04/03/2010 | Yazar: Bawer Çakır

Esra Erol’un atv’de yayınlanan “Dest-i İzdivaç” programına telefonla bağlanan bir kadın programdaki bir klişeyi, “Maddi durumum iyi, halim vaktim yerinde”yi

Esra Erol’un atv’de yayınlanan “Dest-i İzdivaç” programına telefonla bağlanan bir kadın programdaki bir klişeyi, “Maddi durumum iyi, halim vaktim yerinde”yi tek bir farkla, Hollanda’da bir kadınla evli olduğunu, şimdi ayrıldıklarını ve Türkiye’deki “münasip” bir kadınla evlenmek istediğini ekleyerek söyleyince Erol’un suratında öyle bir ifade belirdi ki kameralara yansıyan görüntü “İşte homofobinin yüz ifadesi” şeklinde yorumlanabildi.
 
Sunucu telefonu acilen kapatıp, hiçbirimizi şaşırtmayan homofobik cümlelerini sıralayarak kendince “durumu kurtardı”. Aman ne gam!
 
Yaşanan olay elbette ki LGBTT’lerin gündemine de yıldırım gibi düştü. Lambdaistanbul’un ve Kaos GL’nin iletişim gruplarında konuyla ilgili çok sayıda e-postada “Hollanda’dan bağlanan kadın” ya eylemci ilan edildi ya da “rakip kanalların” ajanı. Fakat tartışmaların hiçbir yerinde bir kadının bir kadınla basitçe “evlenmek” isteyeceğinden bahsedilmiyordu bile. Yazılanlara itiraz eden birkaç ses; hepsi bu kadar.
 
Esra Erol hakkında kaosgl.org sitesinden yeteri kadar yazı yazıldığını düşünüyorum. Evlenme programı formatı hakkında da Türkiye basınında çok sayıda isim kalem oynattı. Yeni bir cümle söyleyebilecek değilim. Ancak…
 
Ben bu olayda asıl tartışmamız gerekenin, daha doğrusu LGBTT bireylerin tartışması/düşünmesi gerekenin “basit” bir talebe verdiğimiz bu tepkiler olduğunu düşünüyorum.
 
Çünkü:
 
Tartışmalarda sıklıkla tekrarlanan şey kadının yaptığı “eylem”di. Peki neden hiçbirimiz olay konusu kadının gerçekten kafasında hiçbir şekilde politize etmeden bir isteğini dillendirmesi ihtimalini yok sayıyoruz. Neden bir LGBTT bireyin hayatta tıpkı heteroseksüeller gibi evlenip, yuva kurup, bunlarla da mutlu olacağı bir fotoğrafa özlem duyacağını hiç hesaba katmıyoruz.
 
Evet yıllardır bu ülkede LGBTT’ler politika yapıyor, varoluşları ve hakları için mücadele ediyorlar. Evet, kurduğumuz her cümle ziyadesiyle politik. Ama, her LGBTT bireyin de hayata politik bir pencereden baktığını düşünmek, bunun aksini LGBTT’lere “yakıştıramamak” da sizce de bir sorun yok mu?
 
Biz aslında bu “sadeliği” kendimize de reva görmüyor olabilir miyiz?
 
Diğer teori rakip kanal provokasyonu. Olabilir, Türkiye medyasında her şey mümkündür. Ancak, bir kadının bir başka kadınla hayatını birleştirmesi arzusuna neden verdiğimiz ilk tepki “arkasında bit yeniği” aramak olsun? Neden biz, mücadele edenler, etmeye yeltenenler ya da mücadelenin çevresinden dolaşanlar lezbiyen bir kadının isteğinin gerçek olabileceğine dahi inanamıyoruz, ya da inanmak istemiyoruz.
 
