29/03/2019 | Yazar: Aslı Alpar

Bir çelenkten düştüğünü varsaydığım sapsız beyaz gerberayı yerden aldım, heykele iliştirdim, o sırada İnsan Hakları Heykeli’nin hemen ardına kurulan derme çatma karakoldan bir polisle göz göze geldim…

Bir çelenkten düştüğünü varsaydığım sapsız beyaz gerberayı yerden aldım, heykele iliştirdim, o sırada İnsan Hakları Heykeli’nin hemen ardına kurulan derme çatma karakoldan bir polisle göz göze geldim…

Yitip gitme hakkımız olmalı. Hiç yaşamamış, hiç bağ kurmamış, kimseyi öpmemiş, hiçbir yarayı sarmamış, ağlayana omuz olmamış, karar vermek için günlerce düşünmemiş, verdiği karardan pişman olmamış, yanılmamış, düşmemiş, düştükten sonra ayağa kalkmamış, kanamamış, ağlamamış gibi, hiçbir iz bırakmadan, hatırlanmadan yitip gitmekten bahsediyorum.

Bir zamandır, kaçıp gitme (nereye), kara ormanlara karışma (kaldı mı böyle orman), bir nehre kendimi bırakma (hangi nehir, her yer HES) isteği durduk yere, -evet öyle durduk yere gerçekten- aklıma düşüp duruyor. Penceremi zorlayan erken açan bahar dalları gibi, olup olmadık zamanda beni dürtüyor. Böyle zamanlarda elimdeki işe dönüyorum, pencereyi açıyorum, nefes yerine egzoz çekiyorum içime… Kara bulutları öksürüyorum…

Yine böyle bir gün Google’a sordum: Ankara’da orman?

Biri halen Türkiye’de erişimi yasaklı olan Wikipedia olmak üzere çeşitli sonuçlar çıktı soruma. Sitelerden birinde “Oldukça fazla sayıda ormana sahiptir Ankara” yazıyor, kalbim ağzımdan çıkacak sanki. Hemen ardı sıra gelen ormanlara bakıyorum, çoğu park, çoğu piknik alanı… En kötüsü de arabasız ulaşımın mümkün olmaması. Karaçam, sarıçam, göknar, kayın ve meşe ile buluşmamızı erteliyorum.

İçimin sıkıntını alıp bir yere götürmek, bir süredir içimde dolaşıp duran bu huzursuzluğu biraz da başka semtlerde gezdirmek istiyorum. Akılsız başımın derdini ayaklarım çekiyor, ayaklarım beni çocukluğumun geçtiği mahalleye, Anıttepe’ye götürdü.

Akay Caddesi’nden Anıttepe tarafına yani İnönü Bulvarı’na geçebilmek için alt geçitten karşıya geçiyorum. Yıllarca yaptığım gibi yolun sağından yürümeye koyuluyorum ki her yerin bariyerlerle kapatıldığını fark ediyorum. Yine de yürüyorum, bir asker arkamdan sesleniyor, “Hanımefendi kurum kartınız var mı?” “Eve gidiyorum” diyorum ama “yasak” diyor, “buradan değil yolun sağ tarafından gitmeniz gerekiyor, burası artık kapatıldı, yayalara yasak.” İçişleri Bakanlığı’nın önü Genel Kurmaylığa dek kapalı. Biraz caddeden, biraz refüjden yürüyorum, Genel Kurmaylığın plastik yeşille tamamen kapatıldığını görüyorum hafızam yanıltmıyorsa eskiden gerçek bitkilerle bu koruma sağlanırdı. Trafik, gürültü, yaya düşmanı trafik ışıklarından kurtulup, varış noktasına ulaşıyorum. Türkiye İstatistik Kurumu’nun bitmeyen inşaatı ve Karayolları Genel Müdürlüğü’nün dev bir mezarlığı andıran yeni binasının arasından büyüdüğüm evi görebiliyorum.

İnönü Bulvarı’ndan...

