08/07/2014 | Yazar: Yıldız Tar

Berlin, oryantal, tül perdeler, sonsuz halay, direniş, partiler, sokaklar, sauna ve bittabi but koliler…

Berlin, oryantal, tül perdeler, sonsuz halay, direniş, partiler, sokaklar, sauna ve bittabi but koliler…
 
Maksim Gorki Tiyatrosu’nda yapılan “Berlin Calling İstanbul/Berlin İstanbul’u Çağırıyor” etkinliği için Müşterekler’den Begüm Özden Fırat ile birlikte aşk ve nefretten başka bir ilişkilenmeye olanak tanımayan şehr-i Berlin’e gittik. Gitmişken de bol bol gezdik, etrafı turladık, birbirinden kıymetli kolisel aktivitelerle bir tatlı huzur aldık. Berlin üzerine yazılmış yüzlerce yazıdan bir diğerini yazmak da İstanbul’a dönüşe nasip oldu. Yediklerim bana kalsın (her manada) işte benim Berlin’im:
 
Yeşiller Partisi’nin yeşili para yeşiliymiş bacılar…
Şehre iner inmez kendimi bir direnişin ortasında buldum anacım. Kreuzberg’te Ohlauerstrasse’de göçmenlerin yaşadığı bir okulu polis boşaltmak istiyormuş. Göçmenler de (çoğu ülkelerinden kaçmak zorunda kalmış mülteciler) haklı olarak okuldan ayrılmak istemiyor. Yeşiller Partisi’nin kararıyla (oranın CHP’si gibi düşünülebilir) polis okulu ablukaya almış. Kimsenin geçmesine izin vermiyor. İlk polis saldırısıyla bir kısım mülteci okulu terk etse de; kalanlar direniyor. “Polisler gelirse kendimizi çatıdan atarız” diyorlar. Alman Yeşiller Partisi ise kararlı.
 
Sol parti Yeşiller; söz konusu göçmenler olduğunda ilk günkü gibi bembeyaz oluyor. Bir yandan da dışarıda direniş sürüyor. Nihayetinde senato kararı yeniden düşünüyor. Sonuç: Senato karar veremedi! Berlin yasalarına göre bu durumda inisiyatif polis geçiyor. Polis de sorumluluğu üstlenmek istemeyince bir buçuk haftanın ardından abluka kalkıyor. Ama durun hele; düzen, nizam, intizam ülkesi Almanya bu duruma da çözüm buluyor. Okula başkalarının girmeleri yasak. Mülteciler kalıyor, yemek giriyor ama başka insanlar okula giremiyor. Toplama kamplarını andıran mülteci kamplarına ve “misafir evlerine” gitmek istemeyen mültecilerin işgal ettiği okul; mülteci kampına dönüşüveriyor.
 
Alman polisinin inisiyatif kendisindeyken saldırmaması, “Ay ne kadar güzel” algısı yaratmasın. Berlin’deki direnişte gaz bombası kullanılmadı ama belki de ihtiyaç yoktu. Dövüş sanatlarında usta, iri yarı Alman polisler insanları döve döve gözaltına alıyordu mütemadiyen. Polise mukavemetin ciddi para cezaları olduğu Berlin’de polis, cisimleşmiş çükler olarak ortalıkta bir güzel geziniyor, eylem alanına girip birilerini döve döve götürüyordu. Irkçılık desen gırla. Göçmenlere muz sallayarak hakaret eden polisler mi dersiniz, destek için yapılan eylemde beyaz Almanlar dışındakileri tespit edip onlara saldırmalar mı…
 
