19/07/2012 | Yazar: Sarphan Uzunoğlu

Eduardo Galleano’nun anlatılarından birinde bir kızılderili şefi vardır. İşgalci güçler onla pazarlık etmeye, dilini çok iyi derecede bilen çevirmenleri ve temsilcileriyle birlikte giderler ve ona her şeyi en ince detayıyla anlatmaya koyulurlar. Vaatler birbirini kovalar; şef gülerek dinlemeye devam eder ve nihayetinde şunu söyler: Kaşıyorsunuz, çok iyi kaşıyorsunuz; ama yanlış yeri kaşıyorsunuz.

Eduardo Galleano’nun anlatılarından birinde bir kızılderili şefi vardır. İşgalci güçler onla pazarlık etmeye, dilini çok iyi derecede bilen çevirmenleri ve temsilcileriyle birlikte giderler ve ona her şeyi en ince detayıyla anlatmaya koyulurlar. Vaatler birbirini kovalar; şef gülerek dinlemeye devam eder ve nihayetinde şunu söyler: Kaşıyorsunuz, çok iyi kaşıyorsunuz; ama yanlış yeri kaşıyorsunuz.
 
Burak Cop’un Kürt sorununu geri plana iten ve AKP’yi zayıflatmayı (bakınız iktidar demiyorum) temel amaç haline getiren son dönemde T24.com.tr adresinde yayınlanan yazılarının her ikisinde de sola ve kürtlere yakın bir dil konuşabilen bir insan olarak Cop’un CHP adına Kürtler’i ve BDP’yi “kaşıdığını” görüyorum. Ancak bu fikirlerine değer verdiğim bir yazarın yanlış yeri kaşıdığı gerçeğini değiştirmiyor.
 
Bugün BDP’nin ve CHP’nin ortaya koydukları parti programları kadar seçmen profilleri arasındaki farklılıkların açılması da iki partinin Türkiye’nin geleceği ile ilgili talepleriyle doğrudan ilişkili. Üstelik Cop’un “müttefiklik” önerisi kendisinin DTK’nin ve PKK’nin, devlet geleneğinin yaşlı savaşçısı CHP’ye bakışlarına ne kadar yabancı olduğunu açıkça gösteriyor. Ortaya bir “celladının koluna girme” benzetmesi koyup durumu basitçe anlatabiliriz; ancak bundan daha da önemlisi, iktidar kavramına bakış açımızı doğrultmakla ilgilidir.
 
Cop’un bir tespiti fazlasıyla doğru: Eğer Türkiye Cumhuriyeti’nin tarih boyunca Kürtlere ettiklerinin faturasını kesecek güncel muhataplar arıyorsak; AKP’siyle, CHP’siyle, MHP’siyle bu fatura günümüzün düzen partilerine eşit oranlarda kesilmelidir.
 
Ancak bu tespiti yapmış birinin böyle bir ittifak önermesinde, tarihsel iktidar bloğunun her üç partice de oluşturulduğu ve neoliberalizmin planlarında Kuzey Kürdistan’daki Kürtlerin özgürce yaşama hakkının pek de olmadığı gerçeği göz önüne alınca bu üç partiden birinin içinde olduğu bir birlikteliğe yönelik senaryoları ortaya atmak fazlasıyla riskli oluyor.
 
Keza Kürt siyasetinin referandumda benimsediği Boykot tavrı bile Kürt halkından hepimizin daha yaygın olarak 12 Eylül psikolojisi gerekçesiyle beklediği Evet tavrıyla birlikte iktidarın yanında durmama davranışının güzel bir örneğiydi ve BDP’yi siyaseten bambaşka bir cephenin liderliğine taşıyan da tam da bu gerçeklik olmuştu. Bugün HDK, DTK gibi platformların başını çeken Kürt siyasal hareketinin meclisteki temsilcisi olan Emek Demokrasi ve Özgürlük bloğunun kendisinin bir “ittifak süreci” olduğu düşünüldüğünde, ittifakların çoklu yapılarıyla elde edilmiş ve altı vekilliği haczedilmiş Kürt hareketine “başarı” yöntemi olarak bir sistem partisinin mandasını sunmak BDP tabanınca küstahça olarak algılanacaktır; keza bir ulus hareketine 1923 model kemalist teyzelerle birlikte siyaset yapmayı önermek en az Sivas sanıklarıyla siyaset yapmayı önermek kadar yersiz olacaktır ki, Kürt hareketinin AKP yahut CHP ile karşılıklı yapacağı bir siyaset söz konusu olsa da yan yana siyaseti mümkün değildir. Keza 4+4+4 de göstermiştir ki, CHP’nin seküler ve liberal duyarlılıklarına karşı BDP’lilerin neoliberalizmi temele alan ve tüm politikalara yansıyan çıkışları bu iki siyasal hareketin AKP’nin ekonomik hamleleri karşısında verecekleri tavırların fazlasıyla farklıdır. Bu ekonomik tavır farklılığının üst yapıya yönelik farklılıklarda çok daha keskinleştiğini görmek hiç de zor olmasa gerekir.
 
