12/07/2007 | Yazar: Kaos GL

“Arada öteki görüşmeler; hepi topu elli, altmış buluşma, birkaç mektup. Belki elli, altmış bile değil. Mektup saklamadığıma göre, artık mektupları da yok bende.

“Arada öteki görüşmeler; hepi topu elli, altmış buluşma, birkaç mektup. Belki elli, altmış bile değil. Mektup saklamadığıma göre, artık mektupları da yok bende. Adresi Ankara'da bir posta kutusuydu.” Selim İleri’nin kaleminden Bilge Karasu’nun gidişi…

Türkçenin bir devi, rüyamızdan geçip girmişçesine, hayat boyu sürdürdüğü ruh soyluluğu içinde öldü.

Bilge Karasu'nun cenazesini umarım kimse alkışlamayacak, sevgili Bilge Karasu da eski yöntem törenle gömülecektir. Sanmam ki onun ardından kimse "Bilge'ler ölmez!" diye bağırsın. Çünkü Bilge'ler ülkemizde ölür, ülkenin büyük çoğunluğunun öldüğü gibi, yalnızlıklarla boğuşarak, tasasını dile getirmeyi bir onur sorunu sayarak, karşılığı hiçbir şeyle hiçbir şekilde ödenmemiş emeklerini handiyse görmezden gelerek, sessiz sedasız ölürler.

Bilge Karasu, yazıp çizdiklerinin entelektüel yelpazesine rağmen, büyük çoğunluğun alçakgönüllü kişilerindendi.

Okumayazma uğruna hayat kurmuştu. Bir anneciği ve zaman zaman sevgiyle anlattığı kedileri vardı. Türkçeyi, üslubunun göz kamaştırıcılığıyla potasında büyüleyici kılarken kimbilir neler ödedi, ne acılardan geçti, ne mihnetler çekti. Bunlar öğrenmemize olanak yok. Bilge Karasu kendisiyle insanları yormayacak kadar mağrurdu. Ne zaman bir araya gelsek, o susar, dinler, bizler konuşurduk, ta 1968'den bu yana...

Okumayazma uğruna kurduğu hayatında geriye gerçekten eşsiz yapıtlar bıraktı. Troya'da Ölüm Vardı'da derlenmiş, birbirinin bütünleyicisi öyküleri bir kuşağın kılavuz kitabı oldu. En azından benim için böyle bu: "Eve bakmıyordum yürürken. Bütün sevdiklerime öyle yaklaşmışımdır hep. Önce yöreyi yoklar, sonra birden dikerim gözümü ona. Ürperirim o zaman. Sevdiğim, olduğundan da güzel, daha değerli, daha sarsıcı görünür. Sonra gene yere bakarım.'' Bu satırları nice zamanlar tekrar okudum ve onlarda erişemeyeceğim bir düzey yakaladım. Yalınlıktan iç derinliğe, tuhaf, sızılı bir anlatım. Doruğu belki "Göçmüş Kediler Bahçesi" masalıdır. Ne var ki Bilge Karasu, masalının güzelliğinden tedirgin olmuşçasına, onu bölmüş, masaldan ad edinmiş kitabında, bölük pörçük kılmıştır.

Kimbilir, Bilge Karasu belki de kendi yarattığı güzelliklere mesafeli kalmak isteyen insandı. Geçim koşullarının yıpratıcılığından söz açmaya hakkım var mı, diye düşünüyorum. Yüceliği ve mesafesi engellemeye çalışsa da; bir dizi sahtekârlığın cirit attığı dünyamızda, onun emeğini özetin özeti anlatabilmek için bundan söz açmak zorunluluk oluyor. Hiçbir lüksü olamamış hayatında Bilge Karasu'nun tek varlığı kitaplarıydı. Öyle sanıyorum ki, hepsini, ölüm gelip çatınca, Anadolu Üniversitesi'ne bırakmış. Başkaca hiçbir şeyi yoktu herhalde. Parası yoktu, bunu çok iyi biliyorum. Kılavuz'u okuyanlar, orada okumak edimini bir slogan... tek slogan saymış yazarla karşılaşırlar. Toplumun ve bireyin tek çıkış noktası okumaktır. Her şeyi aydınlığa götürecek olan okumaktır. Siyasası bu olan yazarların ülkemizde beş parası olamıyor. Bilge Karasu onlardandı. Ama tek bir defa yakınmadı, iki kültürü çok derinden bilen, bildiği yabancı dilleri öyle bir oturuşta sayamayacağımız bu aziz insan bütün bilgisini, yeteneğini, bütün çabasını Türk edebiyatına sundu. Belki az okundu, ama çok sevildi.

Bilge Karasu'yu bazı günler ve geceler içinde hatırlıyorum: İlk kez Taksim'deki şimdi birahaneye dönüşmüş kahvede buluşuyoruz. Sonra Ankara'daki görüşmelerimiz. Sonra Pera Palas'ta Uzun Sürmüş Bir Günün Akşamı Sait Faik Hikâye Armağanı 'nı kazanmış. Yalnız, o günün seçici kurulu Bilge Karasu'yu yeterince 'sosyal içerikli' bulmadığından, ödül ikiye bölünmüş, Bilge Karasu da Sait Faik adını taşıyan ödülü Bekir Yıldız'la paylaşmış. Geçiyorum... Son yıllar; Füsun Akatlı'nın evindeki güzel gece, Pegasus Ödülü dolayısıyla Divan'da biraz saçma akşam yemeği, Ankara, son görüşmemiz...

Arada öteki görüşmeler; hepi topu elli, altmış buluşma, birkaç mektup.

Belki elli, altmış bile değil. Mektup saklamadığıma göre, artık mektupları da yok bende. Adresi Ankara'da bir posta kutusuydu.

Kaynak: Cumhuriyet, 16 Temmuz 1995

*Konuyla ilgili haberler:

“Türk Kafka’sı değilim”

[[Bilge Karasu için…]] - Semih Gümüş

[[Bir söz büyücüsü]]

[[Kediler ve kitaplar: Bilge Karasu]]

[[On bir yıldır "göçmüş kediler"inin yanında]] - Ülkü Tamer

[[Her şeyi olan adam ve balık]] - Ali Poyrazoğlu

[[Ne kedisiz ne korkusuz]] – Nurdan Gürbilek

[[Karasu, kediler, geçmiş zaman]] – Kürşat Başar

[[Bilge Karasu’ya İmzalı Kitaplar]] - Ali Görkem Userin

[[Anısına: Bilge Karasu]]

Etiketler: kültür sanat
İstihdam