01/04/2013 | Yazar: Selçuk Candansayar

Barış eğer gelecekse iyi, doğru, adil ve güzel olana ulaşabilmek için elindekinden vazgeçebilecek kadar cesur, geçmişle yüzleşebilecek denli dürüst ve gelecek için umutlu olanlar sayesinde.

İnsan, toprağına barışı getirmek ister. Bunun için çalışır. Kolay olmaz ama. Barış içinde yaşayabilmeye çalışmanın en kolay ama en ıstıraplı yolu barışı kanla getirmek. Kan dökmeden barışı kurmanın yolu ise savaş boyunca üstü örtülen barış adına işlenen suçlarla yüzleşmekten kaçınmamakla mümkün.
 
Bir memlekette bir zamanlar kurulmuş olan barış suçlarla, haksızlıklarla inşa edilmişse sürmüyor. Üstü örtülen, yok sayılan, unutulmuş gibi yapılan ya da unutturulmaya çalışılan suçlar, haksızlıklar mutlak bir yerden patlayıp taşıyor ve ortalığa dökülüyor.
 
Öğrenciliğinden bu yana Ankara’da yaşayan avukat kadın, ‘anababa ocağının’ olduğu memleketi için bir şeyler yapmak ister. Çocukluğunun coğrafyasına bir borç ödeme, çocukluğunu koruma isteğidir belki de.
 
Egenin İç Anadolu sınırındaki köyü zaman içinde kasabanın mahallesine dönüşmüştür. Köyün meydanı boş durmaktadır. Tüm masrafları üstlenerek ve köy heyetinden de izin alarak meydanı içinde çocuk oyun alanının da olduğu bir parka dönüştürür. Kaydıraklar, salıncaklar, kum havuzları, çiçekler, banklarla köyün boş meydanı çocukların gün boyu kahkahalarıyla çınlayan, akşamüzeri kadınların çekirdek çitleyerek sohbet ettikleri, yaz geceleri gençlerin şakalaştığı cıvıl cıvıl bir barış alanına dönüşür. Kadın mutludur, hâlâ köydeki evlerinde yaşayan babası gururludur.
 
Park köye iyi gelmez ama. Hatta köyün barışını bozar. Önce kızlı erkekli oturuluyor, kadınlar eve girmez oldu, çocuk gürültüsünden durulmuyor homurtuları başlar. Ardından parkın geliştirilmesi için valilikçe gönderilen paranın muhtarlıkça iç edildiği dedikoduları yayılmaya başlar. İşin acısı galiba yolsuzluk suçlaması da doğrudur. Bu arada köy yakınlarındaki taş ocağı kamyonları park yüzünden taşıma işinde sorun yaşamaktadırlar.
 
Sonunda köylüler parkın kaldırılması için valiliğe başvururlar. Avukat kadın şaşkın ve üzüntülüdür. Köylülerinin değer bilmezlikleri onu hayal kırıklığına uğratır. Babası ve kardeşleri destek olurlar ve mücadele başlar. Kadın hukuki yolları işletmeye çalışır. Parkın yıkılmasını isteyenler bakarlar ki olmayacak aba altından sopa göstermeye başlarlar. Ailenin altmış yıl önce yaptığı evlerinin köy yolunun üstünden geçtiği iddiasıyla yıkılması için dava açarlar. Evin inşa edilmesinden 20 yıl sonra doğanlar mahkemede evet bu evin olduğu yerden köyün yolu geçiyordu, işgal ettiler yolumuzu diye tanıklık ederler. Kadının üzüntüsü artar ve yılgınlığa dönüşür. Öyle ki gözlerinin içine baka baka söylenen yalanlar onun insana olan inancını sarsmaya başlar. Baba vazgeçmez ama.
 
Peşpeşe davalar üstü örtülüp yok sayılan suçların ortaya saçılmasına da neden olur. Meğer o köy meydanını elli yıl önce komşu köy imar düzenlemesi sırasında ‘küçük’ bir üçkağıtla kendi mülkiyetine geçirmiştir. Sonra sizin meydan bizim diye satmaya kalkmışlardır. Köylüler zaten kendilerinin olan meydanlarına sahip çıkabilmek için jandarmayla kavga etmişler, aralarında kadının anne ve babasının olduğu birkaç kişi gözaltına alınmışlardır. Bu haksızlığı çözmek için meydanın köyün tüm hanelerine ortak tapusu çıkarılmıştır ama bunca yıl sonra tapu sahiplerinin bazıları yok öyle olmadı burası benim arazim demeye başlamışlardır.
 
Başka bir şey daha olur ama. Davalar arasında boğuşup parkı korumaya çalışan kadın bu süreçte köyüne daha çok gitmeye ve babasıyla, halasıyla, kardeşleriyle daha çok görüşmeye başlar. Uzun geceler boyunca babasından, ağabeylerinden ailesi, çocukluğu ve babasının çocukluğuyla ilgili hiç bilmediği ya da unuttuğu bir geçmişi dinlemeye, hatırlamaya başlar.
 
Geçmişim sandığı, gerçek sandığı çok şeyin başka boyutlarını, başka değişkenleri olduğunu anlamaya başlar. Ailesinin tarihini yeniden öğrenir. Öğrendikçe gönenir, hatırladıkça geçmişini acılarıyla, mücadeleleriyle, yenilgi ve yıkıntılarıyla daha çok sevmeye ve memleketine daha çok bağlanmaya başlar.
 
Parkın önce yapılması ve sonra da yıkılmaya çalışılması, üzerine kurulduğu toprağın suçlarının ortalığa saçılmasını sağlamıştır. Artık köyden kimse ortaya çıkan hakikati yok sayamaz hale gelmiştir. Bu hakikatle, suçlar ve haksızlıklara yüzleşmek zorundadırlar.
 
Dava ailenin altmış yıllık evlerinin yıkılması riskine evrilir gibi olduğunda kadının canı daha da yanar. Park yapmaya kalktığı için kendini suçlar. Böyle bir üzüntülü gecede babası, 84 yaşındaki Hasan bey kızına bakar ve üzülme der, sakın üzülme, olsun evimizi yıkarlarsa ‘bir daha yaparız, yeniden kurarız, daha güzel yaparız’
 
Barış Hasan amcalar sayesinde gelecek eğer gelecekse. İyi, doğru, adil ve güzel olana ulaşabilmek için elindekinden vazgeçebilecek kadar cesur, geçmişle yüzleşebilecek denli dürüst ve gelecek için umutlu olanlar sayesinde.

Etiketler:
nefret