Çok kültürlü Almanya’nın sınırları göçmen karşıtlığıyla örülüyor. Alman devleti ülkelerini işgal ettiği, Alman silah fabrikalarının ve lobisinin faaliyetleri sonucu ülkelerinde savaş çıktığı için evlerinden ayrılmak zorunda kalan göçmenler… Omomatik beyazlığında Yeşiller kafası solun argümanları ise güvenlik konsepti adı altında devlet terörünün inceltilmiş hali… Hikaye bir yandan çok tanıdık, bir yandan çok farklı. Göçmenler yerine Kürtleri koyun, Yeşiller ile de CHP’yi değiştirin. Arada pek bir fark kalmıyor: “Kürtler Batı’ya geliyor, bizim güzelim sahillerimizi bozuyorlar, ay ne kadar da cahiller, ne kadar da barbarlar!” Köy yakmalar, fail-i meçhuller, TC devletinin politikaları hiç de mesele değil tabi… Bu arada bizde ırkçılık yoktur. Olamaz filan…
 
Neyse anacım ben Berlin notları diye konudan sapmaya başladım iyice. Konuya hızlı dönüş için Berlin partilerinden bahsetmek gerek. Kocaman, sürekli yaşayan, nabız atışlarını hissedebildiğimiz bir organizma gibi Berlin. Yaşam hiç durmuyor. Öyle ki sabah 8’de parti sonrası çorba içenlerle; işe gitmeden önce kahve içenler aynı masada buluşuyor. Dağılmış makyajlar ve kıyafetler; kravat ve ceketlerle raks ediyor edepsizce.
 
Geyhane: Tül perdeler, oryantal ve sonsuz halay!
Birçok yerde etkinliklere katıldık ama en beğendiğim ve eğlendiğim “Geyhane” idi. Geyhane, Türkiyeli LGBTİ göçmenler tarafından ayda bir organize edilen bir dayanışma partisi. Neredeyse her yıl LGBTİ Onur Haftası ile maddî, manevî dayanışmayı eksik etmeyen Geyhane’ye İstanbul’daki Onur Yürüyüşü’nden bir gece önce gittik. Lola und Bilidikid filminin Kalipso’su Sabuha’nın sunuculuğunu yaptığı gecede LGBTİ Onur Yürüyüşü’ne dayanışma selamları yollandı.
 
Geyhane’nin önünde upuzun bir kuyruk vardı. Hollywood filmlerindeki ünlüler misali biz kuyruğu beklemeyip, Sabuha sayesinde hemencecik girdik alana. Berlin yansın ayol diye diye sahneden küçük bir selamlama konuşması yapmamızı istediler. Voltrans Trans Erkek İnisiyatifi’nden Ulaş Sona ile birlikte tül perdeleri geçerek sahneye çıktık. İki gullüm, bir slogan sahneden indik ve bizim ardımızdan gecenin sürprizi sahneye çıktı. Oryantal gösterisi yapan bir gacı. Yer: Berlin, Mekan: Underground bir bar, Dekorlar: Annemizin tül perdesi ve sahnede bir oryantal. Ay bir müzikler var hiç sormayın. Güneş yüzü görmemiş Türkçe ve Kürtçe şarkılara elektronik arka planlarla bütün gece göbek ve halay hiç durmadı.
 
Geyhane’nin kendisi ırkçılığa bir tokat gibi vallahi. “Burada ne oluyor” kafasıyla gelen Almanya “yerlileri” atılan göbeklere uyum sağlayamadıkça, bir coşku kapladı ki beni sormayın. Ne zaman sabah oldu, ne zaman çıktık hiç hatırlamasam da Berlin kafası insanı hemencecik esir ediyor kendisine.
 
Sauna mı dediniz?
Partiler diyince saunalardan bahsetmemek olmaz. Yediğim içtiğim bana kalsın dedim ama, Merringhdam’da bir saunaya gittim ki bacılar Berlin değil ben yandım, bittim. Havlu bağlamanın muhafazakarlık sayıldığı, her halktan lubunyaların ahenkle dans ettiği acayip seksi bir mekan vallahi. Halkların demokratik kolileşmesi isimli bir eseri itinayla icra eden bendeniz, 8 saatlik maceranın ardından pür-i pak çıkıverdim saunadan. Berlin’e yolu düşen lubunyaların muhakkak görmesi gerek. Bir sanatmış sauna da haberimiz yokmuş.
 
İlgili haberler:

Etiketler: yaşam, gezi/mekan
İstihdam