, gençler bu ülkeye demokrasiyi getirmeye kararlı ve isteklerini kulaklarımla duydum:

“Başta üçüncü köprü ve HES’ler olmak üzere ekolojik değerlerimizin talanına ve güncel olarak Tabiatı ve Biyolojik Çeşitliliği Koruma Kanunu Tasarısı’na ilişkin itirazların, ülkemize ve bölgemize ilişkin savaş siyasetine karşı duruşun ve barış talebinin, Alevi yurttaşlarımızın hassasiyetlerinin, kentsel dönüşüm mağdurlarının haklı taleplerinin, kadınların bedenleri üzerinde denetim kuran muhafazakar erkek politikalarına karşı yükselen sesin, başta Türk Hava Yolları işçileri olmak üzere tüm emekçilerin hak gasplarına karşı taleplerinin, tüm cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği ayrımcılığına karşı mücadelenin, yurttaşların eğitim ve sağlık hakkına ulaşımının önündeki tüm engellerin kaldırılması istemleri” ni iktidar sahiplerine iletmek istiyoruz “ dediler.

AYNEN KATILIYOR VE DESTEKLİYORUM. “Kifayetsiz muktedirler” gölge etmesinler, başka ihsan istemem.

Daha dünyada “dinci” bir hükümet, demokrasiyi henüz halkına vermedi, veremedi. İnşallah bizde bir ilk olacak. Olmazsa, demokrasi diyor ki: hükümet değişir. Lakin bundan fazla umutlu değilim, çünkü “dincilerin” sandıktan çıktığı görülmüştür, lakin dünya tarihinde sandıkla giden pek “dinci” iktidar yok!

Son bir not: Bütün Gezi Parkı başkaldırısı süresince politik tartışmalarda duyduğum en banal cümle; “Başbakanı yedirtmeyiz”. Başbakan baklava börek mi yahu? Biz onu niye yiyelim?... Ama Başbakan illa yenecekse, onu yese yese kendi yoldaşları yiyecek, özellikle de bugün yedirtmeyiz diyenler! Dünya politika tarihi bunun örnekleriyle dolu.


Etiketler:
İstihdam