Bu “teori”nin zihnimizden üremesinin nedeni aslında heteroseksit dünyanın bizlere bu hayalin gerçek olamayacağı düşüncesini ince ince aşılamış olması diye bir kanı oluştu bende. Düşünün ki homofobi öyle bir düzenek ki kendisiyle mücadele edenlere bile “aksini” düşündürtmüyor. Ve biz aslında “mutluluğu”, “basitliği” kendimize layık görmüyoruz gibi bir sonuç çıkıyor. Ya da ben çıkartıyorum. Kim bilir? Ama altını bir daha çizmekte fayda görüyorum; LGBTT mücadelesi basit bir cümleyle, bir o kadar basit bir hamleyle başladı dünyada. Türkiye’de de benzer bir süreç geçirdi.
Politika nedir? Sanırım bu tartışmalar üzerine Yıldırım Türker’in yıllar evvel Cogito isimli derginin “aşk”sayısına yazdığı cümleyi yeniden hatırlamak gerekiyor. Demişti ki Türker;  
“Bir erkek, bir erkeği; bir kadın, bir kadını sever. Kuracağımız ikinci cümle mutlaka politik olacaktır.”
İşte bu nedenle de biz hemcinsimize seni seviyorum derken bunu politika olduğu için değil, gerçekten hissettiğimiz için yapmalı, bunu derken kırk kere düşünmemize, sokaklarda el ele tutuşmaktan çekinmemize neden olan “şeyle”, yani homofobi ve transfobiyle mücadeleyi politikleştirmeliyiz.

Esra Erol’un yüzündeki ifadenin de es geçildiğini, yeterince geniş yorumlanamadığı kanaatindeyim. Ben daha iyisini yaparım demişim gibi algılanmasın ancak o ifadede sevindiğim bir şey vardı. Şaşıracaksınız ama o ifade bana –ve antihomofibi mail grubundaki tartışmadan da anladığım üzere Ali Erol’a- benzer bir şey hissettirmiş.
 
Erol’un ifadesi bana göre homofobinin artık saldırmaktan savunmaya geçtiğinin işareti gibiydi. Bu ifade LGBTT’lerin artık kimsenin beklemediği kadar büyük adımlar atıyor olması, ciğerlerinin daha kuvvetli çalışması, “haddini” artık daha çok aşıyor, “densizlik” edebilme katsayısını arttırıyor olmasının bir sonucudur. Cesaret artık eskisi gibi “imrenilen” bir şey olmaktan çıkıyor LGBTT bireyler için. Bizler, yani bu güne kadar defansta kalanlar artık milyonlarca insanın izlediği bir TV programını arayıp, “ben bir kadının ve bir kadınla evlenmek istiyorum” diyebilecek kadar birilerine cesaret/ilham verebiliyoruz.
 
Futbol sever misiniz? Ben severim. Hem de tıpkı mücadelemizde olduğu gibi “atak oyundan” hoşlanır, atak oynayan takımları izlemekten zevk alırım. Bundan sebep İtalya ligini değil, İspanya ve İngiltere liglerindeki maçları takip ederim. “1-0 olsun bizim olsuncu” değil, “haklarımız neyse hepsini istiyoruz”culardanım.
 
Buradan referansla Türkiye’deki LGBTT mücadelesinin atak oyunundan dolayı “izleyenlerine” ve “taraftarlarına” zevk verdiğini, heyecan uyandırdığını ve bu nedenle de “tıpkı futbol gibi” davetkar olduğunu düşünüyorum.

bu davete iştirak eden Türkiye kökenli Hollandalı kadına bir isteğini, aşka dair, hayata dair, mutluluğa dair beklentisini canlı yayında, abuk bir programda, olası tepkileri de göze alarak, belki de hiç düşünmeyerek dillendirdiği için canı gönülden bir teşekkür yolluyorum. Gerçekçi olup, imkansızı istediği için…

Esra Erol bu yılki Hormonlu Domates Ödülleri’ne adaylığını koymuş, iddiasını açıkça belli etmiştir. Kendisine yarışmada başarılar diliyorum. Zira hak ediyor, umarım kazanır.

Özgürlüğün basit bir cümle kurmakla başlayan bir mücadele olduğunu bir kere daha hatırlatıp, başkalarınınki kadar kendi homofobilerimizi/transfobilerimizi de tartışmanın aciliyeti ve gerekliliğini de bir gündem maddesi olarak “tost-it”lerimize yazalım derim.

Bir erkek bir erkeği, bir kadın bir kadını sever, gerisi teferruattır der, LGBTT hareketinin, sevdiği adamın elini İstiklal Caddesi’nde korkmanda tutmak için, evet bu “basit” istek için harekete dahil olmuş biri olarak en sevdiğim ve her seferinde aynı derece heyecanlandığım sloganı tekrarlayarak bitirmek isterim:
 
“Ne suç, ne günah; yaşasın eşcinsel aşk!”

Etiketler: medya
İstihdam