3 yıl oldu, taşındık buradan. Annemin büyüdüğü bu evde büyüdüm ben. Annemin lisesine gittim, ilk defa biriyle, annemin biriyle ilk kez öpüştüğü şu sokaklardan birinde öpüştüm. İlk kaybım bu mahallede oldu… Annemin 1962’den beri evin penceresinden gördüğünü 3 yıl öncesine dek ben de gördüm. Şimdi o pencereden bakan birine ne çok üzülürüm, gördüğü dev bir mezar taşı…

Bu fotoğraf, 3 yıl önce çekildi. 'Dev mezar taşının' inşaatı yeni başlamıştı.

Artan iç huzursuzluğumu ve can sıkıntımı sokak aralarından, Ankara’nın ilk toplu konutları (1944 yılında temeli atılmış) olan, 1979 yılında 1. Derece Kentsel Sit Alanı ilan edilen ve 2013’te “afet riski” bahanesiyle zorla boşaltılan Saraçoğlu Mahallesi’ne (nam-ı diğer Namık Kemal Mahallesi) getirdim.

Saraçoğlu Mahallesi'nden

Her zaman yaptığım gibi Son Sokağı’ndan Saraçoğlu mahallesinin artık perili köşkleri andıran evlerine, terk edilmiş sokaklarına uğramak istedim ki ne göreyim. Çocuk parkının arkasından itibaren Son Sokağı tamamen beton bariyerlerle kapatılmış… Son Sokağı’na bir son vermişler… 

Son Sokağı'na geçiş yasak...

Bir zamanlar çok sık arabanın çarpıp kaçtığı, kedi ölülerini kaldırdığım sevimsiz Yahya Galip Cadde’sinden dolaşıp Saraçoğlu evlerine girdim. İyice ıssızlaşmış sokaklarında insanlardan korkan kedileri ve 2 uyuklayan bekçisini gördüm. Çocuk seslerinin, insana sırnaşık kedi ve köpeklerin, sürüsüyle güvercinin bir arada yaşadığı bu sokaklar neredeyse bir savaştan ağır yaralı çıkmış görünüyordu. Bölgedeki anıt ağaçları kurumuş, evlerin pencereleri taşlanmış, kapılarına kilit vurulmuş…

Dip Sokağı’na geçmek istedim. Bir kızla ilk defa el ele tutuştuğum, sevgili mektuplarını okuduğum merdivenlere yolumu düşürmek istedim, son bir çabayla. Tahmin edin ne oldu… Muhtarlık binasının yanından geçilebilecek Dip Sokak’a giriş de yasaklanmış demir bir kapı takılmıştı sokağa…

Dip Sokağı'na geçiş yasak...

Mecbur vazgeçtim, Kızılay’a yürüdüm…

“Önce türkü söylemenin yasaklandığı, ardından Konur Sokak’taki İnsan Hakları Heykeli’nin aylarca gözaltında tutulduğu, metro girişlerinin “olay yeri girilmez” bantlarıyla kısıtlandığı sonra da “LGBTİ etkinlikleri yasağı” ile tam bir tımarhaneye dönüşen Ankara’dayım” dedim kendime.

“Duran Adam” 

Ankara dev bir karakol, dev bir olay yeri, dev bir tımarhane, dev bir hapishaneye dönüşmüşken ben iç sıkıntımı Heykeltraş Metin Yurdanur’un Konur Sokak’taki “Duran Adam” heykelinin yanına getirdim. Bir çelenkten düştüğünü varsaydığım sapsız beyaz gerberayı yerden aldım, heykele iliştirdim, o sırada İnsan Hakları Heykeli’nin hemen ardına kurulan derme çatma karakoldan bir polisle göz göze geldim…

Duran Adam’a bir selam çaktım, ben sıkıntım ve beyaz gerbera evin yolunu tuttuk. İçimden de bir türkü tutturdum: “Belki derdimize çare bir çiçek…”

*KaosGL.org Gökkuşağı Forumu’nda yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur. Yazının KaosGL.org’ta yayınlanmış olması köşe yazılarındaki görüşlerin KaosGL.org’un görüşlerini yansıttığı anlamına gelmemektedir.

İlgili haber:

Ankara Valiliği hep aynı nakarat: “LGBTİ etkinliği yasak!”

Ankara Valiliği’nden ‘LGBTİ etkinliklerine’ süresiz ‘genel ahlak’ yasağı

Ankara Valiliği sokakta türkü söylemeyi yasakladı

 


Etiketler:
İstihdam