05/06/2015 | Yazar: Melek Göregenli

En çok mutlu olmaya kalkışmamız, muktedirin uykusunu kaçırıyor. Şimdilik yüzdelik olarak kaç ettiğimizin pek de önemi yok.

En çok mutlu olmaya kalkışmamız, muktedirin uykusunu kaçırıyor. Şimdilik yüzdelik olarak kaç ettiğimizin pek de önemi yok. Mühim olan mutlu olmak istediğimizi bir politik talep olarak dile getirmeye yeniden kalkışmamız.
 
"Yeni" sözcüğünün iktidarın dilinde, devletin çılgın bir güçten ibaret olduğu anlayışının pratiklerinden başka bir şey anlatmadığı zamanlardan geçiyoruz. İktidar sözcülerinden herhangi biri Yeni Türkiye’ye dair bir yeniliği haber verecek olduğunda kapılarımızı sıkı sıkı kapatma refleksi geliştirdik. En masumumuzun bile salonundan hiç olmadı duble yol geçme ihtimali, 2023 Türkiyesi için hayal olmaktan çıktı. Öyle günlerden geçiyoruz ki "yetişkin bir AKP’li ayda dört darbe teşebbüsü, beş büyük resim görebiliyor (saydambey)" ve bugün ne yemek yapayım sorusunun cevabı artık takvim yapraklarında değil, kabak dolması diye kulağımıza fısıldayan üst akılda.
 
Gezi’nin bir ruh olduğuna ve iyi kalpli hatta yol gösterici bir hayalet olarak hep aramızda dolaştığına hiç inanmadım, belki de zihnimin bu "ruh" denen şeyin hiç de öyle ruhi bir şey olmadığı bilgisiyle terbiye edilmişliğinden. Orada, içindeyken büyüsüyle sarsıldığımız için belki de daha çok bazen "kim bunlar" bazen de "biz kimiz" sorusunun cevabını bulduğumuzda çözeceğini sandığımız o anın sırrı, gerçekten "yeni" olanın bilgisini verebilirdi. Bilgiye, sadece o bilgiyle üretebileceğimiz tekrarlar için ihtiyacımız vardır. Üzerimize karabasan gibi çöken "yeni hayat" bildiğimiz yaşadığımız bütün eskileri bünyesine alıp giderek semirdiği ve asla doğrulup onu üzerimizden atıvereceğimiz silkinme hareketini yapabilecek halimiz kalmadığını sandığımız yarı uykuda, ter içinde alnımıza değen ve "uyan çocuğum, rüya, rüya…" diyen serin anne eliydi Gezi. "Ulan mutluluğum şarjımdan çabuk bitiyor. (Baattin)" düzeyinde iyi, "Adana sen bize nazik davranmadın. (Melike)" gibi küskün, "Kızlarla hamama gidelim diye whatsapp grubu açtım arkadaşın babasını eklemişim. (Nilay)" kadar şaşkındık. Bir masal anlatıyor gibi şöyle devam edebilirim, "sonra birden o, halkının bir tevatüre göre yarısı evlerinde hüzünle zor tutulan üzgün ülkenin semalarında bir ışık belirdi ve yavaşça o çeşit çeşit evlerin önünde üzerinde ‘bizler’ yazan ve içinde envai çeşit meyveler, çerezler olan taşlanmış kot çuvalından heybeler belirdi. Kapıyı açıp içeri almak gerekiyordu onları ve doğrulduk yerlerimizden, işte o an olan oldu hem de neş’eyle oldu..."
 
Arzu ortaklığı
 
Gezi’nin milli olmayan isyan günlerinden biri olarak bu coğrafyanın insanlık tarihinde bir anı günü olarak kalmayacağı, Gündoğdu’da toplaştığımız ilk gün, önceden hep olduğu gibi, insanların bir türlü pankartların altına kolayca yerleşemeyeşinden, aksine şehrin bütün kılcal damarlarına yayılmaya çağıran kolektif arzudan, mesela HDK ve HEPAR kortejlerinin karşılaştığı anın tedirgin sükunetinden belliydi.
 
