04/09/2009 | Yazar: İdil Engindeniz

‘Festivalin, en önemli özelliklerinden biri kamu kuruluşları tarafından da destekleniyor oluşu.

‘Festivalin, en önemli özelliklerinden biri kamu kuruluşları tarafından da destekleniyor oluşu. Düşünün ki Büyükşehir Belediyesi, Kültür veya Gençlik ve Spor Bakanlığı desteklemekte söz konusu festivali.’ 

Aylardır, şu anda okumakta olduğunuz ilk cümleyi kuramadığım için beklettiğim festival yazısını yazmak üzere en sonunda bilgisayar başına oturabildim. Söz konusu festival her yıl Nisan ayı içinde Fransa'nın görece küçük şehirlerinden birinde, Grenoble'da düzenlenmekte ve sadece ama sadece eşcinsellikle ilgili filmlere yer vermekte. Festivalin adı ‘Vues d'en face’, ‘Karşı Yakadan Görünümler’ diye çevirebilirim belki. 2001 yılında başlayan festival gönüllüler tarafından yürütülüyor, tek bir sinemada ve o sinemanın da tek bir salonunda gerçekleştiriliyor ama bir hafta süren festival boyunca her yıl 2000'den fazla seyirci 20 kadar uzun metraj ve bir o kadar da kısa metraj film seyrediyor. Kısa metrajlar arasında bu yıl, iletişim fakültesi öğrencilerinin bitirme filmleri de vardı.

Festivalin sekreteri Nicolas Germain'in de söylediği gibi kısa metrajda değil uzun metrajda da eşcinsellik temalı filmler hâlâ azınlıkta. Bu arada, var olan filmler arasında erkek eşcinselliğini anlatan filmlerin baskın olduğunu, lezbiyenlerin ve transların burada da azınlıkta kaldığını belirtmek isterim. Festivalin verdiği gazdan sonra yeni projem, lezbiyen ve hem de mutlu (bak sen, bak sennn) bir çifti anlatan bir senaryo yazmak. Bu ‘mutlu’ kısmı önemli çünkü festivalin en güzel tarafı, salt eşcinsel olmaktan dolayı karşı karşıya kalınan genellikle moral bozucu olaylara bir salon dolusu insanla birlikte gülebilmek. ‘Drama queen’ tadında yaşadığı meselelerin aslında ne kadar saçma olduğunu, benzer şeyleri başkasının başından geçerken seyredince daha iyi anlıyor insan. Filmlerde ‘turkish touch’ yoksa tabii... Bizim buraların toprağından mı havasından mı suyundan mı bilemeyeceğim ama gündelik hayatı ve ilişkileri olduğu gibi filmleri de biraz fazla ciddiye alıyoruz galiba. Bu yılki gösterimde Sümeya Kökten'in ‘Yasak Hisler’ filmi de vardı mesela ve seyrettiğim filmler arasında insanın bütün umutlarını, yaşama sevincini, enerjisini alıp götüren tek filmdi. Eyvallah, Türkiye'de (ya da Türk olup dünyanın herhangi bir yerinde mi?) eşcinsel olmak zor ama ne zor değil ki bu ülkede? Türkiye'nin WASP'ı da olsanız (artık o neye tekabül ediyorsa), biraz vicdan sahibiyseniz her şeyden önce akıl sağlığınızı koruyarak yaşamanız zor mesela.
 
Festivalin temel amacı, karakterleri eşcinsel olan ya da eşcinselliği konu edinen filmlerin gösterimini sağlamak olsa da hedef kitlelerini sadece eşcinsellerle sınırlı tutmayarak heteroseksüeller arasında, farklılıkların tanınması ve farklılıklara saygı duyulması yönünde bir bilinç geliştirmeye de çalışıyorlar. Festival süresince asılan afişler, yine o hafta boyunca Homofobi Karşıtı Hafta ile ilgili yapılan duyurular, hatta festival gişesinde kuyrukta bekleyen eşcinsellerin varlığı bile görünürlüğü arttırmakta. Geçtiğimiz yıl yaptıkları bir anket çalışmasına göre de festival izleyicisinin % 25'i heteroseksüel olduğunu beyan etmiş. Festival programı da yine bu amaç göz önünde bulundurularak belirleniyor.
 
Film seçimlerinin tek bir ölçütü yok ama içlerinden en önemlisi daha önce ya hiç gösterilmemiş ya da Fransa'da, o da olmadı Grenoble'da gösterime girmemiş filmleri bulmak. Germain, DVD sektörünün giderek daha çok LGBT temalı film yayınlamasından dolayı bu önceliği sağlamakta giderek zorlandıklarını belirtiyor. Gerçekten de festivalde gösterilen bazı filmlerin DVD'sine ulaşmak mümkün. Bu durum, festival için kötü olsa da insanlık için büyük bir adım. ‘Gökkuşağı’ serisinden iki film bulduk diye sevinilen günlerden bugünlere (Bu arada sahi neden bizde hep şu ‘Gökkuşağı’ tanımlaması kullanılıyor da adlı adınca söylenmiyor her şey? ‘Gökkuşağı’ daha mı ‘şık’ duruyor?). Tekrar film seçimine dönersek, gönüllülerden oluşturulan bir ekip yaz ve sonbahar boyunca film aramaya başlıyor, bunun için de en temel kaynakları diğer LGBT film festivalleri. Festival önem kazandıkça, film dağıtıcılarının da onlarla doğrudan ilişkiye geçtiği oluyormuş. Yeterli sayıda film toplandıktan sonra daha geniş bir ekip bir araya gelip kendi aralarında toplu gösterime başlıyor ve bu seanslar sonunda da festival programını belirliyorlar. Kısa metrajlı filmler ise daha çok yönetmenlerin festival ekibine gönderdiği filmler arasından seçiliyor, bu filmlere gösterim ücreti de ödenmiyor. Germain, daha çok ‘kendini tanıtmak isteyen yönetmenlerin’ film gönderdiğini söylüyor.


Festivalin, bana göre en önemli özelliklerinden biri kamu kuruluşları tarafından da destekleniyor oluşu. Fransa'daki idari yapı bizdekinden biraz farklı olduğu için birebir çeviremeyeceğim ama düşünün ki İstanbul Büyükşehir Belediyesi, Kültür veya Gençlik ve Spor Bakanlığı (var mı hâlâ öyle bir bakanlık?) desteklemekte söz konusu festivali. Germain, yıllık 35 bin avroya yakın bir bütçeleri olduğunu belirtiyor. Bu bütçe içinde kalarak, her film için gösterim ve festivalden festivale ulaşım ücretini ödediklerini, bunun da 200-800 avro arasında değiştiğini söylüyor Germain. Bunun dışındaki masraflar arasında ise salon kiralama, bazı filmlerin gösterimi için gerekli olan ekipmanı temin etme, davetlilerin yol ve kalma masrafları, en önemlisi de filmlerin çeviri ve alt yazı masraflarını sayıyor.
 
Gördüğüm filmleri ve hatta görmediklerimi de yazmak istiyordum ama şu kadarcık yazıyı aylarca süründürdükten sonra her şeyi tek seferde harcamamaya karar verdim. Filmler, özetleriyle birlikte liste halinde kısacık bir aradan sonra...(AE)
 

Etiketler: kültür sanat
İstihdam