10/04/2013 | Yazar: Hande Çayır

Özdeşleşmediğiniz objeleri, işlevleri yüzünden taşıdığınızda canınız hiç yandı mı?

Bir arkadaşımın çakmağı bende kalmış. Kırmızı… Üstünde ay yıldız…
 
Kırmızı Yorgunları diye bir oyun vardı Özen Yula’nın yazdığı. “Ne ki o” demiştim. Bayrak, kan, aşk, şehvet vb. dinlemiştim sonra.
 
Şimdi bu çakmakcağızın bir işlevi var. Sigarayı yakıyor sağ olsun.
 
(Bazı) Kemalistlerle karşılaşsam gurur duyarlar mı? (Bazı) Kürtler incinirler mi?
 
Yurtdışından aldığım -hem de müzelerden- renklerini, şeritlerini sevdiğim bayraklar oldu. O halde neden şimdi duraksıyorum?
 
Bayraklı çakmakçık -tüm bunlardan habersiz- masada duruyordu.
 
—Ay!
 
Bunu dedi bir arkadaşım, evet: “Ay!”
 
Yüklediğimiz anlamlar ne çok… Yüklendiğimiz… Hiçbir şey söylememek mümkün değil. Ben konuşmasam da nesnelerim konuşuyor adıma.
 
Yıllar önce giydiğim Nike gibi. Açıklamasını yapıyordum. Giyiyorum ama şundan dolayı…
 
Bugün giydiğim topuklular gibi. Evet, ama bundan dolayı…
 
Kodlar ortada, bas bas bağırıyor. Sonra da “satır aralarını okuyorsun, bu kadar çok okuma” geliyor.
 
Bir yandan kapitalizm karışıyor işin içine. Lisanslı ürünler furyası…
 
Neyse Handeciğim, bugünkü derdimiz de bu olsun. Bu kadar olsun. Biraz olsun. Az olsun.
 
Sırf çakmak olduğu için o çakmak taşınamaz mı? İşlevi mi? Görüntüsü mü? Hepsi mi?
 
Özdeşleşmediğiniz objeleri, işlevleri yüzünden taşıdığınızda canınız hiç yandı mı?
 

Oysa ki çıplak doğmuştuk ve kararlar alarak hiçbir nesne taşımıyorduk o yıllarda… 


Etiketler:
İstihdam