Gezi’nin çağrısı ile HDP’nin hepimizi çağırdığı yer arasında bir arzu ortaklığı var. John Berger’in, Kıymetini Bil Herşeyin’de tarif ettiği gibi "... Her arzu özgürlüğe yol açmaz, ama özgürlük bir arzunun tanınması, seçilmesi ve peşine düşülmesi yolunda bir deneyimdir. Arzu sadece bir şeyi elde etmekle sınırlı olmayıp bir şeylerin değişme sürecini de kapsar. Arzu bir eksiklikten kaynaklanır. Şu andaki bir eksiklikten. Özgürlük bu eksikliğin tatminini içermez ama önemini teslim eder."
 
HDP’nin hepimizi çağırdığı yer, mazlumların meşru gücünü mağduriyet üzerinden değil yeni bir hayat inancı üzerinden inşa etmenin siyaseti. "Rakı içen yargıçlar Ergenekoncuları, maklube yiyen yargıçlar Cematçileri tahliye etti, kaçak çay içen yargıç olmadığından Kürtlere tahliye yok. (Taş yok mu taş)" özlü göndermesinde kendisini ifade eden, Kürtlerin kadim yarasını, yasını, Türklerin başına dert eden bir çağrı. Tek bir şey olmadığımızı, her şey olduğumuzu, her yerde ve bir yerde durduğumuzu, tam da muktedirin her birimizi ince, kaba, ölümcül ya da süründürücü darbelerle artık evlerimizde tutamayacağına inandıran bir çağrı. Biri "Nerdesin aşkım..." diye seslendiğinde biliyoruz ki bir diğeri, memleketin bir bilgisayar oyunundaki gibi zeminini kıpkızıl kırmızıya boyayan köşesinden seslenecek... "Burdayım aşkım..."
 
Kolektif varoluşa çağrı
 
Bu gerçekten "yeni" halin siyasal, teknolojik siyasal, bio-politik ama yine siyasal her neyse çözümlemelerini yapabiliriz, yapacağız. Ama seçim sürecinde HDP’nin çağrısıyla yaşadığımız bu halin, tekkimlikliliğe karşı çokkimliliğe çağırdığını, sözle eylem arasındaki geleneksel sınırı kaldırdığını, zamanı bir süreklilik olmaktan çıkarıp evle sokağı, gündüzle geceyi birleştiren bir iyilik hali olduğunu söylemek için yeterince sebebimiz var. İyiyiz, daha da iyi olacağız. Herkesin eğer hazırsa, kendi meşrebince kendi oluşuyla sokakta yani hayatta yer bulması mümkün. Sadece sınıfsal gerçekliğin değil, onunla birlikte çoklu içerikleri olan özgürlük arzusunun nihayet görece adil tezahürü HDP’den umduğumuz. Disipline edilemeyen bir kamusallık, muhalifliğin çoklu, süreksiz yani hedefi hep yeniden belirlenmeye açık, değişken tarifi.
 
HDP, sadece muhalif olmaya ve başka bir dünyayı kurmaya çağırmıyor... Demirtaş’ın sembolize ettiği yeni siyaset tarzı aynı zamanda yeni bir kolektif varoluşa çağırıyor, bireyliğini yitirmeyi dikte etmeyen yeni bir toplumsallığa. Ama en çok da HDP hepimizi "artık yeter" dediğimiz anda mutlu olmaya başladığımız, mutlu olmanın imkanlarının, mutlu olmayı belirsiz bir geleceğe devretmeyen bugünün meselesi olarak tarif eden yeni bir siyasete çağırıyor. İşte tam da bu nedenle şimdilik yüzdelik olarak kaç ettiğimizin pek de önemi yok. Mutlu olmak istediğimizi bir politik talep olarak dile getirmeye yeniden kalkışmamız mühim olan, insanlık yolunda idealimiz bu kadar basit. En çok da mutlu olmaya kalkışmamız muktedirin uykusunu kaçırıyor... Gülsüm Elvan’ın, söylediği gibi "Benim 15 yaşındaki çocuğum senin itibarını sıfıra indirdi bu da sana dert olsun". Neş’eyle çıktık evlerimizden, neşemiz de sana dert olsun.
 
*Bizim neş’emiz sana dert olsun (Başlığın Kürtçe çevirisi için arkadaşım Hakan Sandal’a çok teşekkürler)
 
**Bu yazı ilk olarak www.yuzdeon.org sitesinde yayınlanmıştır. 

Etiketler:
nefret