Kürtler, her ne kadar bugünkü öfkelerinin “doğal olarak” hedefi AKP olsa da Türkiye parlamenter sisteminin sağ zihniyetine toptan karşılar; keza bu devletin kurucu unsuru olarak dışlanmışlıklarında tüm bu partilerin doğrudan ya da dolaylı payının farkındalar, keza bu parlamento alanında meydana gelen uyuşmazlıkların bir “biçimci demokrat” parti olarak NEO-AKP’leşme yolundaki CHP’nin şehit, vatan ve millet edebiyatı üstüne kurguladığı ve hakim ulus kibirini bir an olsun elden bırakmayan, Kürtlere “anayasal yurttaşlık” öneren ama Türkiyeli sözünde direten, Kürtler’i Kürt olmadan önce Türkiyeli kılmayı temel mesele haline getiren ama Kürtler’den de oy alsak ne güzel olur mantığıyla hareket eden kadrolarına Kürtlerden oy çıkacağını düşünmek öyle ya da böyle özellikle bloklaşma ve DTK gibi süreçlerde çoklu yapısını açıklığa kavuşturan Kürt hareketini yekvücut bir hareket gibi görmek olur ki, Şerafettin Elçi’yle Ertuğrul Kürkçü’yü aynı partide bulundurabilmiş ve bu ittifakın temeline “yanlış cumhuriyet”e ve “yanlış iktidar”a karşı mücadeleyi koyabilmiş halinden çok uzakta bir yerde bir “masraf kalemi” denli istatistiki bir hesaplamaya tabi tutmaktır ki Kürt halkının BDP’ye verdiği temsil gücünün böyle bir sandalye pazarlığına tabi tutulması ancak ve ancak sistem içinde çözüm arayanlarca öne sürülebilir. Duran Kalkan’ın, Karayılan’ın ve diğer gerilla komutanlarının yaptığı açıklamalar da BDP ile CHP’nin ittifak olmalarının CHP’nin masadan 90 yıldır çekmeyi beceremediği oklarıyla zaten mümkün olmadığı, zaten Kürt hareketinin tüm gerilla mücadelesi içeren hareketler gibi Avrupa’daki sol ittifaklardan çok ciddi bir ideolojik mücadele yöntemine de sahip olduğu -gerilla mücadelesinin ideolojik mücadelenin zirvesi olduğu Öcalan tarafından defalarca belirtilmiştir- ortadadır.
 
Cop’un halk içinden üreyip silahlanmış bir halk gücünün, arkasında böylesine büyük bir destek bulduğu dönemde legal siyaset alanında yine aynı halkın seçtiği temsilciler tarafından yarı yolda bırakılacağı ve bir devletçi çözüme kapı aralanacağını düşündüğünü elbette sanmıyorum, ancak ortaya koyduğu istatiki verilerin bölgenin kodları, Kürdistan’ın kuzey güney doğu batı fark etmeksizin tüm bölgelerindeki parçalı siyaset vb. değişkenlerle birlikte okunduğunda ne kadar anlamsızlaşabileceği ortada.
 
Peki “ne yapmalı” derseniz, CHP’nin “sosyal demokratlığı”na bir rol kazandırmanın klasik bir çok kültürcü çözümü Kürtlere paket olarak sunarak Kürtlerin kaderlerini belirleme haklarını hiçe sayan tavrının yerine, iktidarı sosyal politikalarla zayıflatmasının, AKP’nin arkasındaki kitlenin rızasını kazanmasının şart olduğu ortada. Keza, son 20 yıllık süreç gösteriyor ki nüfustaki AKP’lileşme yönündeki tüm değişimleri analiz edip o tabanın neden CHP yahut DSP’den AKP’ye doğru sert bir kayış yaptığını düşünmek şart. Hele ki CHP’lilerin “AKP içinde siyaset yapan CHP’liler” gibi tanımları sık sık kullandıkları bu dönemde…
 
Tüm bu analizler arasında CHP’ye makyaj olarak BDP’yi önerenler, Kürt halkının aksesuar olmadığı bilincine umuyoruz ki erişir. İttifaklar hedefler doğrultusunda yapılır ve tek başına “AKP’yi yenmek” ne Kürt hareketi, ne LGBT hareketi, ne ekolojistler, ne de anti-otoriter/anti-kapitalist çevreler-oluşumlar için yeterli bir hedeftir, iktidar bloğunun tamamının uğrayacağı bir yenilgiyi hedeflemediğimiz sürece CHP-BDP ittifakı ancak bir yaz gecesi rüyasıdır. İktidar bloğunu ve neoliberalizmi anti kapitalist bir çizgide yenmeye hevesli bir CHP ise çok ciddibir uyuşturucu kullanımı olmazsa hayal dahi edilemez…
 
Not: Burak Cop’un son yazısı – http://t24.com.tr/yazi/evet-ittifak/5406

Etiketler:
nefret